Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Dr Barış Çakır Burun Akademi

http://blog.milliyet.com.tr/burunakademi

08 Mart '15

 
Kategori
Estetik / Güzellik
 

TÜRKİYE’DE KADIN HEKİMİN TARİHİ


 

Dünya  kadınlar gününde, Prof Dr Nermin Ersoy'un  "Türkiye'de kadın doktorların tarihi" adlı makalesini yayınlamak istiyorum. 

www.bariscakir.com

 

 

 

Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.

Mustafa Kemal Atatürk

 

Aslında ülkemizde kadın hekim olmanın tarihini Türkiye’nin tarihi ile başlatmak yanlış olmayacaktır. Çünkü Türkiye adının 12. Ve 13. Yüzyıllarda bazı hanedanlıklar tarafından kullanıldığı, Genç Osmanlılar tarafından Türkeli, Türkîli gibi adlar önerildiği söylense de Osmanlı Devleti bu ismi kullanmamıştır. İlk Büyük Millet Meclisi 1921 yılında Anayasa’da ülkenin ismini Türkiye olarak yazmış, 1923 yılında da Türkiye adı resmi olarak kabul edilmiştir. Kadınlar da tıbbiyeye bu tarihlerde kabul edilmeye başlanmıştır. 

Bu gelişimi daha iyi anlayabilmek için 80 yıl kadar geri gitmek gerekmektedir. Çünkü Osmanlı Devletinde erkeğe tanınan büyük ayrıcalıklar karşısında kadına karşı katı bir tutum takınılmış, Türk kadını peçe altına kafes arkasına mahkûm edilmiştir. Sıdıka Tezel bunu, “Osmanlı toplum, yapısı cinslerin ayrılığı üzerine kurulmuş iki ayı dünyadan oluşmuştu. Erkeğin dünyası kamusal, kadının dünyasıysa özeldi, mahremdi ve ailenin içinde idi. Eve kapatılıp çarşaf giymeye mahkûm edilen kadının, toplum hayatındaki rolü önemli ölçüde sınırlanmıştı” diye açıklamaktadır.

Osmanlı Devletinde kadın, eğitim hizmetlerinden de yoksun bırakılmış, erkeğin, hukuksal ve sosyal üstünlüğü kadını iyice güçsüzleştirmiştir. Böylece, kadın çok eşten biri olmuş, mirastan pay alamamış, eşinin istediği zaman boş düşmüş, hatta mahkemede şahitliği erkek şahidin ifadesinden değersiz kabul edilmiştir. Kadınlara ücretli çalışma hayatı kapalı tutulmuştur.

Kadının, bir kişi olarak kabul edilmesi, dolayısıyla yasal haklar elde etmesi, eğitilmesi, sosyal ve profesyonel yaşama dâhil edilmesi on dokuzuncu yüzyılın ortalarında başlamıştır. Her ne kadar kadının tarihinde 1843 yılında başlayan ebelik eğitimi dönüm noktası gibi görülse de, kadının bir mülk olmadığı fikrinin hayata geçirildiği yıl 1856’dır. Artık kadın köle ve cariye olarak alınıp satılamayacaktır. Oysa bu tarihten iki yıl önce (1854) topraklarımızda savaş yararlılarımıza bakan 11 İngiliz asilzade hanım modern hemşireliğin temellerini atmışlardır. 

Ebelik eğitimi görebilme şansı genç kızlarımızı heyecanlandırmış olsa da müslüman bir kadının evinden başka bir yerde bir erkekten ders almasına izin çok zor çıkmıştır. Tüm güçlüklere rağmen kadınlar, perde arkasından erkek tıbbiye hocalarından ders almaya başlamışlardır. Öğrencilerin 2/3 si Hıristiyan olsa da ebelik eğitimi kadının sosyal hayatın içine girmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Ebeler artık erkek olan hekimler gibi tayin ediliyor, işi karşılığı devletten maaş alıyor, ödüllendiriliyor, cezalandırılıyor, hatta yeni ebeler yetiştiriyordur.   

1869 yılında kızların temel eğitimi için getirilen zorunluluk kız öğretmen okullarının açılmasına fırsat tanımıştır. Yaşamın içinde daha çok yer edinen kadınlar, 1897 yılında işçi statüsünde, 1913 yılında da memur statüsünde iş hayatının içine girmişlerdir. 1914 yılında ise bazı alanlarda yüksek tahsil şansı elde etmişlerdir. 

Bu gelişmelerin yanı sıra yurt dışında eğitim yapmış, yurt dışı kongrelere katılmış olan erkek tıbbiye hocaları, hastanın iyileşmesi için kadına ihtiyaç olduğunu Osmanlı Devleti Yönetimine kabul ettirerek 1911-1912 yılında “gönüllü hastabakıcı kursu” açılmasını sağlamıştır. Dr. Besim Ömer (Akalın) Paşa’nın üstün gayretleriyle açılan bu 6 aylık kurs, eski tıbbiye binasında derslerine başlamıştır. Bu yıllarda patlak veren Balkan Savaşı kadın hastabakıcı gereksinimini daha net ortaya koymuş ve hastabakıcılığa karşı duruşlar zayıflamıştır. Böylece bir müslüman kadının başka bir erkeğe bakamayacağı taassubundan kurtulan Türk kadını hastanelerde, savaş meydanlarında hasta bakmaya başlamıştır. Dinin olumsuz etkisini yıkmak için Halide Edip Adıvar Hilal-i Ahmer Hastanelerinde çalışan Türk kadınlarının başını çekmiştir. Kadınların hasta tedavisindeki başarıları onların başka mesleklerde de çalışabileceğini göstermiştir. Bu konuda koşulları zorlamaya başlayan kadınlara Mahmut Sadık destek vermiş ve “Osmanlı hanımlarının hastabakıcılıktaki yeteneklerinin göz ardı edilemeyeceğini, kadınların fen ve eğitim alanında da söz sahibi olmaları gerektiğini” söylemiştir. Fakat bu söz yerini ancak Cumhuriyet kurulduktan sonra bulmuştur. 

