Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '14

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye için tehlikeler: 1. Askeri Yönetim

Türkiye için tehlikeler: 1. Askeri Yönetim
 

ulusalkanal.com.tr


Bir ülke için korkulacak, olmasını istemediğimiz; aman ha dediğimiz tehlikeler, nelerdir? Ülkemiz için olmasını arzu etmediğimiz şeyler nelerdir? Onlar üzerinde düşünelim biraz.

Onlardan ilki  olarak ben askeri yönetimleri alıyorum. Askeri Yönetimler veya Devrim’ler; diğer yandan, bazılarının deyimiyle Darbeler… Bir ülkenin kaderine ne kadar etki edebilir? Çok mu diyorsunuz. Bir  bakalım.

Osmanlı Devleti Dönemi’ne geri dönecek olursak; II.Abdulhamit  döneminde ve ondan sonra da Devlet üzerinde rütbeli askerlerin görünen açık  hakimiyetleri; istenilen padişahların atanması, istenilenlerin tahtan uzaklaştırılması aslında Abdulhamit’ten önce de vardı. Yeniçeriler az mı Sadrazam’ın başını yemişlerdi; kaç tane Padişah kardeşinin kellesini cellat urganına teslim etmişlerdi. Ama II.Abdulhamit zamanında Ordunun içinden yetişen, Batı değerlerini ve bir bakıma üstünlüğünü kabul etmiş Paşalar, hangi devletin egemenliğini evla gördülerse onun arzularına hizmet ettiler ve Osmanlı Devleti’nin başına olmamış belaları getirdiler. Başta Enver Paşa, Talat ve Cemal Paşalar olmak üzere. Bu açıktan açığa Almanya yanlısı olan Paşalar, İngilizleri  ve onların muhiplerini fena halde kızdırıyorlardı.

Hele Enver Paşa, bir subay olarak hataları ve devlete müdahaleleri asla unutulamaz.

10 Ağustos 1914 sabahı, dev savaş kruvazörü  Goeben, Çanakkale Boğazı’na gelir. I. Dünya savaşı' nın daha ilk günleridir ve o kritik günlerde Türk karasularına gelen bu davetsiz misafire Enver Paşa tarafından  giriş izni verilir. Ardından Türk sularına giren gemi ve 16 ağustos 1914 sabahı İstanbul limanına demir atar.

Goeben ve ona iştirak eden gemi, birkaç gün içinde Osmanlı devleti tarafından satın alınacak ve Türk donanmasına katılacaklardır. Artık adları Yavuz  (Goeben) ve Midilli' dir (Breslau).

Hemen birkaç gün sonra, Osmanlı hükümeti  bir karar alarak, Alman İmparatorluğu' nun müttefiki olacak ve onların yanında savaşa katılacaktır. Bu kararın ardından, Yavuz ile Midilli, Hamidiye ve Berk kruvazörleri ile birlikte bir grup destroyeri de yanlarına alarak 28 ekim 1914 tarihinde gizlice demir alarak Karadeniz' deki Rus limanlarına hareket ederler.

Ertesi gün, 29 ekim 1914 tarihinde bu gemiler Novorossisk ve Sivastopol adlı Rus limanlarını topa tutarlar. Aynı gün içinde diğer Osmanlı savaş gemileri, en başta Gayret ve Muavenet gemileri olmak üzere diğer bir rus limanı olan Odessa' yı bombalarlar. Bu operasyonlar sırasında birkaç Rus gemisi de imha edilir.(Vikipedi)

Bu hareketlerle Enver Paşa ve şürekası sayesinde Osmanlı Devleti, boğazına kadar I.Dünya Savaşı’nın içine girmiş olur. Sonuçta da berbat halde dağılır ve parçalanır.
Enver Paşa Kanal’dan önce Sarıkamış’ta yaşananlar ise tam bir felaketti. 90.000 askerden10.000’in sağ kalabildiği, özellikle de donmaktan ve açlıktan kurtulabildiği bu sefer, sonuçları açısından korkunçtu. Hayatında Alay kumandanlığı dahi yapmamış olan Enver Paşa tecrübeden ziyade gençliğinin getirdiği coşkuyla kumanda edecekti ordusunu. Amaç 1878 Berlin Antlaşması’nda kaybedilen toprakları geri almaktı ve başarılı olacağına inanıyordu.

Ondan sonra bu olaylara kafası bozulan İngiltere, gelip Çanakkale Boğazının karşısında gemileriyle taht kuruyor. Güya karşısında Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa var. Ama Cephede onu gören yok. Cephede kim var? Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal var. Artık onu bütün Anadolu tanıyor. Mustafa  Kemal’i  Edirne’de Edirne’liler bir Savaş Kahramanı olarak karşılıyorlar. Enver Paşa’nın pek fazla esamisi okunmuyor.

Enver Paşa, Osmanlı Devlet’ini I.Dünya Savaş’ına sokuyor. Sonunu getiriyor.
Bereket Çanakkale’yi Mustafa Kemal’in dirayetine bırakıyor.

Sarıkamış’ta 90 bin askerimizin donarak ölmesine neden oluyor.

Bu kadar rezillikten sonra, kaçıp  yurt dışına gidiyor.

Sonra gelip, Kurtuluş Savaşı’nı sahiplenmek istiyor. Mustafa Kemal artık bu noktadan sonra bu macerapereste “Hayır!” diyor; yurt sınırlarına girmesine izin vermiyor.

