Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye ile müttefik olmak Çin'in ne kadar umrundadır?

Türkiye ile müttefik olmak Çin'in ne kadar umrundadır?
 

Sudan ve El Beşir vakasının işaret ettiği gerçeklerden biri de Türkiye’de abartılı bir Çin sevgisinin baş göstermiş olduğu. Çin’in Sudan devlet başkanı El Beşir’e verdiği çıkarcı destekten çok keyiflenen ve hemen Çin-El Beşir ikilisinin yanında yer almak isteyen tahmin edilemez oranda insan çıktı ortaya. Çin’in insanlarını da o insanların yaratmış olduğu kültürü de medeniyeti de bazı unsurları hariç severim. Fakat endişem Çin devlet sisteminin bugün neyi temsil ettiğini ve nereye gitmekte olduğunu bilmeyen “iyi niyetli” kafaların başımıza dert açmasıdır.

Çin komünist geçmişini çoktandır geride bırakmış (1979) ve acımasız bir kapitalizme geçiş yapmıştır. Hatta komünist yarı devlet kapitalizminin daha da dizginsizleşmiş bir versiyonunu hayata geçirerek son yıllarda büyüme oranlarında rekor kırmış, kusursuz bir sanayi devi haline gelmiştir.

Çin’in güvendiği temel unsur Japonya’nın aksine kalite ve yaratıcılık değil, 1.3 milyarlık nüfusun sağladığı dev angarya iş gücü potansiyelidir. Buna karşın Çin’in kısa zamanda Japonya’nın izlediği gelişim sürecinin bir benzerini, üstelik daha hızlısını izleyip, kalite ve yaratıcılıkta da öne çıkacağı aşikardır.

Çinli bilim adamları hem askeri sektöre, hem de farklı sektörlere yönelik teknoloji üretiminde hali hazırda dünya sisteminin başat aktörleri arasına girmiştir. Milyon dolarlara sahip yüz binlerce insanı bulunmaktadır, bu sayı hızla artmaktadır ve büyük bölümü kırsalda yaşayan nüfus dünyanın hiçbir ülkesiyle kıyaslanmayacak bir oranla müreffeh koşullara ulaşmaktadır.

Çin’de bugün gayet güç koşullarda yaşayan, günün büyük bölümünü çalışarak geçiren insanlar, yoksul köylüler artık “uyanmıştır.” Onlar da Batı ülkelerindeki insanların abartılı refahını görüyor, biliyor, Afyon savaşları başta, Batılıların kendilerine yaptıklarını da biliyor ve bu gelişim sürecinin doğal bir sonucu olarak elde edebilecekleri her şeyi elde etmek istiyor.

Çin Afrika’ya milyarlarca dolar yardım yapıyor, Afrikalı diktatörleri Amerika’ya karşı destekliyor ve Afrika’daki kimi çevreler tarafından şimdiden kıtayı emperyalist gölgesi altına aldığı söyleniyor.

Amerika’nın ahlaksız tek başınalığına vurulmuş darbeler güzeldir, ona bir rakip çıkması, dünya sisteminin bir denge bulması bakımından olumludur fakat iş Türkiye’nin Çin’le yapılacak ittifaka gelince orada biraz durmalıyız.

Kendi halkına o baskıyı ve zulmü yapan başkalarına ileride ne yapmaz, falan demeyeceğim. Fakat 1.3 milyarlık çoğu yoksul bir halka sahip Çin için Türkiye’nin Batı, hatta Rusya, İran gibi ülkeler için taşıdığı önemi taşıdığı asla sanılmamalıdır.

Söz konusu Çin olduğunda Türkiye o çok övündüğümüz stratejik değere pek sahip değildir. Çin’in batısında Türki cumhuriyetler, Moğolistan, Hindistan, Pakistan, Afganistan, doğusunda Kuzey Kore, Güney Kore, Japonya, kuzeyinde Rusya, güneyinde Tayland, Vietnam, Endonezya, Filipinler, Burma gibi ülkelerden mürekkep çok ciddi bir etki alanı bulunmaktadır. Herkesin üzerinde birleştiği gerçek uyarınca dünya kaynak paylaşım savaşının merkezi Ortadoğu’dan Asya’ya kaymaktadır, hatta kaymıştır ki Çin böyle alanı avuçlarının içinde tutmaktadır.

Söz konusu Çin iken takdir edilmelidir ki Türkiye’nin yetmiş milyonluk nüfusunun ve o nüfusun taşıdığı kalifiye olmadığı halde yüksek ücret talep eden genç işgücünün önemi yoktur. Yani Avrupa’ya satabildiğimiz bu kozun Çin karşısında veya Çin’in müttefikliği için koz değildir. Sayıca yüksek ve milli duyguları gelişkin, cesur bir ordumuz olduğu muhakkak. Fakat dünyanın en ırkına bağlı ve vatansever uluslarından biri olan 1.3 milyarlık Çin için, (hele biraz daha gelişip balistik araçlarda da Amerika’yı yakalayabilecek konuma geldiğinde) bizim ordumuzun müttefiklik değerinin de haşmetli bir tarafı yoktur.

