Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '09

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye özgürleşip hipnozdan çıkabilir mi?

Türkiye özgürleşip hipnozdan çıkabilir mi?
 

Mandrake


Türkiye siyaseti ülkede yaşanan problemlere çözüm üretme yeteneğini bir türlü yaşama geçiremiyor. Siyasi partiler yasasından seçim yasalarına kadar bir sürü antidemokratik yasanın lider sultasına olanak yarattığı siyasi zeminde siyaset yapanlardan demokratik bir ülke düşünü gerçekleştirmeleri beklenemez. Bu tespit ne yazık ki son süreçte “açılım” adı altında yaşanan gelişmelerin ışığında daha da belirginleşti.

Demokrasi, özgürlükleri ve özgürlük taleplerini içselleştirmiş, yaşam biçimi haline getirmiş olan bireylerin ortaklaştığı kültürün olmazsa olmazıdır. Özgürlükleri içselleştirmiş olan bireylerinde her hangi bir siyasi parti liderine biat ederek siyaset yapması beklenemez. Özgürlükleri bilince taşıyan birey sorgular, eleştirir. Alternatif düşünceler geliştirir.

Ülkemizde oluşan/oluşturulan siyaset atmosferinde gerçekten demokratik bir olgunluktan söz etmek temelsiz bir bakış veya temenniden öte anlam taşımaz. Hala siyasi partilerin kapatıldığı günümüzde gelinen nokta bu tespitin gerçekliğini yüzümüze vuruyor. 21. yüz yılda siyasi partilerin kapatılmasına yol açan yasaların siyasete egemen olan siyasetçiler açısından (eleştiriyor olmalarına rağmen) işlerine geldiği su götürmez bir gerçek. Yoksa parti kapatmayı zorlaştıran yasalardan tutun, siyasi partiler yasası ve seçim yasalarını değiştirmek için gerekli girişimleri yapmaktan asla kaçınmazlardı.

Süreç tabela değiştirmekten öte bir sonuç yaratmamıştır.

Türkiye’nin demokrasi deneyimi Osmanlının son dönemlerinden itibaren bu güne kadar irdelendiğinde ortaya çıkan sadece neredeyse yüz yıllık bir geçmişe sahiptir. Oysa batı bu süreci dört yüz yıllık bir zaman diliminde içselleştirerek bu günün ileri demokrasilerine ulaşmışlardır. Asıl yaşadığımız problemlerin temelinde aradaki bu süreç farklılığı belirleyici olmaktadır.

Cumhuriyetin kurulması ile ümmetten birey olmaya terfi ettiğimizi unutmamak gerekir. Bin yıllardır biat kültürünün egemen olduğu coğrafyamızda cumhuriyet/demokrasi/seçme ve seçilme hakkı/devrimler yeteri kadar içselleştirilip kültür olarak topluma sirayet etmemiştir.

Bu bağlamda demokrasimizin ağır aksak/kör topal yol alması bir taraftan devletin yüksek menfaatleri açısından(!) sekteye uğratılırken asıl sorumluluğun her seferinde treni raydan çıkarma yeteneksizliğini gösteren politikacılarda olduğunu da göz ardı etmemeli. Hele her demokrasiye müdahalenin arkasında var olan emperyalist gücün bitmek bilmeyen ihtirasları ve çıkarları ile politika figürlerinin kader birliği ettiği bilinmez değilken süreç daha anlamlı bir şekilde anlaşılır oluyor.

Bu gün yaşadığımız sorunların asıl nedeninin demokratik olgunluğa oluşmamış toplum/siyaset olduğunu tartışmasız kabul etmek gerekir. Basit faydacı yaklaşımların politikaların belirleyicisi olduğu günümüz siyasetinde daha ileri bir demokrasi/özgürlükçü bir ülke yaratmanın neredeyse hayal gibi durduğunu itiraf etmek gerekir.

