Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '12

 
Kategori
Yurtdışı Eğitim
 

Türk tarafı, Rum yaklaşımı ve denize dökemediklerimiz

Türk tarafı, Rum yaklaşımı ve denize dökemediklerimiz
 

Dünyanın ikiye bölünmüşlüğü


Bir Türk’ün dünyada en hoş karşılanmadığı yer neresidir? Dost canlısı bir tutumla karşılanmadığımız pek çok yer olabilir. Bu sorunun yanıtını hiç birimiz fazla düşünmeyiz herhalde. Birkaç yer sayılabilir ilk anda, ben en çok hangisi diye soruyorum. Çünkü oradan, en istenmediğimiz yerden dün gece geldim, yani Kıbrıs Rum Kesimi’nden...

Evet, nahoş bir tat ile hatırlayacağım birkaç “sınırı geçme” durumu dışında harika bir eğitim oldu. Daha sonraki yazımda size eğitim aldığımız konu hakkında, eğitim tekniği ve toplumsal boyuttaki faydaları konusunda geniş bilgiler vereceğim. Bu hafta nahoş kısımlardan bahsedelim.

Biz bir kurtuluş savaşı verdik, ardından Cumhuriyetimizi kurduk, 89 yıl önce. Peki ya Kıbrıs için bu durum nasıl gerçekleşti? Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti harekâtın Zürih ve Londra Antlaşması'nın IV. maddesine istinaden gerçekleştirildiğini savunuyor. Fakat Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi bu harekâtı işgal olarak değerlendiriyor. Kaynaklara göre, Avrupa Konseyi Parlamentler Meclisi’nin 29 Temmuz 1974 tarihli 573 sayılı kararı ve Atina’daki Temyiz Mahkemesi'nin 21 Mart 1979 tarihli kararı, Türk müdahalesinin yasal olduğunu vurgulamış olmasına rağmen uluslararası kuruluşlar ve aldıkları kararlarının çoğu, bu durumu “yasa dışı istila” olarak tanımlamaktadır.

Yasa dışı istila ettiğimiz iddia edilen taraftaydık Pazar günü, birkaç saatliğine. Gördük ki bu süreç sonrasında sadece Kıbrıs değil, Lefkoşe de ikiye ayrılmış, bir tarafı Avrupalı diğer tarafı Türkiyeli. Lefkoşe’de Rum kesiminde geçirdiğimiz her dakikada görmek istediğim taraftaydım nihayet. Güler yüzlü, yardımsever Türk tarafı görevlilerine kaydımızı yaptırıp sınır çizgisinden adım atar atmaz Türk müziği yankılanmaya başlıyor kulaklarımızda. Her şeyiyle Türkiyemdeyiz adeta, evet ve ben yine de turist hissediyorum kendimi. Çünkü buradan Türkiye’ye gitmeme izin verilmiyor, yine geri dönmemiz gerekiyor.

Yaklaşık bir saat süren turumuzda camiler dikkatimizi çekiyor en çok, diğer tarafta terk edilmiş, boynu bükük duran camiler ışıl ışıl burada. Çocuklar futbol oynuyor sokaklarda, bakkalda Türk Lirası ile alışveriş yapıyoruz, Türk markaları daha bir “albeni”diyor. Biraz alışveriş yapıp geri dönüyoruz. Arkamızda dalgalanıyor Türk bayrağı.

Pasaportu yetkiliye uzatıyorum, yüzü asık. Sanki yeşil kaplı, ne olduğunu anlamadığı bir defter var elinde. Şöyle bir uzaktan bakıyor, evirip çeviriyor. Hiç görmediği bir şeyi incelercesine gözlerini dikmiş, onaylamadığı bir durum varcasına kaşlarını kaldırmış, sonra dönüp arkaya bürodaki arkadaşına sesleniyor. Yetkili geliyor emin adımlarla, yine yüzü asık. Diğerinin omuzunun üzerinden şöyle bir süzüyor önce elindekini. Sonra alıyor, içeriye gidiyor. Yaklaşık on dakika sonra geliyor. Dümdüz bir ifade var yüzünde, rahatsız bir dudak kıvrımının dışında, suratsız.

Gözlerini gözlerime dikip, “geçemezsiniz” diyor. Kötü rum aksanlı ingilizcesiyle, sert bir şekilde. “Geçemezsiniz” sözü bir an yankılanıyor kulaklarımda. Yanlış duymuş olmayı dilerken dudaklarımdan kelimeler dökülüyor: “Yarın için biletimiz var.” O anda birden değişiyor yüzü, allak bullak oluyor, nasıl yani dercesine. İlerideki arkadaşları göstererek onlar sizi mi bekliyor diye soruyor. Evet diyorum, birlikteyiz. Birlikte geldiğimiz arkadaşlar hemen ileride bizi bekliyorlar, onlar kimliklerini gösterip dakikalar önce geçtikleri için öylece bizi izliyorlar. Bu esnada yanımızdan kimliğini gösteren geçmeye devam ediyor, onlarca kişi bu durumu izliyor, bazıları fotoğraflıyor.

Hayatımın en tatsız dakikalarını yaşıyorum. Neden bilmem birden vizemin olduğunu belirtmem gerektiği hissine kapılıyorum, bunu söylediğim anda ise her şey değişiyor. Birden bire yetkilinin yüzündeki ifade değişiyor. Neden daha önce söylemediniz gibi bir şeyler dökülüyor dudaklarından, “oradaydı” gibisinden bir mırıldanıyorum. Halbuki iki kişi birden bana hiç bir şey sormaksızın, pasaportuma en az on beş dakikadır bakıyor ve yine de bunu benim söylemem gerekiyor. Polonyalı ve Litvanyalı arkadaşlar bu durumu hayretle izlemeye devam ederken, sonunda beklenen an geliyor. Tamam geçebilirsiniz o zaman diyor yetkili, yine de yüzü asık, memnuniyetsiz. Birkaç soru sormadan da edemiyor, ne için geldiniz, ne kadar zamandır buradasınız, hangi havaalanından gideceksiniz?

Bir daha asla yaşamak istenmeyen anlardan biri, neyse ki böylece geride kalıyor. Yüksek taverna müziğinin yankılandığı caddelerde ilerlerken içimin acıdığını hissediyorum. Kim bilir burada bir Türk olarak yaşamak nasıl olurdu? %15 Azınlıktasınız ve bunun yarısı da diğer taraf ile aynı görüşte. Larnaca havaalanından şehir merkezine doğru ilerlerken gördüğümüz, tepelere kazınmış olan bayrağımız geliyor gözümün önüne, o zaman anlıyorum onun neden orada olduğunu ve neden hep orada olması gerektiğini, Aziz Türk Milleti...

Muhabbetle kalınız.

 
Toplam blog
: 149
: 652
Kayıt tarihi
: 07.04.10
 
 

Sazsız söze ezgiler diziyoruz, birer birer. "Kim" olduğumuzun belli olmadığı bu dünyada K..