Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Türkiye'de İslâm'ın ve müslümanların temsilcisi Hilmi Yavuz mu?

Türkiye'de İslâm'ın ve müslümanların temsilcisi Hilmi Yavuz mu?
 

Bilindiği gibi, ülkemizde toplanan Avrupa Yazarlar Parlamentosu toplantılarına onur konuğu olarak,, Nobel ödüllü Hint asıllı İngiliz yazar V. S. Naipaul davet edilmişti.

Ancak “İslâm’a ve Müslümanlara hakaret ettiği” gerekçesiyle sayın Hilmi Yavuz’un başlattığı bir girişimle kendisi protesto edildi ve sonuçta Naipaul de haklı olarak ülkemize gelmekten vazgeçti.

Sayın Hilmi Yavuz’a, bu girişiminde kendisini destekleyen diğer yazarlara, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Kültür Bakanlığı'na ve hükümet yetkililerine ben sormak istiyorum:

Naipaul’ü geri püskürtmekle ne kazandık?

Bir protesto eyleminin başarıya ulaşması için, söz konusu olan fiilin yapılmasına ya da yapılmamasına engel olunması gerekir.

Bu olayda karşı çıkılan şey, Naipaul’ün “İslâm’a ve Müslümanlara hakareti”dir.Yazar bu durum karşısında artık İslâm’a ve Müslümanlara hakaretten vaz geçmiş midir? Aslâ…

Tam tersine, çağrıldığı bir toplantıya katılmasını bile kabullenemeyecek kadar, kaba, anlayışsız ve hoşgörüsüz aydın(!)ların bulunduğu Türkiye’nin de bir müslüman ülke olduğunu düşündükçe “demek ki haklıymışım” demekten kendini alamamıştır.

Ben isterdim ki, daha önce söyledikleri ve yazdıkları sebebiyle Müslüman bir ülkeye gelmekten kendisi biraz çekinsin, ama ısrarla gelmesi sağlanarak, ülkemizi, İslâm’ı ve Müslümanları yakından tanısın ve sahip olduğu negatif duygulardan arınsın, yazdıkları söyledikleri için kendi vicdanında pişmanlık duysun.

Böyle bir imkânı ve fırsatı kullanamadığımız için ne kadar üzülsek azdır.

*****

Türkiye gerçekten garip bir ülke. Her şey o kadar iç içe geçmiş ki, kişilerin de kurumların da sorumlulukları sanki birbirine karışmış.

Laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle ikide bir kızsak da, karşı çıksak da, ülkemizde “Diyanet İşleri Başkanlığı” gibi bir kurum var.

Hem halk nezdinde, hem devlet nezdinde Müslümanları o temsil ediyor.

Peki, İslâm’a hakaret ettiği iddiasıyla bir yazarın ülkemize gelmesine eğer karşı çıkılacaksa, -ki bunu tasvip etmenin mümkün olmadığını bir kere daha altını çizerek belirtmek istiyorum- Diyanet’ten böyle bir talep gelmesi gerekmez miydi?

Hilmi Yavuz, neden böyle bir görevi üstlenip bir “istemezük kampanyası" açmıştır, kendisinde bu yetkiyi nerden bulmuştur, doğrusu ben merak ediyorum.

Sayın Yavuz'un bu kadar dinî ve İslâmî hassasiyeti var mı, varsa da böyle kritik bir konuda Müslümanları ve Müslümanlığı temsil yetkisi bulunuyor mu, bunu da öğrenmek istiyorum.

Kişisel olarak herkesin kendi düşüncesini ifade etme özgürlüğü olduğu için, Hilmi Yavuz da bu düşüncesini açıklamış olabilir.

Peki bu durumda Diyanet yetkilileri, uluslar arası bir toplantıya davet edilen bir yazarın, “İslam’a ve Müslümanlara hakaret ettiği” iddiasıyla ülkemize gelmesini engellemek için açılan bu kampanyadan bir rahatsızlık duymamışlar mıdır?

Bu şekilde İslâm’ın ve Müslümanların daha çok zarar göreceğini düşünmemişler midir?

İslâm aleyhtarlığının haklı sebeplere dayandığı gibi bir gerekçeyi, kendi elleriyle yarattıklarının farkına varmamışlar mıdır?

Türkiye için olumsuz bir gelişme olan bu duruma Kültür Bakanlığı nasıl seyirci kalmıştır?

Milyonlarca dolar harcayarak ülkemizi dünyaya demokrat ve özgürlükçü bir ülke olarak tanıtabilmek için gece gündüz gayret gösteren hükümet, bir anda bütün emeklerini boşa çıkaracak bu olumsuz davranışa niçin ve nasıl göz yummuştur?

*****

Kendinden ve inandıklarından emin olan insanlar tartışmadan korkmazlar.

Evet, tartışmanın da bir kuralı, bir âdâbı olmalı elbette. Hemen her alanda olduğu gibi bu konudaki tek kriter, söylemlerin fikir boyutundan hakaret boyutuna gitmemesi ve fiili bir eyleme dönüşmemesidir.

Naipaul’ün İslâm aleyhinde ve Müslümanlar hakkında tam olarak neler söylediğini bilemiyorum. Belki müslümanları biraz bağnaz, peşin hükümlü, hoşgörüsüz olarak nitelendirmiş olabilir. Böyle düşünmediyse bile bundan sonra böyle düşüneceği kesindir.

Ya da İslâm dünyasının geri kalmışlığından, müslümanların -temizliği emreden bir dine mensup olmalarına rağmen- yeterince hijyenik kurallara riayet etmediğinden de bahsetmiş olabilir.

Hatta, dünyada estirilen rüzgar doğrultusunda, güçsüzlüğün, ezilmişliğin acısını ikide bir "tekbiiir" diye bağırıp bir yerlere saldırmaya yeltenenlere bakarak, İslâm'ın terörü desteklediği tezini bile savunmuş olabilir.

Bu tür iddiaların içinde doğruluk payı bulunduğu gibi, ülkemizde de benzeri fikirleri savunan pek çok kişi bulunduğunu biliyoruz.

Eğer bu söylemlerin yanlış bilgilenmekten kaynaklandığını düşünüyorsak, bunun doğrusunu ortaya koymak ve yanlış bilginin düzeltilmesini sağlamak zorundayız.

Yoksa böyle söylemlerin sahiplerini bu ülkeye sokmamak, bize olumlu katkı sağlayacak bir başarı değildir.

İslâm selâmet yurdudur, öyle olmalıdır. Müslüman da insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Müslüman bir ülkeye konuk olmaktan korkanlar, bu ülkenin yazarlarını da yarın başka bir ülkede yapılacak toplantıya çağırmazlar, hatta o ülkelere sokmazlar.

İslâm ve müslümanlar, problem değil, problemlere çözüm üretmelidirler.

Burada üzerinde önemle durulması gereken bir konu, müslümanların kendi iç dünyalarında bir otokontrol sistemini geliştirmeleridir ki, bunu müstakil bir blogda ele almak lazımdır.

Öte yandan her doğruyu herkes mutlaka kabul edecek diye bir kural da yoktur. Zaten böyle bir şeyi başarmak mümkün de değildir.

İşte burada, herkesi olduğu gibi kabul edip, birlikte yaşamanın yolunu açan demokrat anlayış devreye girer. Yoksa gücü yetenin beğenmediği fikirlere sahip olanı engellemesini bir çözüm zannedersek, yüzyıllar öncesine geri dönmekten başka bir şey yapmış olmayız.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..