Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '16

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye neden gerçekten Laik bir ülke olamadı?

Türkiye neden gerçekten Laik bir ülke olamadı?
 

Her zaman farklı toplumlar tarafından icat edilen bir düşünce, din ve kültürün, diğer halklar tarafından kısa sürede kabullenilmesi çok zor ve güç gerçekleşmektedir.

Laiklik'te Yunan kökenli olup Avrupa toplulukları tarafından teorikleştirdiği için, özellikle Ortadoğulu ve Müslümanlar tarafından hala gerçek anlamda kabullenilmiş değildir.

Bu yüzdendir ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulalı yüzyılı doldurmak üzere olmasına rağmen, Laiklik zavallı Aleviler ve bir kısım Hıristiyanların dışında bir türlü benimsenmemiştir.

Onun için gerek Meclis çatısı altında gerekse daha öcelerden Türkiye'de sürekli Laiklik tartışması hep var olmuştur ve var olmayada devam edecektir. Bu da Türkiye devletinin hala laikliği yerli yerine oturtamadığının en açık ifadesidir.

Laiklik kelimesinin kökenine girmeyeceğim, çünkü Türkçe olarak kullandığımız ya da Türkçe bilidiğimiz kelimelerin yüzde seksen beşi, Arapça başta olmak üzere Farsça, Yunanca, İtalyanca, İngilizce Fransızca, Ermenice ve Kürtçe gibi dillerden oluşmaktadır.

Bırakalım Laiklik kelimesini, Türkiye'de Sekülerizm, Demokrasi, Sosyalizm, Kominizm, Modernlik, Liberalizm, Çağdaşlık vb kelime ve düşüncelerin hiçbirisi gerçek anlamda, Anadolu toplumunda ne kabul görmüştür ne de özde benimsenmiştir.

Dünyadaki her toplumda değişimci ve yenilikçi düşünceler her zaman çok geç benimsenmektedir. Bunun birden çok nedenleri olsa da, birinci sebebi insanın kendi öz kültürel değerlerine göre oluşturduğu eski gelenek ve alışkanlıklarını kolayca bırakmamasından kaynaklanmaktadır.

İkinci ve daha da önemlisi, ortaya atılan veya ileri sürülen bir düşünce ya da herhangi bir din, eğer söz konusu toplumun kendi sosyal ve tarihsel geçmişine dayanarak ortaya atılmamışsa, bu düşünceler kolayca kabul görmemektedir.

Dolayısıyla ya zorla dikte ettirilerek varlığı hissetirilir, ya da çok az bir kesim tarafından yaşatılmaya çalışılır. Bu da o düşüncenin söz konusu toplum tarafından gerçek anlamda özümsenmediğini göstermektedir.

İşte son günlerde bir kez daha tartışılmak üzere önümüze gelen Laiklik, Türkiye'de ne devlet rejimi tarafından ne de toplumun büyük çoğunluğunca gerçek anlamda benimsenmediği için, Temcit Plavı gibi tekrar tekrar ısıtılmaktadır.

Türkiye'de temel gerçeklik bu olduğuna göre, Laikliğin ya da Demokrasinin neden bir türlü benimsenmediğinin asıl sebebini Sosyolojik, Siyasal ve Kültürel noktalarda aramak gerekir.

Yer bakımından çok fazla detaylarına inme olanağımız olmadığından, elden geldiğince önemli noktalarına değinerek işaret etmeye çalışacağız.

1-Sosyolojik olarak; Cumhuriyet kurulmadan önce Türkiye'de en az 13 farklı etnik yapıdan Türk, Kürt, Laz, Gürcü, Çerkez, Rum, Ermeni, Hemşin, Boşnak, Arnavut, Arap ve Sırplardan oluşan toplumsal gerçekliğin varlığı. Ve bu halkların önemsenecek derecede ciddi bir nüfüsu teşkil etmeleri.

2-Siyasal olarak; a) Anadolu'da Selçuklulardan itibaren Ermeni, Rum ve Bizans halklarının Batı tarzı Modern siyaset ve Hıristiyanlığa dayanan politik yapılarının varlığı b) Selçuklu ve Osmanlı'nın temsil ettiği Arap İslam siyasi ve dini anlayış. c) Kızılbaş Alevi Türk ve Kürtlerin yaşatmaya çalıştıkları Hümanist ve her zaman değişime açık siyasal ve dinsel yapı.

3-Kültürel olarak; a) Ermeni, Rum, Kafkas ve Balkan kökenli her halkın kendilerine has Ana Dilleri ve bu dillere dayanan ticaret, siyaset ve dini kültürlerinin varlığı. b) Kızılbaş Alevi Türk ve Kürtlerin kendilerine has bir Ana dil ve dinlerine dayanan kültürün varlığı. c) Özellikle Osmanlı yönetimi tarafından zorla Müslümanlaştırılan (Devşirme) farklı etnik yapıdan halkların büyük çoğunluğu yarı Arap ve yarı Türklüğe dayanan yapının varlığı.

