Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '11

 
Kategori
Güncel
 

Türkiye'ye yönelen tehditler

Bu ülke sahipsiz değil, her üniversitede hocalar ülke derdiyle, millet derdiyle yaşamakta, kafa yormakta, kitaplar yazmakta ve yarınların da uyanık gençlerini yetiştirmektedir. H. Ömer Budak Hoca da bunlardan biri. Koca bir kitap yazmış "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri" ismiyle yayınlamış. Bize okumak düşüyor. Okumayı bir iş olarak bellemek lazım. Kitap yazmak her babayiğidin harcı değildir. Kitap yazdığında milyonları etkilemen lazım, doğru yazman lazım, bir hedef belirlemen lazım ve en barizi de vatan ile millet sevgisi ile dolu olman lazım. İnsanlığı da sevmen lazım. Milletini seven, insanlığı da sever. Milletine barış, huzur, refah getirme erdemiyle yaşayanlar insanlığa da hizmet etmiş olur. Bilim insanları buna en iyi örnektir.

Yardımcı Doçent Doktor H. Ömer Budak'ın kaleminden "Türkiye'ye yönelen tehditler"

"Kuzey Tehdidi:

Hepimizin bildiği gibi kuzey tehdidi, ülkemiz ve biz Türkler için Rus tehdidi anlamına gelmektedir. Kuzey tehdidi daha uzun zaman Türkiye'nin tepesinde asılı bir kılıç olmaya devam edecektir. Türkiye, bu kılıç karşısında gaflete düşmemelidir. Rus tarihi, Türk tarihi ile iç içedir. Hatta Rus tarihi Türk tarihi demektir. Ruslarla komşu olmak, Türk Milleti'nin en büyük talihsizliğidir.

Türk-Rus ilişkilerinde dikkati çeken diğer bir nokta da Rusların, çok eskiden beri Türkleri Ruslaştırmaya çalışmalarıdır. Özellikle Tatarlardan Ruslaşanlar çok olmuş, Ruslara bir hayli Türk kanı karışmıştır.

Batı Tehdidi:

Osmanlı Devleti ile asırlarca süren mücadelesinde Avrupa'nın Haçlı zihniyeti hep ön plana çıkmıştır. Batı tehdidinin Türkiye ile ilgili iki hedefi vardır. Bunlar:

-Türkleri her konuda mümkün olduğu kadar geri itmek,

-Türkleri zayıflatmak, kuvvetlendirmemek, zayıf tutmaktır.

Birinci madde için; Avrupalılar tarih boyunca yapılan savaşlarda başta müdafaasız insanlar olmakla birlikte köylüleri, çocukları ve kadınları katlederek, nesilleri yok etmiş ve Türkleri geri itmeye devam etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi.

İkinci hususa gelince; Batılılar bilhassa sulh zamanlarında bu siyasetlerini ustalıkla uygulamışlardır. Örnek olarak Birinci Dünya Savaşı sonrası Milli Mücadele ve sonucunda Lozan Antlaşması'yla bizi nasıl sıkıştırdıkları ve Lozan'da İsmet İnönü ve Türk Heyeti'nin savaşla nasıl tehdit edildiklerini ve bunun sonucu olarak da Kerkük-Musul'un elimizden nasıl çıktığını, Misak-ı Milli sınırlarının nasıl çizildiğini, Selanik'in nasıl milli sınırlarımız dışında bırakıldığını görmekteyiz.

Avrupalıların nazarında önemli olan şey, Türklerin geldikleri yere, Orta Asya'ya geri gönderilmeleri; eğer bu mümkün değilse Türklerin huzurlu ve kudretli olmalarının engellenmesidir. Günümüzde de Batı tehdidinin ağırlıklı olarak Türkiye'yi kuvvetlendirmeme hedefine kilitlendiğini görmekteyiz. Bütün bunlar düşünüldüğünde, Türk yöneticilerinin akıllı ve uyanık olmasının kaçınılmaz olduğu görülmektedir.

Milli Mücadele'den sonraki yıllardan günümüze kadar, Türkiye ile Batı topluluğu arasında bir takım yakın münasebetler ve ittifaklar kurulmuştur. Bunların önemli sebepleri ise, doğuda büyüyen komünizm tehlikesi ve Rusya'nın Akdeniz üzerinden Batı'yı tehdit edebieleceği düşüncesi idi. Fakat tarihi tecrübelerimizle de sabit olduğu gibi, Avrupalılar, gerektiğinde kendileri için tehlike olarak gördükleri Sovyetlerle de, Türklere karşı işbirliği yapabilmektedirler. Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi.

