Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '16

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Türkiye’de ekonomik gerçekler…

Türkiye’de ekonomik gerçekler…
 

Biz ekonomimizi bir yerlere göre yönlendirip, gidişatı örtmek için değişik siyasi oyunlar oynuyoruz. Bu da ekonomik dinamiklerin daha da kötüleşmesine neden oluyor.

Örneğin; ülkeyi yöneten Başbakan, “Dolar, dolsa ne olur, dolmasa ne olur. Birileri kasalarını dolduruyor” diyebiliyor. Halka aydınlatıcı bilgi vermesi gereken gazetecilerden birisi, “Dolar şu fiyata çıkmış bana ne ABD düşünsün” derken, ekonomiden ne kadar habersiz olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Döviz fiyatları hızla artarken, ekonomi bakanı ekonominin iyiye gittiğini, devalüasyon olmadığını söyleyebiliyor. Oysa son üç ayda ekonomiyi tepe taklak getirecek devalüasyon yapıldı.

Paramızın hızla değer kaybetmesi, her geçen gün kendini hissettirirken, ihracatçılar hallerinden memnun görünüyor. Oysa ülke ekonomisinin ihracatı “İkame mallarla” (ithal edip, üretilerek ihraç edilen ürünler) yürütülüyor.

Gelelim paramızın bu kadar hızlı değer kaybetmesine;  

Öncelikle ABD’de yapılan ve Trump’u zaferi ile sonuçlanan seçimler bizim gibi “Kırılgan” ekonomileri vurdu.

Trump şokunun dünya ekonomisi üzerindeki etkileri hala devam ediyor. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından büyük fonlar, kurumlar vergisinin indirileceği, altyapı harcamalarının artırılacağı vaatlerini dayanak yaparak hisse senetlerine akın ettiler. Böylelikle borsa uçuşa geçerken, sattıkları devlet tahvillerinin fiyatları geriledi, getirileri yükseldi. Bu hamlelerle vergi gelirleri düşerken, kamu harcamalarının sıçrayacağı beklentisi, bütçe açıklarını tırmandıracak, haliyle Amerikan hazinesi de daha fazla borçlanmak zorunda kalacak.

ABD kamu kağıtlarının getirilerinin daha cazip hale gelmesiyle, yatırım fonları Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “gelişen ülkeler” tabir edilen piyasaları terk etmeye yöneldiler. Uluslararası Finans Enstitüsü’ne (IIF) göre seçim sonrası, bu ülkelerden 7 milyar dolarlık çıkış gerçekleşti. Doğal olarak Türkiye benzeri ülkelerin yerel paraları değer yitirdi.

18 Kasım günü Başbakan Binali Yıldırım başkanlığında toplanan Ekonomi Koordinasyon Kurulu, “piyasalardaki hareketliliğin esas itibariyle dünya kaynaklı” olduğu tespitini yaptı.

Peki, bu teşhis doğru mu?

Basına yansıyan haberlere göre, 24 gelişen piyasa parası arasında TL yüzde 14 ile “en fazla düşen” para birimi sıfatını kimseye kaptırmadı. ABD seçimlerinden bu yana da, Güney Afrika Randı (%7.92) ve Brezilya Reali (yüzde 5.68) en fazla gerileyen para birimleri oldu.

Trump’la birlikte ilk hamlede yüzde 10 değer kaybına uğrayan Meksika Pezosu bile toparlanarak, zararını %4.09’a çektiğine göre, TL’nin tepetakla oluşu sırf küresel gelişmelerle açıklanamaz. Çünkü Meksika’nın dış ticaretinde ABD faktörü belirleyici bir ağırlık taşıyor. Orta Amerika’nın bu en büyük ülkesi, ihracatının %84’ünü NAFTA çerçevesinde ABD ve Kanada’ya gerçekleştiriyor. 2015’te sırf ABD’ye 380 milyar dolarlık satış yapılırken, otomotiv sektörü tek başına 90 milyar dolar döviz kazandırmıştı.

Hâlbuki Türkiye’nin dış ticaretinde Washington’un egemen bir konumu yok. 2015’te ABD’ye %4.4 payla 6.4 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirildi.

2016 Ocak-Eylül döneminde de, hem ihracatta, hem de ithalatta ABD Türkiye’nin 5’nci sıradaki partneri konumunda bulunuyor.

Döviz hareketlerinde dış ticaret performansı tek başına belirleyici olmamakla birlikte, TL’deki değer kaybının, Türkiye ekonomisinde hissedilen sarsıntının tek başına küresel dinamiklerle açıklanamayacağı da ortada.

