Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '10

 
Kategori
Sağlık
 

Türkiye'nin sağlık sorunu

Türkiye'nin sağlık sorunu
 

Acil Durum!


TÜRKİYE’NİN SAĞLIK SORUNU:

İHALECİLER VE SİYASETÇİLER KISKACINDAKİ BAŞHEKİMLER

Kamusal sağlık hizmetleri, her dönemde baştan ayağa bir sorunlar yumağı olagelmiştir. İhale sisteminden sağlık sektörü çalışanlarının yerleşik davranış alışkanlıklarına, hastaların ve hasta yakınlarının beklentilerinden sağlık kuruluşlarının kapasite ve imkanlarının yetersizliğine, hasta-hasta yakını-doktor-ilaç ve tıbbî malzeme endüstrisi- yerel ve ulusal bürokrasi, her türden ihaleciler ve politikacılar arasındaki karmaşık sosyal, ekonomik ve politik ilişkiler ağına kadar her düzeyde giderek derinleşen bu sorunlar yumağı bir anda oluşmadığı gibi bir anda çözülmesi de mümkün değildir.

Bu derece çok yönlü ve çok çeşitli aksaklıklarla malul kamusal sağlık sektöründe, sorunların faturasının bir kamusal sağlık kuruluşunda, özellikle de devlet hastanelerinde yöneticilik yapan ve hizmet veren doktorlara kesilmesi, yoğun trafik sorunlarının ortasında her parçası bozuk ve yakıtı kalitesiz bir aracın yürütülememesinden sadece şoförünü sorumlu tutmak kadar abestir. Yapısal aksaklıklar ve sorunlarla malul bir sistemde ne kadar dikkat edilirse edilsin hataların yaşanması kaçınılmazken, bu tür hataları azaltabilecek çalışmalar yapmak yerine sadece hata yapan yöneticilerin ve çalışanların çeşitli idari ve adli süreçlerle cezalandırılması yöntemi, (bir diğer ifade ile trafik sorunları ve araç ile yakıt kalitesizliği gibi sorunlar çözülmeksizin sadece şoförün suçlanması) basiretsizlikten, hukukun ve adalet duygusunun körelmesine katkı sağlamaktan başka ne anlam ifade edebilir ki…

Bir hastanenin başına atanan başhekimin, yıllar içinde birikmiş, adeta katran bağlamış, tortulaşmış sorunları tek başına ve birkaç ayda çözmesini beklemek absürd bir insafsızlıktır… Bu absürd ve insafsız baskının negatif etkileri, başhekimlik ve ihale komisyonu üyeliği yapan doktorlar ölçeğinde çok daha derinden gözlenmektedir. Mesleği gereği ihalelerden ve personel yönetiminden yeterince anlayamayabilen, asıl işi hasta tedavi etmek olan doktorlar doğal olarak kamu ihalelerinde hata yapabilme riski altındadırlar… Nitekim sık sık da yapabilmektedirler… Bu tür hataların ötesinde, çok daha önemli bir sorun, sağlık sektöründe yüksek miktarlara ulaşan akçeli işler nedeniyle başhekimlerin aşırı bir politik ve sosyal baskı altında olmalarıdır.

Bu satırları okuyan bütün eski ve yeni başhekimlerin çok iyi bildiği gibi, etrafları algılayamayacakları derecede karmaşık bir ilişkiler ağı ile kuşatılmakta, kapıları sırtını bir yerlere dayamış ihaleciler tarafından sürekli aşındırılmakta, her gün tanıdık tanımadık onlarca kişiden görüşme talepleri gelmekte, birileriyle sayısız telefon görüşmesi yapmak durumunda kalmaktadırlar… Bütün bu talepleri bir şeyleri kırıp dökmeden, usulünce ve suhuletle idare etmek zorunda kalmaktadırlar… Başında bulunduğu sağlık kuruluşunda hizmetlerin aksamaması için yoğun çaba gösterirken, aldıkları bütün kararlar, şartnamalerin hazırlanmasından bir ihaleyi yapma usulüne, ihale sonucunu onaylamasına ya da onaylamamasına, itirazlar karşısındaki uygulamalarına kadar her şey birilerinin ve kamunun çıkarlarıyla yakın dan ilintili olduğundan spekülasyon konusu yapılabilmektedir. Bu anlamda hastaneler sadece tıbbi anlamda değil, sosyal, ekonomik ve politik anlamda da her tür viral enfeksiyona açıktır. Bu sosyal, ekonomik ve politik nitelikli viral enfeksiyonlarn hızla yayılmasında en büyük rolü, yerel politikacılar oynamaktadır.