Kurtuluş Mücadelesine başlandığı yıllarda (1919) İstanbul’da Arnavut köyü Amerikan Kız Koleji (Constantinople Women College) bünyesinde tıp fakültesi açılmasına karar verilmiştir. Eylül 1920 yılında cinsiyet ayrımı gözetmeyen fakültede derslere başlansa da dini yasaklar nedeniyle hiç müslüman kız öğrenci alınamamıştır. 1921-1922 döneminde ilk kez iki Türk kızı öğrenci olarak kabul edilmiş olsa da bu öğrenciler İstanbul Üniversitesine kız öğrencilerin kabul edilmesinden sonra buradan ayrılmışlardır.   

Cumhuriyet’e kadar Osmanlı uyruğunda yabancı kadın hekimlere çalışma izni verilmesine karşın, hiçbir kadın hekimlik eğitimi alamamış ve hekimlik yapamamıştır.  1921 yılında İslamcı yazarlar ve İslamcı yayın organları kadınların hekim olmalarının karşısında büyük kampanyalar yürüterek kadınların Tıp Fakültesine kabulünü önlemeye çalışmışlardır. Bütün yazılan ve söylenenlere rağmen, Dr. Besim Ömer Akalın bir kaç kız öğrenciyi kayıt ettirmeyi başarsa da dönemin Tıp Fakültesi Dekanı Dr. Akil Muhtar Özden bu kayıtları engellemiştir. Aynı yıl Ankara’da Meclis’in 121. Oturumunda Bursa Milletvekili Dr. Emin Erkul kızlara mahsus tıbbiye mektebi açılmasını önermiş, ancak öneri muhalefetin şiddetli karşı çıkışıyla sonuçsuz kalmıştır. 

Atatürk’ün 1923 yılında “Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının yegâne sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir” demiştir. Bu çağcıl düşünce ile Türkiye’de kadının yeri belirlenmiştir.

 

Milletler arası Kadın Kongresi, 1935

 

Türk kadının hukuk alanında gerçek eşitlikten yararlanmaları ise 1924 Anayasası'nın Seçme ve Seçilme hakkındaki 10. ve 11. Maddeleri ile 5 Aralık 1934 tarihli kanun, kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Bu nedenle Kurtuluşu izleyen yıllarda yapılan devrimlerin bir dizisi kadın hakları ile ilgilidir. 


Kadınların tıbbiyeye girmeleri de Cumhuriyet sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. İşgal altındaki İstanbul’da Darülfünün Grevi adıyla anılan öğrenci eylemleri nedeniyle kapanmış olan Tıp Fakültesi’nin yeniden açıldığı gün Anadolu’da Büyük Taarruz başlamıştır. Ardından İzmir’in kurtulması İstanbul Üniversitesindeki dengeleri değiştirmiştir. Bu başarı kızları yüreklendirmiş ve önemli mevkide olan kişileri bıktırıncaya kadar ziyaret etmeye başlamışlardır. İstanbul Üniversitesi Rektörü ve İstanbul’un ünlü kadın doğum uzmanı Besim Ömer Paşa’nın kararlılığıyla Haydarpaşa Tıbbiyesi’ne 7 kız öğrenci kayıt edilmiştir. İlk kez Müfide Kazım (Küley), Sabiha Süleyman (Sayın), Suat Rasim (Giz) ve İffet Naim (Onur) isimli kız öğrenciler, 5 Ekim 1922 tarihinde derse girerek yeni bir dönemi başlatmışlardır. İlk kez de 1927 yılında 6 kız öğrenci Tıp Fakültesini bitirmiş, 15 Ekim 1928 tarihinde de diplomalarını almıştır. Artık kadınlar hekimdir.

Kasım 1927 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde ilk kadın hekimlerle yapılan röportaj yayımlanmıştır. Yazıda “bu sene Tıp Fakültesinde tahsillerini tamamlayarak staja başlayan 6 kadın doktorumuza erkekler gibi Anadolu’nun her yerinde nasıl yaşayacaksınız “ diye sorduk. Onlar da “aslında doktorluk mesleği rahat yaşamak için değildir. Anadolu’ya hizmet kararımızı maddi düşüncelerle değil, insana hizmet amacıyla vereceğiz” dediler diye yazmaktadır. 

İlk kadın hekimlerimiz uzman olmak için de çok çaba saffetmişler ve Çocuk Hastalıkları, Patoloji ve Çocuk Cerrahisi ile Ortopedi uzmanlığı alanlarının ilklerini oluşturmuşlardır. Bu sıkıntılı sürecin ardından akademik hayatta da yer alan kadın hekimler öğretim üyesi, dekan, rektör, milletvekili ve sağlık bakanı (1971)  olmuşlardır. 

Bu nedenlerledir ki kadın hekim olmanın tarihi Türkiye’nin, yani Cumhuriyetimizin tarihiyle başlamaktadır.

Prof Dr Nermin Ersoy

 

 

 

 
Toplam blog
: 91
: 328
Kayıt tarihi
: 03.03.13
 
 

Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanıyım. Fulya Terastaki ofisimde hastalarımı kabul e..