Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '13

 
Kategori
Dil Eğitimi
 

Türkçeyi savunmak görevi

Türkçeyi savunmak görevi
 

Türkçeyi Savunmak Görevi adlı yazımın yer aldığı dergi, Ekim 1981, sayı: 358


Türkçe, günümüzden bin iki yüzyıl gerilere dek uzanan, tarihsel bir dildir.  Orhun Yazıtları bu savı doğrulayan geçerli baş belgedir.

Toplumsal gelişmeye koşut olarak Türkçe de gelişmiş ve değişmiştir. On birinci yüzyıldan başlayarak Arapça ve Farsça dillerinin saldırısına uğrayan dilimiz yer yer  kendini savunmak durumunda kalmıştır. Kaşgarlı Mahmut 1072 yılında Divanü Lügat’it Türk  adlı yapıtıyla buna çalışmış ve başarmıştır. Türkçenin Arapça ve Farsçadan üstün olduğunu gösterirken bununla kalmıyordu; Türkçenin varsıl  ve tarihsel yönden eski bir dil olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. 

 Osmanlı Devletinin altı yüzyıllık döneminde  Türkçe yazmak ayıplanır olmuştu. Arapça ve Farsça devlet katında - resmi yazışmalarda - devlet dili olmuştu. Devlet desteğinde yabancı kökenli sözcükler, yine başka dilden gelen sözcüklerle bir araya gelerek tamlamalar oluşturuyordu. Böylesine yapay bir dil eğitim kurumlarında (medrese) öğretiliyor, topluma egemen kılınmaya çalışılıyordu. 

Osmanlı Devleti döneminde yalnız Arapça, Farsçanın etkisi olmamıştır dilimize. Batı kökenli dillerin de etkilerini duymuş ve yaşamışız. Tanzimat döneminden başlayarak batılılaşmak tutkusu  halktan uzak yönetici ve aydınları sarmaya başlamış. Bu vurdumduymazların öykünmeleri dün nasıl Arapça ve Farsçayaysa; bugün de Fransızcayaydı, İngilizceyeydi. Böyle davranmayı batılılaşmak, uygarlaşmak sanıyorlardı. 

Osmanlı devlet yapısı  değişik uluslardan oluşuyordu. Dilde böyle davranması doğaldı. Çünkü  ulusal toplum olmayan Osmanlı toplumunun “ulusal dili” de olamazdı. Bu nedenle geleceğini uydurma, yapay bir dil olan Osmanlıcaya bağlıyordu.

 “Kafasını kılıçla gövdesinden ayırdı.” Türkçedir; bunu demek için “ Mikrâs-ı tig ile gerden-i kâfur –iltibasından fark-ı pürlemeânını cüda kıldı.” tümcesi Osmanlıcadır. Bu örnek Osmanlıcanın nasıl bir dil olduğunu gösteriyor . Bırakın halkı, o yıllarda medresede okuyan öğrenciler ve aydınlar bile zorluk çekiyordu bu dili anlamakta. Peki amaç neydi? Neden bu dili topluma egemen kılmaya çalışıyordu Osmanlı. “Kişi kendi diliyle düşünür.” diye bir dil kuralı vardır. Bu kuralın yaşama geçmemesi için böyle bir yol tutuyordu Osmanlı yöneticileri. 

Devlet yönetimi böyle davranmasına karşın, halk konuşma dilini günlük yaşamında kullanıyor; oluşturduğu dil geleneğini sonraki kuşaklara bırakıyordu. Türk halkı Türkçeyi Osmanlıcanın karşısında böyle savunuyor ve yaşatıyordu. Halkın oluşturduğu “ dili savunma ve yaşatma” geleneği dilin yaşaması, boy atması için yetmiyordu. 1910’larda Türkçe, yazarlarca savunulmaya, yabancı kökenli sözcükler yerine Türkçe sözcükler kullanılması gerektiği dile getirilmeye başlanmıştı. Bu uğraşlar sonuç vermiyordu. Sorunun çözümü “ ulusal devleti  ” kurmaktan geçiyordu.

