Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '20

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye'nin Darbeler Tarihi

Giriş

Türkiye 1950 yılında çok partili döneme girdiğinde, 1950 yılına kadar tek başına iktidar olan CHP, iktidarını Demokrat Parti’ye kaptırmıştı. Daha sonraki iki seçimde de (1954 ve 1957) Demokrat Parti birinci parti olarak seçimden çıktı. Çok partili demokrasinin ilk adımı siyasal olarak atılsa da bu gelişme yeterince kurumsallaşamadı. Sonucunda ise;  27 Mayıs 1960 Darbesi Milli Birlik Komitesi tarafından gerçekleşmiştir. Seçilmiş başbakan Adnan Menderes idam edilse de Komitenin bildirisi “kansız bir darbe” olmuştur.

1971’de Muhtıranın gelmesinin asıl sebebi 1961 yılında yapılan Anayasanın getirdiği yeni sistemin tam anlamıyla kurumsallaşmamasıydı. Yeni sistem önceki sisteme göre daha liberal ve dünyanın hiçbir yerinde darbe yasalarının bu kadar bireysel haklarını, özgürlüklerini koruyan bir yasa olmamasıydı.

12 Mart 1971 Muhtırasının getirdiği düzeni değiştirmek adına yapılan tüm reformlar çözümü getirememiş ve sistem kendi kendine iflas etmiştir. İflas etmesinin başlıca sebebi demokrasinin o dönemde yeterince kurumsallaşamamasıdır. 12 Eylül’e giden yolda İktidar ile muhalefet bir araya gelip sorunların çözümü için fikir yürütmüyor ve halk sağcı ve solcu olarak ikiye bölünmüş haldeydi.

Bu çalışmada Türkiye’nin 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerine değinilmekte ve 1971 muhtırasına açıklık getirmeye çalışılmıştır. Kronolojik sırayla giden makalemizde son olarak demokrasiye etkisi ve sonuç kısmı yer almaktadır.

1960 Darbesi

Türkiye 1950 yılında çok partili döneme girdiğinde, 1950 yılına kadar tek başına iktidar olan CHP, iktidarını Demokrat Parti’ye kaptırmıştı. Daha sonraki iki seçimde de (1954 ve 1957) Demokrat Parti birinci parti olarak seçimden çıktı. Çok partili demokrasinin ilk adımı siyasal olarak atılsa da bu gelişme yeterince kurumsallaşamadı. Özellikle iktidar ve muhalefet arasındaki ilişki kurumsallaşma açısından oldukça yetersizdi. “Türk siyasal kültüründe muhalefete olumlu gözle bakılmamıştır, bundan dolayı çok partili döneme geçildikten sonra iktidar partilerinin muhalefete karşı tahammülsüz davrandıkları ve bunun da askeri darbelere giden yolda önemli bir etken olduğu söylenebilir” (Dursun, 2005). Şuan bile o dönemdeki gibi kurumsallaşma mevzusu olgunlaşmış değildir.

Bu olay sadece Demokrat Partinin sorunu değil, tek parti döneminde de muhalefet tam anlamıyla olgunlaşmamıştır. “1946’da DP kurulduktan sonraki dönemde CHP’nin tutum ve davranışları ile muhalefeti meşru görmediği anlaşılmaktadır, Uluslararası konjonktürün de zorlaması ile CHP, muhalefete tahammül etmek zorunda kaldı” (Akıncı, 2014).  Muhalefette olduğu dönemde CHP’nin tahammülsüz davranışlarından şikayetçi olan Demokrat Parti, iktidara geldiğinde aynı davranışları CHP’ye sergilemiştir. “Bu durum iktidar-muhalefet ilişkisinin kurumsallaşmasını olumsuz etkilemekle kalmamış, sistemi krize sokmuştur ve sonunda darbenin gerekçelerinden biri haline gelmiştir” (Akıncı, 2014).

Demokrat parti bu tahammülsüzlüğü ileri taşıyarak sadece ana muhalefet partisine karşı değil, diğer muhalefet partilerine karşıda aynı şekilde davrandığı gibi kendi partileri içerinde de muhalefet edenleri tasfiye etmiştir. “Tek, bölünmez ve parçalanmaz bir egemenlik anlayışı hakimdi ve bu egemenliği kullanmaya sadece iktidar partisinin lideri sahipti” (Akıncı, 2014).