Özellikle de hükümetin gücünü arkasına aldığını vehmeden ve çevresini de buna inandırabilen bazı yerel politikacılar, çoğu zaman hiçbir çıkarı olmasa da sadece etkili görünebilmek için vatandaş adına ufak iş takipçiliği yapmakta, en küçük bir sağlık sorunu ya da tahlil için pervasızca başhekimin kapısını zorlayabilmektedir.
Nitekim, bütün Başhekimler, özellikle de yerel ölçekte siyaset yapmaya çabalayan iş takipçilerinin pervasız saldırganlıklarıyla mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu düşük kıratlı yerel politikacılar bir yandan yandaşlarına çeşitli imkanlar ve çıkarlar sağlayabilmek için başhekimler üzerinde baskı kurmaya çabalamakta, öte yandan da kendilerine yeterli (!) imkan ve çıkar sun(a)mayan başhekimleri görevden aldırabilmek için en akla hayale gelmedik ayak oyunlarına başvurabilmekte, özel hayata uzanıncaya kadar her tür dedikoduyu çıkarabilmekte, iftiralar atabilmektedir.

İşlerinin doğası gereği gece gündüz “insan”la uğraşan, hastalardan ve hasta yakınlarından gelen sorunlarla boğuşan başhekimler, bu süreçte bir de olur olmaz kapılarını çalan, aklına estikçe kendilerine telefon açan, görüşme talep eden, ayaküstü ya da telefonda ihale pazarlığı yapmaya kalkan, işleri yürümediğinde her tür iftira, yalan ve dedikoduyu yayarak ayaklarını kaydırmaya çalışan sünelerden kaynaklanan sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar.

Nitelikli insanları siyasal süreçlerden dışlayan anayasal ve yasal sınırlamalar nedeniyle güncel politikayla ilgilenenlerin kısmen de olsa düşük nitelikli ve ahlâki seciyesi nispeten düşük insanlardan oluşması durumunda, bu tür iftira, yalan ve dedikodular giderek politik bir yoketme operasyonuna dahi dönüşebilmektedir. Bu süreçte başhekimler, çoğu zaman bu düşük nitelikli ve ahlâken düşük yerel politikacılarla ve bunların yamaklarıyla tek başlarına karşı karşıya bırakılmakta; asli işleri yanında bir de bu tipleri idare etmeye, bunların zararından korunmaya çabalamaktadır.

Daha da ötesi, bu tür dedikoduları ve iftiraları kayda değer görme eğilimindeki merkez yöneticiler tarafından da haklarında sık sık idari soruşturmalar açılabilmektedir. Çoğu zaman da, bir yerde küçük de olsa muhakkak bir hata yapmış olabileceklerinden, kendilerini ve yaptıkları hizmetleri anlatma fırsatı dahi bulamadan cezalandırılabilmekte, sudan gerekçelerle görevden alınabilmektedirler. Bu tür suçlamalar bazı durumlarda adli soruşturmalara dahi konu olabilmektedir. Başhekimleri ve sağlık kuruluşlarının ihale komisyonunda görev yapan doktorları tehdit altında bırakan bir diğer unsur da muhtemelen son dönemde ülkemizin gündemini meşgul eden bazı adli süreçlerin uzantısı olarak, mesleklerinin doğasını ve konumlarını aşırı derecede abartan bir kısım kamu görevlilerinin kendi yörelerinde de bir suç örgütü yakalama sendromuna girmiş gibi davranmasıdır. Bu amaçla kapı arkalarında senaryolar yazılabilmekte, insanlar arasında hayatın olağan akışına uygun olarak yaşanan gündelik ilişkiler üzerinden sanal örgütsel ilişkiler kurgulanabilmektedir.

Bu tür bir senaryo yazıldıktan ve sanal örgütler kurgulandıktan sonra, sıra içeriğin doldurulmasına gelebilmektedir. Özelikle taşrada bu tür bir suç örgütünün varolabilmesi için en münbit ortamlardan biri doğal olarak kamusal sağlık kuruluşlarıdır. Zira, sağlık kuruluşları insan ve para hareketliliğinin en yoğun olduğu, özellikle ilçelerde yerel ölçekte en büyük ihalelerin ve satınalmaların gerçekleştiği, çeşitli unsurların bileşimine bağlı olarak sosyalleşmenin, etkileşimin ve iletişimin en yüksek düzeyde gerçekleştiği, dolayısıyla da meslekleri icabı her tür asosyalliği erdem olarak görenlerin gözünde şüphe ile yaklaşılması gereken, suç potansiyeli yüksek kuruluşlardır. Bu potansiyel, yerel emniyet birimlerinin “örgüt yakalama sendromu”na girmeleri durumunda öncelikle başhekimlere ve ihale komisyonu üyelerine yönelmelerine, bunların özel hayatlarını izlemeye almalarına, telefonlarını dinlemelerine yol açabilmektedir. Ne de olsa birileri sürekli olarak bu kişilerle görüşmeye çalışmakta, telefonları aramakta, olur olmaz her konuda bir şeyler isteyebilmektedir.

