Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '21

 
Kategori
Deneme
 

Türkçeyi Kaybettik, Suçluyuz!

Güzel dilimiz Türkçenin günden güne yozlaştığını, daraldığını ve merkezden uzaklaştığını görmek elbette Türkçe sevdalılarını üzmektedir. Sadece Türkçe sevdalılarını değil aslında Türkçeyi “Türkçe” konuşan herkesi üzmektedir.

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Türkçem benim ses bayrağım!” demesi ve bir dili o milletin özgürlük sembolü olan bayrak ile özdeşleştirmesi boşuna değil elbet. Dil bir milletin bağımsızlığının, ayakta durmasının karşılığıdır. Bir ülke diliyle var olur, diliyle yaşar.

Dahası dil, medeniyet kapısında ilk eşiktir. Medeniyetin varlığı dilsiz düşünülemez. Dil çalışmalarıyla tanınan yetkin sanatçı Nurullah Ataç bu durumu şöyle özetlerken haksız da değildir: “Dil, bir medeniyet olayıdır. Bir medeniyetin kurduğu dil, başka bir medeniyetin düşündüklerini söyleyemez. Yetmez onu söylemeye. Bir ulus, medeniyetini değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır.”

Dil; birliğin, beraberliğin delilidir. Farkına varılsın ya da varılmasın; dil birliği aslında millet birliği, düşünce birliği demektir. Ziya Gökalp “Türklüğün vicdanı bir/Dini bir, imanı bir/Fakat hepsi ayrılır/Olmazsa lisanı bir” derken dilin aslında her türlü değerden önce gelen bir zorunluluk olduğunu haykırmıştır.

Türkçemizin yozlaşmasında teknolojik gelişmelerin payı inkâr edilemez. İnternet dili; doğru cümleden, estetik sözden yoksun ne yazık ki. Sanal ortamda sunulan görüntüler ve fotoğraflar bozuk Türkçe ile verilmekte, hırpalanmış Türkçe bilinçaltında kendine yer bulmaktadır. Sanal ortamdaki konuşmalar, yazışmalar başı sonu belirsiz bir Türkçe ile “iş görmektedir” güya.  Özellikle gençlerin “yav”lı, “ulan”lı, “peh”li, “vavv”lı ünlemlere boğulmuş cümleleri daha doğrusu “cümlecikleri” sanal yazışmaların vazgeçilmez ögeleri oldu.

Sesli harflerden yoksun mesajlaşmalara ne demeli? “Merhaba”nın mrb, “selam”ın slm, “tamam”ın tmm olduğu mesajlaşmalar aldı başını. Yürek dolu söz içermesi gereken dualarda da sessiz harfler kayıp: “Allah’a emanet ol” duası “AEO” oldu. İyi dilek temennileri artık en az sözle işi kurtarıyor: “Kendine iyi bak” dileği “KİB” oldu gitti. Noktasız, virgülsüz kısaltmalar; çırpınan Türkçeye bir tekme daha savurdu. Soğuk, donuk, ruhsuz ve kimliksiz harf yığınlarıyla eğer duygular böyle ifade ediliyorsa, bu duyguya sahip olan insanın zihniyetini ve niteliğini varın siz tahmin edin! “Bu dil, ağzımda annemin sütüdür.” diyen Yahya Kemal, sütün mevcut hâlini görse kim bilir ne kadar kahrolurdu?

Gazete ve dergilerde durum sanki farklı mı? Başlığı içeriğiyle uyumsuz yazılar, hakaret içeren manşetler, anlatım bozukluğunun elini kolunu sallayarak gezdiği köşe yazıları arzı endam ediyor. Fotoğrafın, altındaki yazıdan; yazının, üstündeki fotoğraftan haberi yok. Gazete ve dergi editörlerinin satış rakamlarını ilk sıraya koyduğu düzenden ne bekliyorsunuz ki: Güzel Türkçe mi, doğru cümle mi, estetik ifade mi? Boşverin Allah aşkına!

Çevirilerin dili apayrı bir sorun. Türkçenin gramer yapısına uydurulmamış cümleler, çok satan “ucuz” çeviri kitaplarında alıcılarını bekliyor! Hâlâ kendi yerini arayan cümlelerden oluşan çeviri kitapları... Bu kitapları okuyan insanların konuşmasının nasıl olacağını hesap edin. Cervantes, Don Kişot’u konuşturduğuna pişman; “Anna Karenina aslında öyle söylemedi!” demekten Tolstoy’un dilinde tüy bitti; Victor Hugo, Jean Valjean’la birlikte Sefiller’i oynuyor! Zaten “popüler” diyerek tezgâhtar üslubuyla satılan kitaplar ayrı bir dert. Üstüne bir de bu bozuk Türkçeli çeviri eklenince iş iyiden iyiye içinden çıkılmaz hâl alıyor.