Türkiye bilindiği gibi, “Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika” ile birlikte “kırılgan beşli” arasında yer alıyor. 18 Kasım tarihli The Economist dergisine göre, tüm bu ülkeler son üç yılda yabancı kaynak girişlerine bağımlılıklarını azaltmak için cari işlemler açıklarını daralttılar. Ne var ki, Türkiye’de ekonomi daralırken, cari işlemler cephesinde de son aylarda işler yolunda gitmiyor. En son açıklanan eylül rakamlarına göre, cari işlemler 1.7 milyar dolar açık verdi. Son 12 ayın açığı ise 32.4 milyar dolarla 2015 rakamını az farkla da olsa geride bıraktı.

Ödemeler dengesindeki bozulmayı en açık enerji faturasından izlemek mümkün. Yılın ilk dokuz ayında enerji faturası 10 milyar dolar daralmasına karşın, düşen ihracat ve turizm gelirleriyle cari açık yerinde sayıyor. Türkiye’nin ihracatının büyük ölçüde ithal girdisi yüksek, düşük katma değerli ürünlerinden oluşması, TL’nin değer kaybının dahi döviz girdilerinde bir sıçrama yaratmasına izin vermiyor.

AKP’li yıllarda kamunun dış borçları yavaş bir tempoda artarken, özel sektörün dış borçları şaha kalkıyor. Özellikle 2007 bir kırılma noktası olmuş, GSMH son 8 yılda 71 milyar dolarlık bir artış sergilerken; toplam dış borçlar 172 milyar dolar, özel sektörün dış borçları ise 138 milyar dolar kabarmış.

Diğer bir ifadeyle, AKP’li yıllar ekonominin yabancıların tasarruflarıyla büyüdüğü, genç nesillerin geleceğinin ipotek altına alındığı bir dönem olmuş.

Özel sektörün dış borçlarıyla, finans dış kesimin döviz borçları birbirine paralel seyretmiş. Bunun yorumu; reel kesim, dış borcunu artırırken bankacılık sektörü de aldığı dış borçları bu kesime döviz kredisi olarak yönlendirmiş. Gelinen noktada, özellikle döviz kazanmayan sektörlerin ve tökezleyen turizm sektörünün yabancı para cinsinden borçları, patlamaya hazır bir saatli bomba gibi ekonomiyi tehdit altında tutuyor.

Orta Vadeli Program’ın 2017 yılı için ortalama 3.18 TL dolar kuru varsayımının şimdiden yerle bir olması, hem kredi riski, hem de enflasyon riski nedeniyle nasıl bir tehdit altında bulunduğumuzun en açık belirtisi.

Aslında fazla söze gerek yok. Kriz tehdidinin konuşulduğu şu ortamda, iktidar ekonomistlere kulak vermelidir.

Temmuz-Eylül dönemini kapsayan işgücü istatistikleri, işsizlik oranının 11.3’e, tarım dışı işsizlik oranının %13.7’ye tırmandığını gösteriyor. 15-24 yaş grubunda tarım dışı işsizlik oranı %32.4. Diğer bir ifadeyle her üç şehirli gençten biri işsiz.

“Normal” zamanlarda ekonominin görünümü bu iken, bir de iflaslar başlarsa, sosyal bir felaketin patlaması kaçınılmaz hale gelir.

Tüm bunlar sorunun istatistiklere yansıyan boyutları. Bir de politik riskler, hukuksal defolar var.

İki sınır komşusu Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstermeyen; politikacılara-gazetecilere tahammülsüzlüğünü hapse tıkarak ifade eden; yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü tartışmalı bulunan; bürokrasisinde liyakat kurallarının uygulanmadığı; Cemaat’e yönelik operasyon kapsamında keyfi biçimde mallara el konulduğu, şirketlerin kayyuma devredildiği izlenimi veren; maliyenin vergi denetimi yaparken politik saiklerle davrandığı kanaati yaygın olan bir ülke, hele bir de dış borç ödemelerinin üzerine cari açık finansmanı eklenince 200 milyar doların üzerinde taze dış kaynağa ihtiyaç duyuyorsa, bir kriz endişesi taşımak için çok neden var demektir.

Ne yazık ki bunun da ceremesini, belki dövizle hiç alışverişi bulunmayan sade emekçi, emekli, memur çekecek.

İşçiler artan hayat pahalılığıyla, işyerinin kapısına konularak veya ücretini geç-eksik alarak öder…

 
Toplam blog
: 3842
: 3093
Kayıt tarihi
: 23.03.08
 
 

Antalya'da 1956 yılında doğdum. Emekliyim, Üniversite mezunuyum. Evliyim, bir oğlum var Mimar. Gü..