Yunan Tehdidi:

Osmanlılar, Yunan varlığını halkı, klisesi, kültürü ve toprağı ile adeta itina içerisinde korumuşlardır. Bunun karşılığında ise, Türklerin, Yunanlılardan gördükleri sadece düşmanlık olmuştur. Yunanlılar, 1830 tarihinden sonra işgal etmiş oldukları Osmanlı topraklarında işe ilk önce halkı katlederek başlamışlardı. Buna örnek olarak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İzmir'e çıkarma yapan Yunanlıların Anadolu'da yaptıkları büyük katliamları gösterebiliriz.

Milli Mücadele ile sonuçlanan Türk-Yunan ilişkileri ve Lozan'la belirlenen Misak-ı Milli sınırları sonrasında, Türk-Yunan hududunun Ege Denizi'nin ortasından geçmesi icap ederdi. Ancak hiç de böyle olmamış Anadolu Adaları, Anadolu'nun tabii toprak uzantıları, Yunanistan'a bırakılarak; Yunanlılar, Türk Karasuları'nın içine kadar girmiş ve bir deniz memleketi olan Türkiye, geniş sahilleri olan, fakat karasuları yok denecek bir ülke durumuna düşürülmüştür.

Türkiye, Kıbrıs Davası'yla bir kere daha ölüm kalım, veya ya hep ya hiç noktasına gelmiştir. Türkiye, artık bu noktada sesini yükseltmiş ve Yunanistan'a dur demek mecburiyetinde kalmıştır. Bugün Türkiye, Kıbrıs'ta Yunanistan'la bu hesabı görmektedir. Türkiye'nin Yunanistan'la dostluğu hemen hemen imkansızlaşmış olup, bir Türk-Yunan harbi bundan sonra her an ufukta asılı bir ihtimal olarak beklenmektedir.

Türk-Yunan dostluğu imkansızdır ve hayalden öteye geçemez. Bir kısım insanlara göre, Kıbrıs meselesi çözülünce Türk-Yunan probleminin biteceği vurgulanmaktadır. Halbuki Kıbrıs dışında da Yunan tehdit sahaları ve faaliyetleri mevcuttur. Bu tehdit sahalarını şu altı başlık altında değerlendirebiliriz.

-Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı askeri hazırlıklar içerisinde bulunması,

-Yunanlıların, Türk düşmanlığını eğitim kurumları ve basın aracılığıyla yaymaya çalışmaları,

-Yunanlıların, Batı Trakya Türklerine kuşkuyla bakarak onlara birçok sıkıntı yaşatması (Dr. Ahmet Işık'ın öldürülmesi, Müftü seçilen Mehmet Emin Aga'nın tutuklanarak hapse atılması ve Türklere ait işyerlerinin kundaklanması vb. olayalar)

-Başta ABD olmak üzere, dışarıda siyasetten turizme kadar her konuda Türkiye aleyhine faaliyetlere ve kampanyalara devam etmeleri,

-İstanbul'daki Rum varlığını ve eski Bizans teşkilatını muhafaza eden Fener Patrikliği'ni Türkiye içinde bir köprü başı gibi kullanmak istemeleri,

-Ege'de petrol bulununca, Türkiye'nin karşısına her an silahlı çatışmaya sebep olacak bir kıta sahanlığı meselesi çıkarmaları, ayrıca araya ağır bir hava kontrol hattı anlaşmazlığı sokmaları,

Görüldüğü gibi Yunan tehdidi, Avrupa Birliği üyesi olması münasebetiyle, Avrupa'nın desteğini alarak hem ekonomik hem de psikolojik olarak Türkiye jeopolitiğini etkilemeye devam etmektedir. Yunan tehdidini Batı'dan olduğu gibi, Ege Denizi'nden, Akdeniz'den, yani Türkiye'nin güneyinden de düşünmek gerekir. Türkiye'yi, Rusya'dan sonra en çok tehdit eden ülke Yunanistan'dır.

