Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mayıs '08

 
Kategori
Eğitim
 

Türkiye'ye bu lazım!

Türkiye'ye bu lazım!
 

"Öğretmek için öğreniniz..."


İngiltere kraliçesi ll. Elizabeth’in şaşalı gelişiyle günlük yaşam, uğradığı şehirlerde trafiği felç etti. Konuğumuza ayıp olmasın ve arabasında hop inip, hop kalkmaması için yollarına asfalt döktük. Keşke Türkiye’ye böylesi kral ve kraliçeler sık sık gelseler, işte o zaman, yollarımızda çukur diye bir şey kalmaz!

Bu yazımda sizlere, Cumhurbaşkanı ve Başbakan eşlerinin küslüğünü, Deli Dumrul Vergilerini, Güneydoğu’daki mayınların kalleşliğini, örnek aile diye seçilen çok çocukluların devlet erkânını ziyaretlerini ve Irak’ın parçalanma sürecinin unutmuşluğundan söz etmek istemiyorum.

“Neden Okumuyoruz?” başlıklı yazımı belki hatırlayanlarınız vardır. Bu yazıma, benim de iki yılımı gazeteci olarak verdiğim Ordu şehrinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapan Evgin Cabbar öğretmenimin yazıma yaptığı geniş yorumlarına yer vermek istiyorum. Umarım bu açıklamaları diğer öğretmenlerimize de örnek olur da; Türkiye’mize aydın, düşünen ve gelişmeyi yakalamış gençleri kazandırarak, dünyadaki saygın ülkeler arasındaki yerimizi alırız. Buyurun öğretmenimin değerli yorumlarına; ( Lütfen her satırını özümseyerek okuyunuz!)

<ı>Ben, Ordu İlinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapıyorum İfadelerim bir şikâyet değil, bir isyan da değil, bir istek de değil. Sadece kendi imkânlar dâhilinde başarılmış, amacına ulaşılmış çalışmalar bütünüdür. Ülkemizde okuma alışkanlığının ne kadar kötü durumda olduğu bilinmektedir. Ben kendi çabalarımla bir şeyi başardım. Ve kendi yöntemimle… 6. sınıftaki bir öğrencimin bir eğitim-öğretim yılında okuduğu kitap sayısı tam 130’dur. Sınıf ortalaması da 70 civarında. 7 ve 8. sınıf öğrencilerim de müthiş düzeyde okuyorlar. Tabi bu bir şeylere rağmen yapıldı. Çok büyük problemlerle karşılaştım hala da karşılaşıyorum. Dershane zihniyeti ve sisteme dâhil olan, öğrencileri test makinesi haline getiren bu sistem elemanları, her halükarda engel oluyor. Ben ise çocuğu hayata hazırlıyorum. Ve benim öğrencilerim kimleri mi biliyor? Başta Cemil Meriç ( Kaç 7. sınıf öğrencisi bu isimleri bilebilir veya anlamaya çalışır?) <ı>Atilla İlhan, Oktay Sinanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Yunus Emre, Mevlana, Baki, Nedim, Sokrates, Platon, İbn-i Haldun, Hegel, Marks, Nice, Dostoyevski, Hugo ve daha niceleri… Bu bir başarıdır ve devam edecektir. Bunu herkesle paylaşmak istiyorum. Yaptığım kısaca şu; Düşünmek, düşünmek, düşündürmek ve düşünenleri göstermek.” Amaç sadece okumak değil. Asıl olan bu davranışın nihaiyi amacı da asıl olana hizmettir. O da davranışlarına dökmektir. Cemil Meriç’in dediği gibi “ Bizde düşünenler yoktur. Düşünenleri, düşünenler çoktur.” Bir defa sistemin dışındayım. Müfredatın dışında olacaksınız. Sadece Türkçe dersi olarak değil. Dersi ders dışı hayatın küçük bir sahnesi olarak düşünmelisiniz. En önemlisi BİLGİYİ SATABİLMELİSİNİZ. Mesela benim 29 yaşında bir edebiyat öğretmeni arkadaşım toplam 1500 kitap okumasına rağmen öğrencilerine bu bilgileri aktaramıyor. Öğretmenler, tüm sosyal bilimleri bildiği kadar kullanabilmeli. Üstündeki kıyafetten, havadaki bulata kadar, kırmızı gülün koparılmamasının Yunus’un Gül ile Bülbülü’ne kadar. Ya da Platon’un Mağara Benzetmesine, oradan Mevlana’ya Oradan Cemal Meriç’in kapandığı odasına oradan sınıfa, çocuklar inanır mısınız dersten <ı>çıkmak istemiyorlar. Ve biz aşırı kitap okunmasından dolayı evet yanlış duymadınız, aşırı kitap okunmasından dolayı 2 hafta kitap okuma yasağı uyguladık. O sürede kitap okumayı ve amaçlarını anlattık. Bu çocuklarla her şeyi konuşuyoruz. Tarih bilincini, dil bilincini, din bilincini aslında her şeyi. Ama öğretmenlerimizle hayır… Şurası bir gerçek ki kitap okuma alışkanlığı bir sevgi işidir. İçtenlik işidir. Yalnız bu sevginin oluşabilmesi için ön bir akla ve yönlendirmeye ihtiyaç var. Benim yaptığım da zaten bu. Önce teşhis, sonra tedavi. Ama salt bir somutlanmayla verilemez bunun cevabı. Mesela öğrenciyi düşündürmekten başlarım ( Bu arada ben de düşünürüm) Şöyle başparmağımızı yüzük parmağınızla birleştirirsek pasif mantıkla 2 çıkar değil mi? Öğrencilerime sorduğumda 2 derler ama öncelikle bu bir parmaktır, değil mi? Öğrenci şaşırır. Çünkü bildiğine inandığı bilgi yanlışlanır. Ya da küçük bir fille büyük bir karıncanın karşılaştırması ya da iyi ya da kötü kavramların arasında ne iyi ne kötü kavramının olduğunu örneklere erilmesi. Ya da İstiklal Marş’ımızda geçen <ı>“Şafak” kelimesi 2 defa tekrarlanmıştır ve bu ikisi de farklı şafaklardır. Birisi sabah kızıllığı diğeri akşam kızıllığı yani birisi yıkılan Osmanlı, diğeri kurulan Cumhuriyet ( Burada Osmanlı kötülenmiyor) tir. Platon’un Mağara Benzetmesi ise en çok kullandığım argümanlardandır. Bir de, şu an rüya görüyor musunuz sorusu. İnsan rüya gördüğünü ne zaman anlar? Cevap; Uyandığı zaman. Peki siz şimdi rüya görmediğinizi nerden biliyorsunuz? Ya da “ Sormaz ki bilsin sorsa bilir; bilmez ki sorsun, bilse sorar” Öğretmenim, bize kitap alın, biz okumak öğrenmek istiyoruz. Çünkü bizler gerçekten bilmiyoruz. Yani anlıyor musunuz, ben onların bir şey bilmediklerini sezdiriyordum. Bu arada bu konu hakkında sizlerle çok şey paylaşmak istiyorum. Çünkü bizler Türkçe-Edebiyat öğretmenleri çok önemliyiz. Branşlarımız çok güzel ama bize bu güzellikleri anlatmadılar, bize o kadar gereksiz bilgiler ve kırtasiyeler verdiler ki çoğumuz işimizden soğuduk.