Toplumun genlerine işlemiş paranoyaların politikaya etkisi belirleyici bir şekilde görülürken toplum kesimlerinin dogmatik/ilkel tavırlarını değiştirmeye yönelik siyaset çabası da ne yazık ki görülmemektedir. Ülkede taraf olanların kendi öznel değerlendirmeleri sorunların çözümüne yönelik başlangıçları sekteye uğratırken; daha yaşanılır özgür bir Türkiye inşasını öteliyor.

Özgürlükleri içselleştiren birey düşüncelerini paylaşmasa bile başkalarının kendini ifade etme özgürlüğünü sahiplenir, savunur. En aykırı görüşlerin dillendirilmesinin topluma zarardan çok yarar getireceği gerçeğinden hareketle; yasakçı zihniyetin demokratik kanalları kapatmasının toplumu/ülkeyi giderek büyüyen problemlerle zaman kaybetmesine yol açtığı öngörüsüne sahip bilinç düzeyi ile farklılığını her alanda hissettirir.

Özgürlüğü içselleştir(e)meyen bireylerden oluşan toplumda gerçekten özgürlüklerden nasıl söz edilebilir. Bu bilinçsizlik, özgürleşemeyen bireyin iradesini ortaya koyamaması köy/yöre derneklerinden tutun siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalara kadar egemen olmuştur. Biat etme geleneği genlerine işleyen, toplumsal kodlarının içinde sorgulamayı barındırmayan ortaçağ kültürünün; tarikat/ağalık/şeyhlik sarmalından çıkamaması bu anlamda pek şaşırtıcı gelmemeli.

Günümüz Türkiye’sinde yaşananlar ve sürekli patinaj yapan demokratik kültürümüzü irdelerken söz ettiğimiz kodların belirleyiciliğini görebiliriz. Bütün bu genel tespitleri yaparken biat yerine sorgulayan özgün örneklerde yok değildir.Şeyh Bedreddin’in başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterdiğini nasıl görmezden gelebiliriz. İktidara ve güce tapınmayı, biat etmeyi genel/geçer ilke edinen, sorgulamayan figürlerin siyasete egemen olduğu 21. yüz yıldan bakınca Bedreddin’e 1400’lerde eşitlik, kardeşlik destanı yazdıran özgür akla saygı duymaktan öte ne yapabiliriz.

Başlarken söz ettiğim üzere, Türkiye batının yüz yıllara sığdırdığı aydınlanma ve devrimleri Atatürk’ün yaşamında toplumsal hayata uygulama olanağı buldu. Ve ne acıdır ki ölümünden sonra İnönü ile başlayan emperyalist ülkeler ile siyasi flört zamanla evlilikten öte kader birliğine dönüştü. Kader birliği klasik oy avcılığı ile kazanımların yok edilmesi noktasına kadar vardı. Atatürk ile başlayan Anadolu aydınlanması ve bağımsızlığı ilke edinen cumhuriyeti kuran felsefeden kopuş; ülke siyasetçilerinin kader birliği ettiği kominizm karşıtı emperyalist bloğun çokta umurunda olmadı. Onlar için Türkiye’ye biçilen rol SSCB’nin sıcak denizlere inmesini engellemek ve ABDçıkarlarının jandarmalığını yapmaktan başkaca anlam taşımıyordu.

İşte bu uzun süreçte Türkiye’nin yaşadığı temel sorunların/açmazlarında temelleri atıldı.Ve farklı düşüncelere yaşam olanağı/alanı bırakılmadı. Emperyalizmin çıkarlarına ters düşenler acımasızca düşman ilan edilip yok edildi. Gücü/iktidarı elinde bulunduranlar vatanseverlik/milliyetçilik/din söylemlerinin arkasına saklanarak özgürlüklere yaşam olanağı bırakmadılar. Yaşananlar solkırıma dönüştü.