Kendimizi kandırmayalım. Emperyal güce açıldığı şu sıralarda (Amerika’ya benzer biçimde) kimseyle asla “dürüst” müttefiklik ilişkileri yürütmesi mümkün olmayan Çin için ileride ne bizimle, ne herhangi bir Avrupa ya da asıl bölgeyi dışarılayan dünya ülkesiyle kurulacak bir ittifakın ciddi bir anlam taşıması mümkün değildir. Süreç boyunca bütün dünya dev bir Pazar olacaktır Çin için ve sizin asıl anlamınız bu pazarda taşıdığınız yer olacaktır. Evet, dengeler gereği Çin Batı’ya karşı bir süre koz olarak kullanılabilir ama kartları iyi oynamazsanız ve “denge” konumunuzu kaybederseniz ciddi bir ihtiyacı bulunmayan Çin’in siyasi olarak sizi ortada bırakması işten bile değildir.

Çin’in bir bakıma şu andaki en büyük müttefiki Amerika’dır aslında. Sebebi de bu ülkeye milyarlarca dolar yatırım yapmış Amerikan şirketleri ve elinde bulunan trilyon dolarlık rezervdir. Çin hem ekonomik, hem askeri güç olarak ona yetişemeden zaten Amerika’ya ciddi bir darbe indirmeyi aklından geçiremez, müttefiklik peşindekilerin Çin için Amerika’nın dahi kendilerinden çok öncelikli bir yerde olduğunu bilmesi, sürecin gelişimini iyi kollaması gerekir.

Çin’in nihai amacı haritasından takvimine, para düzeninden yeme içme biçimine elinin uzandığı her yere kendi kültür ve medeniyetini egemen kılmaktır. Japonya, Çin gibi ülkeler gerçekten çok köklü medeniyet değerlerine sahiptirler ve nihayetinde (bence biraz da normal olarak) ne Hıristiyan Batı ile ne de Müslüman coğrafyayla üstten bakmayan, ötekileştirmeyen ilişkiler kurmaları mümkün değildir.

Bir yandan da, özellikle Japonya kapitalist kültürün etkisiyle Batı kültürüne, bilhassa Amerikan kültürüne çok yaklaşmıştır. Zaten materyalizmin ciddi imbiğinden geçmiş Çin’in de son yıllarda Batı kültürüyle-kapitalist tarafıyla da- epeyce bir iletişimi olmuştur. Müslüman Türkiye’nin tarihsel geçmiş de göz önüne alındığında Çin’den onunla özel bir ilişkisi olabilirmişçesine himmet ummasına ancak gülmek gerekir.

Biraz Çin karşıtı bir yazı gibi oldu. Aslında niyetim böyle bir şey değil. Sadece konuşarak değil, teknolojisinden sanatına kendini hızla yetkinleştirerek dünya düzeninde egemen bir yere tutunan Çin’i ayrıntılar dışında nasıl garipseyebiliriz ki? Meselemiz, kendi gelişim kökeninin gelen işgücünün daha değerli kılındığı ölçütlerle ülkemizin de kendini yetkinleştireceği bir yola girmek yerine hala Amerika’nın kucağından Çin’in kucağına, oradan başkasının kucağına, kucaktan kucağa atlayarak yükselebileceğini, kültürel ve siyasal değerlerini koruyup geliştirebileceğini sanmasıdır. Bu bizde Atatürk’ün yüz elli yıl öncesinde başlayan, o öldükten sonra da devam eden bir gelenek halini almıştır. Yeri gelir Amerika’nın bir özelliği Çin’e, yeri gelir Çin’in bir özelliği Amerika’ya tercih edilir, yeri gelir biri birine, biri diğerine karşı kullanılır, ilişki biçimlerinde değişimler olur ama bu yaklaşımlar, bu tercihler ve bu sömürülmeye-kullanılmaya müsait bir ikincil ortak olarak girilen ittifaklar bizi nihai dileklerimize erdirmeyecektir.

Nereden başlayalım?

Zihniyetten…

Önce kendine güvenden…

“Batı’yı mı kızdırırım, Batı’yla iyi olur da İslam dünyasını Çin’i mi kızdırırım, onu mu üzerim, bu mu elden gider” mantığını bir tarafa bırakmış bir kendi değerlerine güvenden…

Sonrasını biz de kucaksız, getirmeye bakarız.

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..