Kimin arkasında kimler olduğunu bilemeyen ve nispeten siyasal bir konumda b ulunan başhekimler de kısmen konumlarını koruyabilme kaygısıyla, kısmen hedef olup zarar görmemek için ve kısmen de vatandaşla ters düşmeden bu talepleri başından usulca savabilmek amacıyla idare etme yoluna gitmekte, alttan almakta, herkese makul birkaç kelam edebilmektedir. Yürürüükteki mevzuat ve mesleki eğitimleri çerçevesinde her tür beşeri iletişim deyim yerindeyse avlanmak için son derece uygundur. Statüleri gereği herşeye şüphe nazarı ile bakan kamu görevlilerindeki bu eğilimi farkeden bir kısım güruh da yaydıkları dedikodularla sağlık kuruluşları yöneticilerine yönelik şüpheyi derinleştirmektedir. Bu süreçte herhangi bir başhekim hasbelkader kendisini arayan bir ihaleciyle telefonda ihale konusunda ya da herhangi bir konuda görüşme yapmışsa, ister evet ister hayır desin, ister onaylasın isterse onaylamasın kolayca ihaleye fesat karıştırma ya da ne demekse örgüt üyesi olma damgası yeme tehdidi altında iş yapmaya çabalamaktadır. Telefonda konuşmayı reddetse kapısını vatandaşa kapatmakla, bazı işadamlarını dışlamakla suçlanacaktır. Kapısını açsa “bu adamla ne işiniz var?” denecektir. Bir kez dinleme ağına girdikten sonra da her cümlesinden sonsuz anlamlar çıkarılabilecek, ağzından çıkan her söz aleyhine delil olarak kullanılabilecektir. Artık insanların işini yapmak ve onlara kolaylık sağlamak da suç olabilir, sağlamamak da… Kime verildiğine bağlı olarak bir ihalenin onaylanması da de suç olabilir onaylanmaması da… Sonuç ne olursa olsun dedikodu, yalan ve iftira sağanağı durmaz… Bu dedikodu ve iftiraların, terfilerine katkı sağlayabilecek bir örgüt çökertme operasyonu peşindeki bazı kamu görevlilerince nazar-ı dikkate alınması durumunda, başhekimler, ihale komisyonu üyeleri, bir sabah vakti, daha gözlerinden uyku akarken bir anda soluğu karakolda alabilirler, adi suçlular gibi yıpratıcı soruşturmalara tabi tutulabilirler, en basit gerekçelerle, AİHM kararlarına ve Anayasaya aykırı uygulamalarla “aleme de kendine de ibret olsun, yaptıysa bir daha yapamasın, yapmadıysa da yapmaya cesaret edemesin” babından “terbiye edici (!)” keyfi tutuklamalara maruz kalabilirler; gözlediğimiz kadarıyla da kalabilmektedirler. Maruz kaldıkları bu keyfi uygulamalar karşısında yıllarca hizmet ettikleri bakanlığın da hiçbir desteğini göremeyebilirler. Bu ahvalde özellikle de gözden de gönülden de ırak olan taşra hastanelerindeki başhekim ve ihale komisyonu üyeleri büyük bir risk altındadır.