“Basın ve CHP’yi baskı altına almak için mecliste 15 kişiden oluşan bir Tahkikat Komisyonu kuruldu, buna muhalefet, basın ve üniversiteler çok sert tepki gösterdiler her gün yeni yasaklar ve baskılar geliyordu, İnönü ise hükümeti tehdit ediyordu” (Çavdar, 2004, s. 75-77). Bu dönemlerde ki mücadelenin iki kanadı vardı. Bu kanatlardan biri Bürokrasi ve aydınlardı cumhuriyetin temellerinin korunması için mücadele edenler. Diğer kanatta ise değişim isteyenler vardı. Bu ayrım topluma da yansımış ve toplum iyice gerilmişti.

“Demir’e göre 1950 sonrası dönemde yapılan seçimleri DP ezici çoğunlukla kazandığı için, CHP’liler demokratik yollarla tekrar iktidara gelmelerinin mümkün olmadığını fark ettiler ve askerin desteği ile DP’yi iktidardan uzaklaştırmaya çalıştılar. DP bu durumu sezdiği için CHP’yi sindirme politikası izlemeye başladı” (Demir & Üzümcü, 2002).

1950 yılında iktidara gelen DP Orduda tasfiyelere başlamıştı, Asker ile DP arasındaki gerilim iktidara geldiği ilk günden başlamıştı. Ancak asıl gerginlik 1954 yılında ordu içerisindeki darbeci askerlerin oluşumuyla başlamıştı. 1957’de seçimi DP kazanınca darbecilerin sayısı artmıştır ve 1958 yılındaki Dokuz Subay olayı yaşanmıştır. Ancak Adnan Menderes orduya güveniyor ve o döneme kadar siyasete bulaşmamış olan ordunun darbe yapacağına ihtimal vermiyordu. “Fiiliyatta varlığından bahsedilen bu bunalımın, gerçekte CHP destekli üniversite hocaları, gazeteciler ve subayların büyük oranda abartısı neticesinde suni olarak meydana getirilen bir bunalım görüntüsü olarak düşünüyorum” (Küçük, 2005).

Sonuç olarak 27 Mayıs 1960 Darbesi Milli Birlik Komitesi tarafından gerçekleşmiştir. Seçilmiş başbakan Adnan Menderes idam edilse de Komitenin bildirisi “kansız bir darbe” olmuştur.

12 Mart 1971 Muhtırası

“1961 Anayasası ile demokratik siyasal hayata geri dönüldükten sonra geçen 10 yıllık süre içerisinde, yeni oluşturulan düzen ihtiyaçlara cevap veremez hale geldiği için, bir restorasyona ihtiyaç duyuldu” (Dursun, 2005). 1969 yılında Dünyanın her yerinde artan gençlik hareketleri Türkiye’ye sıçramıştır. “12 Mart 1971 tarihinde Türkiye’de ikinci kez yaşanan ters dalga sonucunda demokrasiden otoriter yönetime geçildi bu kez işlem daha değişik bir yöntemle gerçekleştirildi” (Akıncı, 2014). Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının birlikte imzaladıkları “muhtıra” radyodan okundu. “Bu muhtırada komutanlar demokratik seçimlerle iş başına gelmiş olan hükümetin istifasını ve Atatürkçü bir anlayışla anayasanın öngördüğü düzenlemeleri yerine getirebilecek güçlü bir hükümetin kurulmasını talep etmekteydiler” (Akıncı, 2014).

Bu muhtıranın gelmesinin asıl sebebi 1961 yılında yapılan Anayasanın getirdiği yeni sistemin tam anlamıyla kurumsallaşmamasıydı. Yeni sistem önceki sisteme göre daha liberal ve dünyanın hiçbir yerinde darbe yasalarının bu kadar bireysel haklarını, özgürlüklerini koruyan bir yasa olmamasıyla birlikte “belki de daha da önemlisi, milli egemenliği TBMM’nin diğer kurumlar ile birlikte kullanılmasını öngörmekteydi” (Akıncı, 2014). Bu durum yürütmenin yetkilerini kısıtlamaktaydı.

Yeni kurulan sistemin kurumsallaşmamasının sebeplerinden biri sistemin niteliğinin oluşmamasıdır. “DP iktidarı dönemindeki krizi dikkate alarak, seçimlerde kazanan partinin ülke yönetiminde etkisini olabildiğince azaltmıştı, Anayasa’nın dördüncü maddesine göre millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır” (Akıncı, 2014).