Ermeni Tehdidi:

Türklerin, Ermeniler ile olan temasları asırlar öncesine dayanmaktadır. Ermenilerin doğru dürüst bağımsızlıkları olmamıştır. Tamamen Rusya'nın kontrolünde ve güdümünde uzaktan kumandalı bir alet gibi kullanılmışlardır. Ermenistan dışında bir çok ülkede de Ermeniler yaşamaktadırlar. Ermeni diasporası, bu Ermenilerle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

Ermenistan'da hem Türkiye'ye hem de Azerbaycan Türklerine karşı müthiş bir düşmanlık hüküm sürmektedir. Ayrıca Ermeniler, Sovyetler Birliği içinde olduğu gibi, bu gün de toprak davasına düşmüş ve Karabağ'ı işgal etmiş durumdadırlar. Bu işgal cesaretini yine Rusya'dan almaktadırlar. Ermeni diasporasının en önemli faaliyetlerinin başında ise 1915 yılında Türklerin Ermenileri katlettiğine dair dünyaya yaymak istedikleri mesnetsiz iddialar gelmektedir.

Ermenilerin Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmaları başta Ruslar, sonra Fransızlar ve İngilizler tarafından sık sık Ermenilere hatırlatılmıştır. Dolayısıyla Ermeniler de, bu heveslerini hiç gizlememişlerdir.

Ermenistan dışındaki Ermeni teröristlerin, Türk temsilcilerine yönelttikleri terör hareketlerinde, bölücülerle, komünistlerle, hatta Türkiye üzerinde emelleri malum Yunanlılarla işbirliği yaptıkları ve ülkemizin doğu-güneydoğu bölgelerindeki terör olaylarının planlayıcıları ve organizatörlerinin Ermeniler oldukları; PKK liderinin de Ermeni asıllı olduğu bilinmektedir. Kısaca şunu söyleyebiliriz ki, Ermeni tehdidiyle Rus tehdidi aynı şeydir.

İran Tehdidi:

Osmanlı İmparatorluğu Sevr ile İtilaf Devletleri arasında payalaşıldığı sırada, İran yönetiminde bulunan Nadir Şah'ın aleyhimizdeki emellerini, İran'ın Fırat Nehri'ne kadar genişleme taleplerini Türkiye unutmamak zorundadır.

Günümüzde de Türkiye aleyhine gelişen her olayda İran, karşı tarafı ya tahrik emiş veya gizliden gizliye Türkiye aleyhine olan gelişmeleri desteklemiştir. İran, gerektiğinde Türkiye'ye karşı bazen Hıristiyan alemiyle (Ermenistan, Rusya, Yunanistan) bazen de İslami değerleri kullanarak İslam alemiyle işbirliği yapmaktadır.

Sonuç olarak İran, ekonomisini destekleyen petrol ve doğalgaz rezervlerini kullanarak elde etmiş olduğu silahlarla birlikte, genç nüfusu ve tarihi husumetiyle en az Yunanistan kadar Türkiye için yakın tehdit oluşturmaktadır. (Aynı dine mensup olmak milletleri, birbirleri için tehlike olmaktan çıkarmamaktadır.)

Arap Ülkelerinden Gelen Tehdit:

Türkler, İslamiyet'ten önce ve sonra devamlı olarak Araplarla yakın temas içinde bulunmuşlardır. Bu münasebetlerde Türklerin hanesinde İslamiyet'e hizmet, İslamiyet'i yaymaya çalışmak, Arap çöllerine servet akıtmak, Arapları baş tacı etmek, fedakarlık ve feragatten başka bir şey yoktur. Fakat yine de Türkler, Araplara yaranamamışlardır. Onların da düşmanlığına engel olamamışlardır.

Arap düşmanlığının belki de tek sebebi, idare edilenin idare edene karşı ; himaye edilenin himaye edene karşı duyduğu psikolojik husumettir. Fakat Türklerin bunda bir kusuru yoktur. İdare etmek; adalet götürmek, himaye etmek, efendi olmak Türklerin kaderi gibidir.

Arap ülkelerinden gelebilecek en büyük tehdit ise, Türkiye'nin dağlarından kaynağını alan, Suriye ve Irak'ı sulayarak geçen

Fırat ve Dicle Nehirleri'nin yarattığı tehdittir.

Diğer Tehditler:

Diğer tehditler denildiğinde, gelişmiş olan ve petrol ihtiyaçlarını karşılamak için bölgede (Orta Doğu-Orta Asya) çıkarları olan ülkelerin her biri Türkiye için, her zaman tehdit oluşturabileceği unutulmamalıdır. Bu ülkeleri, uzaklık ve yakınlıklarına göre iki gruba ayırmak da mümkündür.