<ı>

<ı>Bu arada bunlar bir köy okulunda yapılıyor. Bunları niye anlatıyorum? Sadece PAYLAŞMAK. Umutsuzluğa kapılmamak için… Çünkü mutlaka bir şeyler yapılıyor. Mesela ben önceliği, eğitim olarak belirliyorum. Amacım ise, bir eğitimci olabilmek. Kimdir o eğitimci derseniz? Hababam sınıfındaki “ Kel Mahmut” tur. Evi olmayacak kadar veren, okulda yatıp kalkan, sadece ders anlatmayan, dersi dört duvara sıkıştırmayan bir öğretmen. Sistemle taban tabana tersim. Kendi sistemimi uyguluyorum. Çalışkan öğrencilerin fen liselerine, tembellerinse sözel alanların bulunduğu okullara yönlendirildiği bir sistem, muhatabım olmaz. Benim yöntemim; “ Sadece test ve tost çocukları değil. Soran, yaşayan, düşünen, hisseden bireyler yetiştirmektir. Demeyin ki bu herkesin ideali. Problem de bu zaten. Sistemi kabul eden bir öğretmen, o sistemin izin verdiği ölçüde bir ideal ortaya koyar. Öğretmenler iyi olursa toplum düzelecek ve Öğrencilere DÜŞÜNEN bir öğretmen kadar faydalı hiçbir rehberlik yoktur diye düşünüyorum. Gerisi mi? O size kalmış. Mesela, Hakkâri’de bir matematik öğretmeni arkadaşımız dersindeki problemleri kitapla özdeşleştiriyor. Bir sosyal bilgiler öğretmeni de dersini klasik dersten tamamıyla farklı anlatıyor. Hepsinin ortak özelliği de DÜŞÜNEN insanlar olmaları.

<ı>

<ı>Bu arada bazı arkadaşlar diyor ki, bu çocuklar Cemil Meriç’i, İlber Ortaylı’yı, Halil İnalcık’ı anlamaz ki. Ya arkadaşlar okumak var, okumak var. Kitap okuma yaşının 2 evet 2 olduğunu biliyor muydunuz? 2 yaşında eline alır onu ağzına sokar. 3 yaşında yırtar. 4 yaşında çizer. 5 yaşında da başlar yavaş yavaş okur. Ben Cemil Meriç gibi bir düşünürü üniversite 3. de tanırken benim öğrencilerim 6. sınıfta biliyor. Bu ne demektir düşünün. Zorla okumuyorlar, sevgiyle, Yunus ile Farabi ile Kırmızı gülle okuyorlar… “

<ı>

<ı>Böylesi düşünen ve düşündüklerini öğrencileri ile paylaşan öğretmenlerle, Gelişen ve Aydınlık bir Türkiye hiçbir zaman uzak değildir. Düşünebiliyor musunuz, bu anlayışla yetişen öğrencilerin çokluğunda, nelerin değişebileceğini tahmin edebiliyor musunuz?

Sizce şimdiki siyasilerin birçoğu meclise girebilir mi?

Bunu da siz tartışın…

Sevgilerimle…

<ı>Mayıs / 2008 Bursa Ertuğrul ERDOĞAN<ı>

<ı>

<ı>

<ı>Not: “ Neden Okumuyoruz?” “ Fin Mucizesi” <ı>Ve “Tatlı Dilim” yazılarımı bu bağlamda <ı>Okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca değerli <ı>Öğretmenimin geniş yorumunu okumak <ı>İsterseniz kendime ait www.erterd.tr.gg

<ı>itemi ziyaret edebilirsiniz.

<ı>

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..