Muhtıradan ülkedeki sol kesim oldukça memnundu. Fakat muhtıranın yarattığı sorunları gören sol kesim muhtıraya destek vermekten vazgeçmiştir. “Özellikle radikal sol örgütlere karşı sert önlemler alınıyor, sendikaların toplantıları ve gençlik örgütleri yasaklanıyor, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri on gün süreyle yasaklanıyor, radikal solun önde gelen darbe taraftarı kalemleri (İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Çetin Altan, Mümtaz Soysal) tutuklanıyorlardı” (Akıncı, 2014). Sol grup önceleri darbeden büyük memnuniyet duysalar da hatta askeri kışkırtsalar da ortaya çıkan sonuçtan memnun değillerdi. 

“Muhtıra sonrasında kurulan hükümetlerin Kuvvet Komutanları tarafından onaylanması ve mecliste güvenoyu alması gerekiyordu Bakanlar Kurulunun görevi komutanların taleplerine uygun politikalar geliştirerek uygulamaya koymaktı” (Turan, 1994, s. 300). 1961 ve 1966’da Cumhurbaşkanını Meclis seçerdi ve iki seçimde de ordunun istediği kişi Cumhurbaşkanlığına seçildi. 73’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ordunun adayı Faruk Güler’di. Ecevit ve Demirel anlaşarak Fahri Korutürk’ü Cumhurbaşkanı seçtiler. Meclis kendini orduya karşı ispat etmişti. Belki de Demirel ordudan rövanş almıştı.  Dolayısıyla muhtıra bu olaydan sonra ortadan kalkmıştır. Yine de süreci bitiren 73 genel seçimleriydi.

12 Eylül 1980 Darbesi

            12 Mart 1971 Muhtırasının getirdiği düzeni değiştirmek adına yapılan tüm reformlar çözümü getirememiş ve sistem kendi kendine iflas etmiştir. İflas etmesinin başlıca sebebi demokrasinin o dönemde yeterince kurumsallaşamamasıdır. İktidar ile muhalefet bir araya gelip sorunların çözümü için fikir yürütmüyor ve halk sağcı ve solcu olarak ikiye bölünmüş haldeydi. “Hızla artan köyden şehre göç sonucunda ortaya çıkan taleplere siyasetin çözüm üretememe de bu dönemdeki krizi derinleştirmiştir” (Dursun, 2005).

Bunca soruna rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimi gelmiş ve meclis tarafından her gün yapılan seçimlerden bir sonuç çıkmıyordu. Dolayısıyla meclis işlevini yitirmiş ve oy kullanmaktan bir işe yaramıyordu. Burum haliyle halkı rahatsız etmiş ve bazı kesimlerde darbe beklentisi bir hayli artmıştı.

1970’lerde işçi sınıfının mücadelesi başlamış ve sol hareketlerin yükselişi başlamıştı. Bu süreç toplumsal baskıyı arttırdı ve şiddeti de beraberinde getirdi. “Toplumsal gerginliğin artmasında 1977’de 1 Mayıs katliamı, Kahramanmaraş, Çorum, Malatya, Sivas, Bingöl olayları ve sol ve sağdan sembolik isimlere düzenlenen suikastlar etkili oldular” (Akıncı A. , 2013). “Solun bazı grupları şiddeti bir yöntem olarak kullanmaya başladılar ve yine bu süreçte radikal milliyetçi bir kesim vatanı koruma kaygısı söylemi ile bu şiddet sarmalının parçası haline geldi” (Akça, 2013).

“Bu kaos ortamından çıkmanın tek yolu erken seçimdi. Milli Selamet Partisi (MSP) tarafından verilen erken seçim önergesini bütün partiler desteklediği halde, Ecevit, Demirel’in işine yarayacağını düşündüğü için öneriye karşı çıkmış ve böylece krizden demokratik yollarla çıkmanın son şansı da tüketilmiş oldu” (Dursun, 2005).

Ancak dikkat çekici gelişme şudur: Darbe öncesi yani 11 Eylül’de Ankara’da 23 bombalı terör saldırısı gerçekleşmiş ve Darbe gününden sonra darbe bitene kadar terör saldırısı olmamıştır. Bu sayede halk darbeye olumlu bakmış ve darbeyi desteklemiştir. Aynı zamanda diğer ülkelerin de Türkiye’deki darbeye olumlu bakmışlardır.

