Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '07

 
Kategori
Sinema
 

Türk sinemasının açmazları nedendir?

Türk sinemasının açmazları nedendir?
 

İstanbul'un kenar mahallelerinden bir yer. Filmde neresi olduğunu kestiremiyorum. Dar sokaklar, yoksul insanlar, yaşam savaşı içerisine düşmüş gecekondu insanları.
Başrollerde Kadir İnanır, Hale Soygazi ve Macit Koper.

BİR YUDUM SEVGİ filmin adı.

Bu güne kadar izlediğim yerli filmler içerisinde, en güzeli diyebilirim.

İnsanın kendisini bulduğu bir film. Bir nebze olsun tıkanmış Yeşilçam'a nefes aldıran bir film.

Hani teknik açıdan sinemadan, filmden pek anlamasam da ve bu yönde eleştiri yapabilecek düzeyde kendimi görmesem de, filmin her sahnesinden çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Abartısız, mükemmele yakın oyunculuklar ve kenar mahalle insanlarının yaşam mücadelesindeki savaşımlarının, son derece yalın bir dille anlatımı, başarı ile uygulanmış.

Bu tip filmleri Türk sinemasında görmek zor. Anlaşılması güç senaryolar, sanatsal bir takım kaygılar düşünülerek, absürd şekilde çekilen filmler ve ne tür mesaj verdiği belli olmayan gereksiz yapımlara çok fazlaca tanık olduk.

Ama geriye dönüpde baktığımızda, gerek ekonomik anlamda, gerekse de sosyal anlamda geçmişi bu günle kıyas etmek zor olsada, kesin olan bir gerçek varki, onca imkana rağmen bu günün sinema ve film sektörü, geçmişi yakalama konusunda daha çok yol kat edecek gibi.

Halen BİR YUDUM SEVGİ filminin tadında yapılmış bir film yok.

Sadece geçtiğimiz yıllarda, yani 1980'li yıllarda yapılan SULTAN filminide atlamamak gerekiyor. Türkan Şoray ve Bulut Aras'ın başrolünü oynadığı ve yine İstanbul'un kenar mahalle sakinlerinin, yaşama asılmadaki çabalarını en iyi veren filmlerden birisi olduğuna tanıklık ediyoruz.

Bir Züğürt Ağa'yı veya bir KİBAR FEYZO isimli filmleri atlamak olmaz tabi.
Bu dört film, evet bu dört film, benim her zaman başucu yapıtı olarak nitelendirdiğim yerli filmlerdir. Bu dört filmin hangisini ne zaman izlesem, her izleyişimde aynı tadı ve aynı hazzı duyumsarım.

Tabi bunların dışında sayılabilecek daha bir çok film sözkonusu olabilir, ama dediğim gibi bana tad veren bu dört Film oldu geçmişten.

Mesela BİR YUDUM SEVGİ'de o denli güzel sahneler vardı ki. Kadir İnanır'ın, muhteşem bir oyunculuk örneği verdiği filmde, Hale Soygazi onu yalnız bırakmamış ve Macit Koper'le birlikte filmi almış uçurmuşlar adeta.

Hemen her sahnesi son derece mükemmel mesajlarla dolu olan filmde, bir çok sahne özenle ve abartısız çekilmiş.

Ve oyuncular her sahneyi en mükemmel şekilde icra etmişler.

Aynı şeyi SULTAN filmi içinde söyleyebiliriz. Sosyal ve ekonomik sıkıntı boyutuna vurgu yaparken, daha bir mizahi dille, lünpen minibüs şoförünün davranışlarını ve kişiliğini ele almış ve daha fazla bu noktayı ön plana çıkarmış. Buna rağmen genel anlamda varoş insanın sıkıntılarını yalın bir dille izleyiciye sunmuş.

Arsa, arazi dümenlerinin insanların yaşamlarına nasıl mal olduğunu en güzel şekilde anlatan SULTAN filmi, her zaman ve her dönemde izlenmesi gerekli filmlerden birisidir diye düşünürüm. Ve SULTAN filminin bir başka özelliği ise, özellikle ikinci boğaz köprüsünün yapımı sürecinde ve TEM karayolunun yapılması dönemlerine denk gelir. Ve o dönemde TEM karayolunun geçiş güzergahında olan bölgelerinin, eokonomik alandaki rantının artması ve oradaki gece kondu halkının bu durumu gören arsa ve arazi mafyası tarafından ve yerel yönetimler tarafından nasıl kıskaca alındığını ayan beyan ortaya döküşüne tanık oluyoruz.

Yani her dönemde olan şeylerden birisidir. Ranttan faydalanın aşağı tabaka insanı olmadığını. SULTAN bu olguyu çok güzel işlemiş. Bir şekilde tapusuz arsalarındaki gecekondularından nasıl ve hangi yöntemlerle uzaklaştırıldıklarını izlerken, ülkenin o dönemlerdeki somut ve yalın sömürü çarkını en genel anlamı ile son derece iyi özümsüyorsunuz.