Türkiye'nin toplumsal yapısı kısaca ifade etmeye çalıştığımız bu farklılıklardan oluşmasına rağmen, devletin kuruluş ve oluşumunda etkin olan Türk İslam Sentezici Dindar ve Ulusal Milliyetçiler, her zaman Arap İslam eksenli kaba bir asimilasyoncu devlet oluşturmuşlardır.

Bu asimilasyoncu devlet yapısının gerçek bir Türk diline ve kültürüne uygun bilimsel plan ve proğramlarının olmaması yüzünden, ne Türklüğün özüne uygun siyasal ve kültürel yapı oluşmuştur, ne de Anadolu'nun diğer yerli halklarının kültürüne uygun bir yapı.

Tüm bunların yerine Anadolu'nun kültürel ve doğasıyla uzaktan yakından alakası olamayan, Ortadoğu Çöllerine göre şekillenmiş Arap İslam soslu anlayışın var edilmeye çalışılmasıyla, Laiklik hem devlet hem de toplum tarafından hiçbir zaman kabul görmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran ve bu yolda uğraş verenler içerisinde, istisnaların dışında hiçbirisinin ne önceki yaşamlarında ne de sonrasında, Laiklik ve Demokrasi ile ilgili çalışmalarının varlığını gösteren en ufak bir belge ve bilgi de bulunmamaktadır.

Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet Fermanları gibi dönemsel hareketlikler yaşanmış olsa da, hepsinin temel ekseni yeni İslam ve Yeni (Halife) Padişah'lıktan başka bir şey değildir.

Ve bu karmaşalar devam ederken kendilerini Birinci Dünya Savaşı'nın içerisinde bulan Türk İslam Sentecileri (İttihat ve Terakki) her türlü yenilik ve değişimi düşünecek ve tartışacak ne zamanları olmuştur ne de bilgi ve birikimleri.

Böylece sadece devlet olmak ve elde kalanları kurtarmak amacıyla alele acele kendilerini 1923 te Lozan Antlaşması görüşmelerinin içerisinde bulmuşlardır.

Lozan görüşmelerinde görevli olan Rıza Nur'un belirttiğine göre, Batılı Galip devler Anadolu'da yeni bir devlet oluşmasını, ancak Laikliğin kabulüyle mümkün olacağını dayatmışlardır.

Batılı Galip devletlerin bu dayatması karşısında İsmet İnönü'nün görüşmeleri bırakıp Anadolu'ya dönmeye hazırlanırken, Rıza Nur'un ısrarıyla vazgeçmiştir.

Daha sonra görüşmelerde Laikliği kabul ederek adeta kucaklarında doğmuş bir Bebek gibi bulmuşlardır. Bu döneme kadar Laikliğin “L si” bile Anadolu toplumu tarafından ne duyulmuştur ne de bilgi sahibi idiler.

Türkiye toplumu Sosyal, Siyasal ve Kültürel olarak böyle bir yapı içerisinde iken, gerek Cumhuriyet adı, gerekse Anayasa'da yer alıp yazılan Laikliği kabul edecek ne doğru düzgün halk tabanı vardı ne de devlet kadrosunda yer alanların kültürel yapıları buna uygundu.

Bunun farkında olan Mustafa Kemal Atatürk bir takım zora ve diktaya dayalı çalışmaları sonucunda, devlet yapısında kısmi bir Laik yapı yaratmış olsa da, Toplumsal alt yapı ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın resmi olarak varlığı devletin gerçek yapısını temsil etmektedir.

Bu da Osmanlı'daki Şeyhul İslamlığın biraz yontulmuş şeklidir. Böylece Cumhuriyet sözde laikleşeceği yer de daha çok Şeriaçılaşmıştır.

Son derece karmaşık ve temeli Arap İslam Devşirmesine dayanan böyle bir devlette, Laiklik kısmi şekiklde Türkiyeli Hıristiyan ve de çaresizlik içerisinde bulunan Alevler tarafından sahiplenilerek, kendi bireysel yaşamlarında adını yaşatmışlardır.

İşte tüm bu nedenlerden dolaydır ki, Laiklik de, demokrasi de, Türk Devleti ve toplumu tarafından hiçbir zaman gerçek anlamda kabullenilip benimsenmemiştir.

Bunu büyük bir fırsat olarak bilen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hütkümeti, Osmanlı'dan kalan Arap İslam Şeriatını yeniden canlandırmak için, eleinden geleni arkasına bırakmamaktadır.

Tüm bu yaşananlar, Türkiye'nin gerçek anlamda hiçbir zaman laik olmadığını net olarak ortaya koymaktadır. Belki de bundan sonra gerçek bir Laiklik Türkiye'de var olacaktır.

Kaynaklar : Rıza Nur- Hayat ve Hatıratım. Osmanlı Anayasa Kitapçığı. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Kitapçığı. Yalçın Küçük- Türkiye Üzerine Tezler 5 Cilt. Ali Kemal Meram- Padişah Anaları.

Cemal Zöngür

 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..