.. Nitekim, bu tür uygulamaların yaygınlaşması ve merkezi yönetime duyulan güvensizliğin artması, doktorların başhekim olmaktan ve ihale komisyonlarında görev almaktan giderek kaçınmasına yol açmaktadır. Öyle ki son dönemde yapılan uygulamalar yüzünden bir çok kamusal sağlık kuruluşunda başhekimlik, başhekim yardımcılığı, ihale komisyonu başkanlığı ya da üyeliği yapmaya istekli doktor dahi bulunamamaktadır. Taşrada bir çok devlet hastanesinde yılda bir başhekim değişmektedir. Sanal ortamda başhekimlerin görevden alınması ya da açığa alınması ile ilgili yüzlerce haber dolaşmaktadır. Bolu"da aşırı müfettiş baskısı ve aşağılaması nedeniyle haysiyeti incindiğinden pompalı tüfekle intihar eden başhekimi gazetelerde okuyan sağlık personeli kendini de büyük bir tehdit ve saldırı altında hissedebilmektedir. Bu durum sağlık kuruluşu yöneticilerinin kendini güven içinde ve saygın hissetmesini engellerken, personelin de yönetimi geçici olarak görmesine, deyim yerindeyse amirini takmamasına yol açmakta, yönetime saygıyı ve bağlılığı azaltarak personelin düzenli ve dispilinli biçimde sevk ve idaresini aksatmakta, hastalara sunulan hizmetin kalitesini olumsuz etkilemekte, daha da önemlisi bir kurum kültürünün gelişmesini engellemektedir. Bundan cesaret alan bazı personel, başhekimin kendince işine gelmeyen en küçük bir uygulaması, örneğin hastane içindeki görev yerini değiştirmesi durumunda dahi bakanlığa şikayet mektupları gönderme cesareti bulabilmektedir. Bu türden imzalı ya da imzasız şikayetler karşısında dahi bakanlığın bazı başhekimler hakkında idari soruşturma açtırdığı vakidir. Bu baskılar altında görev yapmaya çabalayan başhekimler personelle çatışmaktan dahi kaçınarak, böyle gelmiş böyle gider mantığıyla günü kurtarmaya çalışmaya zorlanmaktadır. Bunun sonucunda taşradaki bir çok sağlık kuruluşunda tam gün mesai mefhumu neredeyse fiiliyatta tarihe kavuşmuştur. Saat 16:00"dan sonra bir çok sağlık kuruluşunda görev yapan personel bulmak dahi güçleşmektedir. Bir çok personel mesai saatleri içinde dahi görevi başında bulunamamaktadır. Taşradaki bazı sağlık kuruluşlarında personel, mesai saatleri içerisinde elinde iç çamaşırı ve çorapla dolu bir bohçayla oda oda gezip hastalara mal satmaya çabalamaktadır. Bazı hastaneler pislik içinde yüzmektedir. Yaşanan sorunları uzun listeler halinde sunmak mümkündür. Bu tür sorunların çözümü, kanaatimce, öncelikle hastanelerin istikrarlı ve saygın bir yönetim yapısına kavuşturulması ile mümkündür. Bunun sağlanabilmesi için de öncelikle başhekimlerin yerel politikacıların ve hasbelkader ihalecilerin saldırgan tutumlarından korunması zorunludur. Başhekimler, dedikodu ve iftiraların baskısı altında her gün onlarca kişinin baskısıyla uğraşmak yerine başında bulundukları sağlık kuruluşun etkinliğini ve verimliliğini artırma çabası içinde olmaya motive edilmeli ve fırsat bulmalıdır. Başhekimlerin görev başında bulundukları dönem içinde aldıkları kararlar ve onayladıkları ihalelerden dolayı bir sorun çıkması durumunda bakanlık bunu idari denetim mekanizması çerçevesinde çözüme bağlamalıdır. Bunun dışında başta Sayın Bakan ve müsteşarı olmak üzere tüm merkez teşkilatı, bir başhekime ya da ihale komisyonuna yönelik herhangi bir operasyona, kesin bilgiye ulaşıncaya kadar bütün gücüyle karşı durabilmelidir. Başhekimlere yönelik bir iddia varsa en başta Sayın Bakan ya da Bakanlık Müsteşarı veya görevlendirecekleri üst düzey bir yetkili devreye girerek ilk elden başhekimi dinlemeli, iddiaların başını sonunu anlamaya çalışmalıdır.

Dedikodulara itibar etmek yerine başhekimin icraatlarını, kurumu nereden nereye getirdiğini yerinde tespit etmelidir. Öyle beli silahlı, eğitimsiz birilerine ve hasbelkader bir belediyede meclis üyesi olmuş iş takipçisi bazı yerel siyasetçilere karşı başhekimleri korumasız ve yalnız bırakıp sonra da kapısını çalanlara içirdiği çayı bahane ederek, telefonda ettiği iki kelamı kolajlayarak hesap sormaya kalkışmak hiçbir sorunu çözemeyecektir. Daha ötesi, insanların, devlete ve adalete güvenini tahrip edecektir. Bu güven duygusunu tahrip edecek meşruiyeti kendinden menkul operasyonlarda bulunmak, operasyonun niteliği ne olursa olsun beli silahlı ihale takipçileriyle başhekimleri karşı karşıya getirmek ve aynı kefede değerlendirmek, hiçbir delil olmaksızın sadece bir şüphe ile bunca yıl devlete hizmet etmiş, tertemiz bir geçmişe sahip, çoluk çocuk sahibi insanların itibarını ve haysiyetini hedef almak, en büyük vebaldir. Velev ki gözdağı vermek babından kısa süreli bir gözaltı ya da tutuklama şeklinde olsun, masum insanların haysiyetini rencide edebilecek bu tür bir vebalin altından, kimse kalkamaz.

 
Toplam blog
: 19
: 1025
Kayıt tarihi
: 01.05.10
 
 

Mülkiye ..