Ülkede yaşananları anlamlandırabilmek için cumhuriyet tarihinde sorumluluk alan siyasipartileri/liderleri ve uyguladıkları egemenlerin değirmenine su taşıyan politikaların bilincine varmak gerekir. Emperyalizmin çıkarlarına yönelik politikaları acımasızca uygulayan iktidarlar sermayenin/sömürünün önüne set çeken ulusal politikaları sermayenin lehine değiştirmekte bir an bile tereddüt göstermemişlerdir. Çok uluslu şirketlerin ucuz işgücüne olan gereksinimlerini karşılamak için sendikaların etkinliğini ortadan kaldırarak taşeronlaştırmayı/özelleştirmeyi genel politikalarının vazgeçilmezleri olarak uygulamakta gösterdikleri kararlılık ve yeteneklerine göre dünya egemenlerinden destek görmeye devam etmişlerdir.

Siyaset/iktidar egemenlerin çıkarına politikalarını uygularken zenginleşmenin aracı olmuştur. Devlet erkini yandaşlarının çıkarına kullanarak kendi zenginini/medyasını yaratmaktan asla kaçınmamışlardır. Sürekli günden yaratarak/değiştirerek toplumun asıl sorunlarının görünmesini engelleyen hipnoz aracı olarak iktidarı/gücü kullanma becerilerini sorgulayabilecek olan ise biat etmeyen ve gerçekten özgürleşen birey/toplum kesimleri olacaktır.

Ülkede uygulanan tarım politikaları ile dünyanın kendine yeten yedi ekonomiden biri olan Türkiye artık buğday/nohut/mercimek vb. ithal eder hale gelmiştir. Uygulanan politikalar ülkeyi dışa bağımlı hale getirmiş, enerjiden otomotive ithal/ikameci anlayış gerek milliyetçilik, gerekse din soslu siyasi söylemlerle destek bularak egemenlerin çıkarlarına yönelik politikalarını kolaylıkla uygulamışlardır. Yurttaşın sağlıklı yaşama, beslenme eğitim gibi temel gereksinimlerinin sosyal devletin temel ilkesi olduğu göz ardı edilmiş yerine acımasız piyasa kurallarının geçerli olduğu liberal politikalar uygulanmaya devam edilmektedir.

“Susma, sustukça sıra sana gelecek!”

Küresel emperyalizmin politikalarına karşı gerçekten karşı durabilmenin ifadesi olan; “Susma sustukça sıra sana gelecek!” ülkenin meydanlarında düzenin mağdurları tarafından dillendirilirken susmayı tercih eden toplum kesimleri kendileri de mağdur olduklarında seslerini yükseltiyorlar ama ne fayda. Bir zamanlar Köy Hizmetleri’nde çalışanlar özel idarelere devredilinceye dek susmayı tercih etmişler fakat uygulanan politikalar kendilerini vurmaya yöneldiğinde meydanları doldurmuşlardı. Bu gün Tekel işçileri seslerini yükseltiyorlar. Günlerdir Ankara’nın soğuğunda iş güvencelerini ve kazandıkları haklarının ellerinden alınmaması için eylem yapıyorlar. AKP genel merkezi önünde oy verdiği eli kesen işçi görüntülerine Abdi İpekçi Parkı’ında CHP ve MHP’li vekillerle birlikte gaz sıkılan işçi görüntüleri vicdanları kanatıyor. Ve TBMM’de sorunu meclise taşıyan iktidar vekilleri pişkince “Ne işiniz vardı orada!” diyebiliyorlar.

Ve cuma namazı çıkışı bir vatandaş Başbakana; ”Açım, işsizim !” diye protesto ederken korumalar tarafından uzaklaştırılıyor.

KESK başkanı Sami Evren “Sivil faşizm!” diye özetliyor yaşanan süreci. İktidar emekçilerin tepkilerini görmezden gelmeye devam ediyor.

Özgürleşen birey biat etmez, sorgular. Özgürleşemeyenlerde yaşananlardan, bölük pörçük resimlerden bir ders çıkarır ve en azından uygulanan ekonomi ve politikaların, şiddetin şifresini çözebilir, hipnozdan kurtulabilir.

Necati TÜFEKCİ/Aralık 2009/Ankara

 
Toplam blog
: 1114
: 827
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Ankara'da yaşar, dünyalı,aynadaki görüntüsüne muhalif, vicdan hesapları yapmaktan yorgun, yaşanıl..