Padişah damatı Enver Paşa’da Osmanlı devletini kurtaracağım, diyerek, gidip Taşkent’te şehit oldu. Enver Paşa, hayalperest, vatan kurtarmaya  soyunan paşaların ne birincisidir ne de sonuncusu…

Atatürk, paşaların devleti ele geçirme ve onu kendi istekleri çerçevesinde biçimlendirme hırslarını bildiği için Cumhuriyet kurulduktan sonra, savaş sırasında kendisine yardım eden, ama ondan sonra kendisini yok etmeye çalışan komutanları siyasetten alıkoymuştur.

Kazım Karabekir (1882-1948), Ali Fuat Cebesoy (1882-1968), Kazım Özalp,  Kazım Orbay, Rafet Orbay,  Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez Paşaların tümü de Kurtuluş Savaşının başlangıcında Atatürk’le beraber idiler. Fakat sonra, Atatürk’ün yaptıklarını kabullenemeyip, muhalefete geçtiler.

Bunların bir kısmının Atatürk’e karşı yapılan suikastlara (1926) karıştığı bile söylenmiştir. Bazıları ciddi tahkikatlar da geçirmişlerdir.

Atatürk, bir noktada askeri komutanların siyasete karışmalarının çok tehlikeli olduğunu görmüş ve “ya asker olursunuz orduda kalırsınız, ya da siyasete atılırsınız..” ilkesini getirmiştir. Örneğin, Mareşal Fevzi Çakmak orduda kalmış, siyasete hiç karışmamıştır. Bazı Paşalar ise siyaseti tercih etmişlerdir; ordudan ayrılmışlardır.

Atatürk’e göre hem orduda olmak, hem de siyasete bulaşmak son derece tehlikeli bir tercihti; doğru değildi. Atatürk bunu , Enver Paşa’nın ve diğer yüksek rütbeli subayların yaşadığı serüvenlerden biliyordu. Ona bunu hayat öğretmişti.

Atatürk “Memleketin umumi hayatında orduyu siyasetten ayırmak ilkesi, Cumhuriyetin daima göz önünde tuttuğu bir temel noktadır” diyerek ordunun siyasetten ayrı kalması gerektiğini vurgulamıştır. Zira ona göre, “Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder,”diyordu.

Atatürk öldükten sonra, ordu bir süre politikaya karışmadı ama Demokrat Parti’nin bütün Demokrasi ilkelerini bir yana iterek tek parti, tek güç rolüne soyunması; orduya “vatanı korumak ve kollamak” görevini aklına getirdi. Ve ondan sonra ihtilaller, devrimler birbirini izledi.

27 Mayıs 1960. Cemal Gürsel komutasındaki  komutanlar ve ordu mensupları Demokrat partisini devirerek, bir süre yönetimde kaldılar ve özgürlükçü bir Anayasa yaptılar. Bu arada Başbakan Adnan Menderes Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan Yüksek Adalet Divanı'nda yargılanmış ve idam edilmişlerdir.

29 Mayıs 1963 ( 22 Şubat 1962)de, Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşlarının, ordu içindeki 27 Mayısçıların tasfiyesi için, 20 Şubat günü başlatılan atama ve gözaltına almalara karşı direnişi olayının devamıdır. Bu olayda yer alan komutanlardan Fethi Gürcan 27 Haziran, Talat Aydemir ise 5 Temmuz 1964’de idam edildi.

12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur'un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek hükûmet istifaya zorlanmıştır.

12 Eylül 1980’de yine Kenan Evren Başkanlığında yapılan bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askerî dönem başladı. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü. 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı..

Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlığındaki AKP hükümeti (2003) işi ciddi tutmuş; Ordu tarafından gelebilecek her türlü siyasi karışmalara, müdahalelerle set çekmek için kesin tedbirler alınmış ve bir çok ordu mensubu da en ufak kuşku da Adalet’e teslim edilmiş, bir çok komutan hakkında davalar açılmıştır. Bu davalar hala sürmektedir.

Ordunun artık siyasete şu veya bu şekilde karışamayacağı bir devri yaşıyor sayılırız . Ama Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, siyasi kaoslar, ekonomik karmaşalar sonunda, sivil idareden bıkıp, halkın gözünün Askere dönmesine kesin engel yoktur. Bunun en son örneği de Mısır’dır. 

Demokrasi mi; yoksa sıkı yönetim mi? Bunun ideal yanıtı elbette Demokrasi’dir. Ama Demokrasi bütün kurumlarıyla yozlaştırılırsa; siyaset kalitesiz bir takım insanların oyun sahası haline gelirse; insanların geleceğe ilişkin umutları elbette azalacaktır.

Tehlike, ordunun gerekli gereksiz işe karışmasından çok; orduyu işi karıştıracak nedenlerin  çok olmasındadır.

Ordu işe karıştığı sürece, yönetim aksamaktadır. Sivil kadrolar çalışamamaktadır. Ayrıca ordu iktidara geldiği andan itibaren, ekonomik kaos da başlamaktadır. Ordu hiçbir zaman bu konuların altından kalkamamıştır.

Gönül arzu eder ki, ordu kışlasında otursun; siyasetçiler de işlerini dürüstçe yapsınlar. Herkes birbirinin işine karışacak olursa; herkes vatanı kurtarmaya kalkarsa, vatanın daha çok elden gideceği bellidir.  Beklenti , aklı başında, dürüst, namuslu ve işini bilen yönetimlerdir.

Türkiye bu konuda biraz zorlanıyor! Ne dersiniz?
……………………

(x)Tarihi bilgiler  (Vikipedi) den alınmıştır. 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..