Yıl 1919’ları gösteriyordu.Yıkılan,çöken imparatorluğun yerine ulusal bir devlet kurulması için haklı savaş başlıyordu. Öylesine kutsal ve yüce bir savaş. Tarih “Ulusal Bağımsızlık Savaşı” diye adlandırıyordu  bu savaşı. Dört yıl sürdü. Önce toprağın bağımsızlığı sağlandı. Başka uluslara yol gösterdi ayrıca. Bağımsızlığını kazanan Türk ulusu, ulusal devletini de kurmuştu artık. Bundan böyle “ ulusal dilini “ , “ ulusal kültürünü” oluşturmaya koyuldu.                                                                    

Büyük Atatürk kimseye bırakmadan “ulusal dil” sorununu kendisi üstlendi. Uzun toplantılardan, tartışmalardan sonra “dilde devrim” yöntemi kabul edildi. Büyük Atatürk’ün “Ya üç ayda olur , ya hiç olmaz.” (1) dediği yazı devrimi dilde devrim için atılan ilk adımdı.

Atatürk’e gelinceye değin Türk tarihinde “ulusal devlet” görülemez. Ancak Atatürk’le boy atarız ulus olarak.Bu nedenle “Türk’ün atası” deyimi yerinde olduğu gibi, tarihsel gerçeğin de kendisidir. 

Ulusal devletimizin kurucusu Büyük Atatürk, ilk kez geometri dersi için “üçgen , dörtgen , boyut , yüzey , yatay, dikey, düşey, taban, ayrıt, eşit, artı...” sözcükleriyle dilde devrimi başlatıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında dilimizde bulunan yabancı sözcük oranı %70’lerden şimdi %10’lara düştü. Büyük Atatürk’ün 1930’da, ”Ülkesini , yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”  buyruğu gerçekleşiyordu.

Türkçe bunca yol aldıktan sonra Arapçayı, Farsçayı savunmak nasıl açıklanabilir?! Olsa olsa “Kişi kendi diliyle düşünür.” kuralını yaşama geçirmemektir. Dün bu yöntem sonuç vermiş midir? Hayır vermemiştir. Bugün de vermeyecektir 

Bugün Türkçe sözcüklere karşı çıkanlar şöyle demektedirler: “Türkçenin kuralları vardır; bu kurallara karşın sözcük türetiliyor. Veya ekler rasgele kullanılıyor. Ad köküne ulanması gerekenler eylem köküne, eylem köküne ulanması gerekenler ad köküne ulanmaktadır. Az işlek eklerle sözcük türetilmektedir. Bu türetilen sözcükler uydurmadır.” diye “Kişi kendi diliyle düşünür.” kuralına karşı çıkmaktadırlar .      

Kurallara böylesine sarılanlar bakın neler ediyor: “Came-şûy’dan – çamaşır , guuşe’den – köşe , nerdûbân’dan – merdiven , cehârşenbih’den – çarşamba , pencşenbih’den – Perşembe” (2) türetmek, daha doğrusu uydurmak Türkçe oluyor. Hani dilin kuralları nerede kaldı? Rasgele Arapça, Farsça sözcükleri almak, kullanmak “Türkçe düşündürmek” istemeyenlerin işi olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Bu göstermelik kuralcılar bakın nelere uydurma diyor:

 “ Sözcük (söz-cik), sözlük(söz-lik), seçenek(seç-enek), görenek(gör-enek), örnek(ör-enek), denetmen(dene-t-men),öğretmen(öğret-men),sayman(say-men),yönetmen(yönet-men),çevir-men(çevir-men),danışman(danış-men) bu sözcüklerin kök ve ekleri dilimizde var. Ayrıca, dilimizin ses uyumu kurallarına uymaktadır. Peki bunların neresi uydurmacadır.

Dilimiz dünden daha gür ve güçlenerek gelişmektedir. Yapılması gereken yaşamımızın her alanında “Türkçe düşünmek,Türkçe konuşmak” tır. Aydınımızdan, dil uzmanına, bilim adamımıza ve tüm yurttaşlara düşen görev budur. Bunu başardığımız oranda dilimiz yaşayacak ve boy atacaktır.

 

 ( Türk Dili , Ekim 1981 , sayı 358 , sayfa 252-253 )

 

1. Türk Dili , Mayıs 1981 , s .  670       

2 .Nihat Sami Banarlı , Türkçenin Sırları , 1972,

     s. 146 /1 , 291 / 1

 

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..