BİR YUDUM SEVGİ'dede batıl inançlara yapılan vurgular, gecekondu insanının çaresizlikler karşısındaki yaşama asılmaları çok iyi incelenmiş.

KİBAR FEYZO'da doğudaki toprak ağalığı ve saf köylülerin ağa tarafından nasıl sömürüldüğünün en iyi şekilde incelendiği filmlerden birisi. Hani anlatımda mizahi bir dil kullanılmış olsa da, yörenin kendine özgü o yapısını son derece iyi işlemiş KİBAR FEYZO filmi.

Keza ZÜĞÜR AĞA aynı şekilde kendisini ortaya koyanlardan. Ne varki ağanın düşmüş olduğu dram ve ağalığın büyük kentlerde sökmediğine dair geniş bir açılım ve büyük kentlerin kendine özgü yapısı içerisindeki gelişen üretim ilişkilerinin yarattığı sosyo ekonomik yapıya vurgu tamda yerinde olmuş.

Şimdi bakıyoruz da onca film yapılıyor, onca para harcanıyor, eleştirmenlerden tonlarca kelam laf ediliyor, ama ortada ne doğru dürüst bir film, ne doğru dürüst bir senaryo, ne doğru dürüst bir anlatım zenginliği.

Niçin film yapıldığı bile sorgulanır noktada. Mesela bu dört filmin yanına benim koyabildiğim tek bir film yok. Emin olun yok. Varsa bile aklıma gelmiyor.
Yetmiş milyonluk bir ülke. Her noktası adeta sanatçılar için bir labaratuvar olan coğrafyası, sosyo ekonomik yapısı, kültürü ile müthiş bir üretim zenginliği olması gerekirken her yıl Altın Portakal'a katılan filmlere bakıyoruz ne bir içerik zenginliği, ne bir oyunculuk, ne ciddi bir çalışma.

Bu olmamalı. Bu alanlarda daha fazla kafa yorulmalı diye düşünüyorum. Neden her yıl Altın Portakal'a on veya onbir film katılırda, daha fazla film yapılmaz. Neden; Altın Portakal adı üzerinde film festivali, neden bir ay boyunca Antalya'yı ve Türkiye'yi sallamaz. Bunu anlamakta hakikaten zorluk çekiyorum. Her yıl onlarca film katılmalı Altın Portakal Film Festivaline. Her yıl yeni yeni oyuncular çıkarılmalı. Onca edebiyatçımız var. Onca edebiyaçılarımızın, yazar, çizerlerimizin romanları ve yapıtları mevcut. Bunları senaryolaştırmaktan neden kaçıyoruzda, hiç bir anlatım zenginliği olmayan, neyi anlatmak istediği belli olmayan ve türlü kaygılarla yapılan filmlere mahkum oluyoruz.

Neden üretimleri çoğaltıpta, dünyanın sayılı bir kaç festivalinden birisi haline getirmiyoruz Antalya Altın Portakal Film Festivalini.

Yedi günlük bir festival ve halktan kopuk bir yapı. Halkın hiç bir şeyden haberi yok.
Yani demem oki sinemada bir yerlere gelinmek isteniyorsa, bir defa o Hollywood vari artis yaklaşımlarından sıyrılmak lazım. O popilizm ve burnundan kıl aldırmayan, sonradan görme sanatçı zümresi yokmu, resmen sinemayı yüreğinden hançerliyor.

Koskoca Türk sineması halen bir Kadir İnanır çıkarabilmiş değil. Halen bir Tarık Akan çıkarabilmiş değil. Doğru dürüst jön yok. Doğru dürüst bir bayan aktirist yok. Halen yıllar öncesinin sanatçılarının yerini dolduran bir tek kişi çıkarabilmiş değil Türk sineması. Olacak şey değil.

Cem Yılmaz, Cem Davran, Yılmaz Erdoğan, Cem Özer gibilere mahkum kalmış Türk sineması. Bir iki istisnada çıkıyorsa bir anlamı yok. Acaba bunların nedenleri nedir diyede gerçekten ciddi ciddi araştırılmalar yapılması gerekiyor. Neden Türk sineması yeni yüzler çıkaramıyor ve neden doğru dürüst yapımların altına imza atılmıyor. Mesela bir örnek; Geçen sene yani 2006 yılında hangi filmler festivale katıldı desek emin olun hiç kimse o dönemde festivale katılmış bir tek film adı bile söyleyemez. İşte budur yapılan üretimlerin durumu. Yani halktan kopuk olmasının, toplumu labaratuvar olarak alıp incelememenin ve popüler kültüre yönelik zırva yapımların olması sebebi ile bu gün bu durumlar yaşanıyor.

Sonuçta hani sanatın önemli bir dalında halen uluslararası çapta bir ürünün hayata geçmemesi insanın canını sıkıyor ve hala 1980'li yılların filmleri ayarında tek bir yapım yaratamıyoruz.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..