“Darbe ile, 1961 Anayasa ile kurulan ve 1971 muhtırası ile restore edilen İkinci Cumhuriyet yıkılmış ve 1982 Anayasası ile Üçüncü Cumhuriyet kurulmuş oldu” (Dursun, 2005). “Hazırlanan 1982 Anayasasının başlangıç bölümünde Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçekleştirdiği darbe meşrulaştırılmaya çalışılmıştır” (Akıncı A. , 2013). “1989’da Turgut Özal Cumhurbaşkanlığı için genelkurmayın tavsiye ettiği generalleri reddetti ve kendisi Cumhurbaşkanı seçildi, böylece Türkiye’de asker kökenli olmayan ilk Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu” (Akıncı A. , 2013). Bu durum 1980 darbesi dönemini resmen bitirmişti. “Göle’ye göre bu dönemde önemli bir değişim yaşanmıştır, Cumhuriyet geleneği olan sil baştan anlayışına uygun olarak gerçekleşen darbeci ve devrimci istekleri besleyen ütopyalarda bir zayıflamanın gerçekleşmesi” (Akıncı A. , 2013). “Bu gelişme sonucunda yeni toplumsal gruplar ortaya çıkabilmiştir (kadınlar, eşcinseller, türbanlılar vb.)” (Göle, 1994).

Darbelerin Demokrasiye Etkisi ve Sonuç

Darbeler dünyanın neresinde olursa olsun demokrasi anlamında ülkeyi geri götüren olaylardır. Çok partili döneme girildiğinde ilk seçimlerde tek parti hükümetini deviren DP’ye yapılan darbe aslında ülkedeki sorunlara çare bulmakta olan bir iktidara yapılmıştır. Darbe yasaları genel anlamda otoriter olsa da 60 darbesinin yasası Dünyanın en özgürlükçü yasalarından bir tanesidir. Yasama organındaki değişikliklerde bir hayli radikaldir. Ancak verilen bazı özgürlük hakları ülkeyi karıştırmak ikiye bölmeye götürmüş nitekim ikiye bölünmüş bir durumda 1971 Muhtırasıyla TSK hükümeti uyarmaya yeltenmişti. Hatta 1971’den 1978 yılına kadar ülkenin Cumhurbaşkanını yasama organı belirlemesi gerekirken, TSK belirliyor ve meclise sadece seçmek kalıyordu. 12 Eylül’de de aynı durum vardı. Darbelerden sonra gelen sistemin yeterince kurumsallaşamaması ve demokrasinin tam anlamıyla topluma yerleşememesi toplumu bölüyor ve ayrıştırmaktaydı. 12 Eylül darbesinin Anayasası 61 Anayasasına göre daha otoriter olduğunu söylemek mümkün olacaktır. 61 Anayasasında İki Meclisli bir yapı varken 82 Anayasasında tek bir meclise dönüştürüldü. 82 Anayasasının otoriter olmasının etkilerini ise 2000 yılından sonra daha iyi anlamış olduk kaldı ki, 2000 yılından sonra iki referandum yapılması oldukça az rastlanan durumdur.

Kaynakça

Akça, İ. (2013). “Türkiye’de Ordu-Siyaset İlişkisi” Türk Siyasal Hayatı, Editör: Ahmet Demirel, Süleyman Sözen. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.

Akıncı, A. (2013). TÜRK SİYASAL HAYATINDA 1980 SONRASI DARBELER VE EMUHTIRA. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 41.

Akıncı, A. (2014). "Türkiye’nin Darbe Geleneği: 1960 ve 1971 Müdahaleleri". ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, 59.

Çavdar, T. (2004). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

Demir, O., & Üzümcü, A. (2002). "Türkiye’de Yaşanan Ara Rejimlerin Sebepleri Üzerine Bir İnceleme”. G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, 155-182.

Dursun, D. (2005). “Türk Demokrasisinde Kurumsallaşma Sorunu ve Krizleri Çözme Yöntemi Olarak Askeri Darbeler”. Muhafazakâr Düşünce, 175.

Göle, N. (1994). “80 Sonrası Politik Kültür”, Ersin Kalaycıoğlu; Ali Yaşar Sarıbay (der.), Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim içinde. İstanbul: Der Yayınları.

Küçük, A. (2005). “Türkiye’de Anayasalar ve Anayasacılık Hareketleri” Adnan Küçük ve diğerleri (der.)21. Yüzyılın Eşiğinde Türkiye’de Siyasal Hayat. Bursa: Aktüel Yayınları.

Turan, İ. (1994). “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”. İstanbul: Der Yayınları.

 

 
Kayıt tarihi
: 15.03.19
 
 

Ben Mehmet Salkım. 23 Nisan 1997 doğumluyum. KKTC YDÜ Siyaset Bilimi öğrencisiyim. KKTC Gazeteler..