Kimse kızmasın ama Türkçenin yozlaşması konusunda eğitimciler, konuyla ilgili kurumlar sorumluluk sahibidir. Fakat burada da durum, Necip Fazıl’ın ifadesiyle tam anlamıyla “bodrum”. Edebiyat öğretmenleri, hâlâ karşılarına aniden çıkan bir duruma ya da eşyaya, abartılı şaşırma ünlemiyle “Yok artık!” diye nara atıyorsa öğrenci, varlıkla yokluğu nasıl ayırt etsin?  Okul müdürü konuşurken “Her Allah’ın günü yaramazlık yapıyorsunuz?” diyerek Allah’ın tek olduğuna inanan öğrencilerin aklını “Her Allah” sözüyle karıştırıyorsa öğrenciler ne yapsın?

Televizyondaki diziler, haber programları, filmler, reklamlar âdeta Türkçeyi yozlaştırmak için el ele vermişler! “Başlamak” yerine start almak, “tasarım” yerine dizayn, “tamam” yerine okey kullanmak âdetten oldu. İnsanların günlük konuşmalarına “bizden” olmayan ne kadar çok sözcük girdi. “Kamusa (sözlüğe) uzanan el, namusa uzanmıştır.” diyen Cemil Meriç’in kemikleri sızlamıyor mudur sizce?

Cümleler “bizden” olmayan sözcüklerden oluşunca cümleler de “biz”i anlatmıyor artık: “Büyük kentlerde fast-food yaygınlaştı.”, “Prime-time yaratmak lazım.”, “Az daha egzersiz yapmalıyız.” Bu cümleler, iki medeniyetin çarpışmasını o kadar net yansıtıyor ki cümleyi bitirdiğinizde “Hangi dil kazandı?” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Emre Kongar, Yozlaşan Medya ve Yozlaşan Türkçe kitabında medyada kullanılan dili “televole” dili olarak tanımlamıştır ve haksız da değildir: “Oha falan oldum!”, “Şeker, baksana! ”, “Kal geldi ayol! ”, “Ayıpsın birader!”. İnanın “Türkçenin ruhuna el Fatiha!” diyesim geliyor da zor tutuyorum kendimi.

Şarkıların dili, o şarkıyı dinleyene “Unut Türkçeyi!” der gibi: “Kıl oldum abi!”, “Napcaz şimdi, yatcaz şimdi.” “Hüüüp!”, “Ya gel bana sahici sahici ya da anca gidersin.”, “Asabiyetten tırlatıyorum, aklımı baştan fırlatıyorum.”, “Yatcaz kalkcaz, hoop ordayım.”, “Bandıra bandıra ye beni, hiç doyamazsın tadıma!”, “Hey Corç versene borç, olmaz Maykıl bende de yok!”, “Bir Japon’a âşık oldum, vakarimasu takarimasu, o gözler içimi yakarimasu, beşi bi yerde takarimasu!” 

Dükkânlar, marketler, mağazalar artık yabancı isimleri daha ayrıcalıklı ve kaliteli zannetmeye başladı. Bazı caddelerde gezdiğinizde hangi ülkede olduğunuzu unutacak durumda oluyorsunuz. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” sözünü mırıldanmadan karşıdan karşıya geçemiyorsunuz.

İşin kötü tarafı bozuk konuşmayı kimsenin yadırgamaması. Yanlış sözcüğe, eksik cümleye, bozuk ifadeye boyun bükenlerin sayısı arttıkça bozuk Türkçe yerleşecek ve doğru, güzel konuşan insanlar neredeyse yadırganmaya başlanacak. Doğru cümlenin anlaşılmadığı meclisleri düşünmek bile istemiyorum. Ve Oktay Sinanoğlu’nun şu acı ama gerçek uyarısına kulak vermek gerektiğini düşünüyorum: “Türkçe giderse Türkiye gider!”

 
Toplam blog
: 12
: 537
Kayıt tarihi
: 12.02.16
 
 

Konya'da Edebiyat Öğretmeni. Eğitimci-Yazar. İstanbul Üniversitesi mezunu. Urfalı ..