Yakın Ülkeler: Almanya-Fransa, İtalya-İspanya, Portekiz-İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri.

Uzak Ülkeler: Japonya-Kore-Çin-Hindistan ve diğer gelişmiş uzak ülkelerdir.

Uzak ülkelerden ABD-Japonya ve Çin, günümüzde de etkin olarak bölgede bulunmaktadır. ABD, Irak'ı işgal ederek Türkiye ile sınır komşusu olmuş, aynı zamanda Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının vanasını da ele geçirmiştir. Türkiye gibi kalp-gahın kenar kuşağında yer alan bir ülkenin bütün bu tehditleri göz önünde bulundurarak sanayi ve endüstrisini geliştirme mecburiyeti vardır. Caydırıcı olabilmesi için sanayi endüstrisinin en tehlikeli ve en etkilisi olmalıdır (uzay sanayi, nükleer sanayi, deniz ve kara sanayi endüstrileri).

Şark Meselesi:

Aslında tarihi kökeni eski olan ve Avrupa'yı fazlasıyla meşgul eden "Şark Meselesi"ni iki kısımda değerlendirmek mümkündür. Birincisi 1071-1683 arasındaki "Şark Meselesi"dir. Bu safhada Avrupa savunmada, Türkler ise taarruz halindedir. Avrupa açısından birinci safhanaın gelişimi şöyledir: Türkleri Anadolu'ya sokmamak; Türkleri Anadolu'da durdurmak; Türklerin Rumeli'ye geçişlerini önlemek; İstanbul'un Türkler tarafından fethini engellemek; Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak... Ancak 1683 tarihinde, Türklerin Viyana'da yenilgiye uğramasıyla birlikte Şark Meselesi'nin ikinci safhası başlamıştır.

İkinci safhada Türkler; savunmada, Avrupa ise taarruzdadır. 1920 yılına kadar devam eden bu safhada Şark Meselesi'nin gelişimi şöyle olmuştur: Balkanlardaki Hıristiyan milletleri Osmanlı hakimiyetinden kurtarmak; Kurtulamazlar ise, Hıristiyanlar için reform istemek, Hıristiyan Halkları için müdahele etmek; Türkleri Balkanlardan tamamen atmak; İstanbul'u Türklerin elinden geri almak; Başta Aanadolu olmak üzere Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıklar için reformlar yaptırmak, onların muhtariyet ve bağımsızlık kazanmasını sağlamak; Anadolu'yu paylaşmak ve Anadolu'daki Türk varlığına son vermektir.

Görüldüğü gibi, günümüzde de Avrupa, Türkiye ile ilgili politikalarını Orta Doğu, Filistin, Kıbrıs, Ege, Irak, petrol, irtica ve bölücülük sorunlarıyla mevcut olan Şark Meselesi, jeostratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir." (Yardımcı Doçent Doktor H.Ömer Budak. "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri")

Petrolün varlığı ve petrolün bulunduğu bölgede olmamız gelişmiş ülkelerin gözünü karartmaktadır. Irak, ikinci bir Türkiye idi. Irak'a çok güçlü bir irade ile sahip çıkmalıydık. Kerkük ve Musul anayurdumuzun bir parçası iken, bu şehirler, içinde yaşayan Türklere acı vermeye başladı. Çünkü ABD'nin Iraklı olmasıyla, Türkiye bu iki stratejik şehre güçlü bir destek verememektedir.

Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur; gerçeği yanında bir de Türk'ün Türk'e düşmanlığı hayata geçirilirse işte asıl felaket o zaman yaşanır. Böyle bir felaketi Allah, milletimize kıyamete kadar yaşatmasın.

Anayurt Türkiye Ege'deki haklarından asla vazgeçmemelidir. Başta Azerbaycan olmak üzere Irak, İran ve Suriye'yi de akılcı politikalarla dost ve kardeş ülkeler durumuna getirmelidir.

Bir tek Türk yurttaşının bir saniyesi bile boşa geçmemelidir. Türkiye büyük bir ağır sanayi ülkesi olmalıdır. Bazen haberler çıkıyor, içimize sevinç yoğunluğu veren... Mesela geçenlerde "Türkiye artık kendi uçağını yapacak!.." haberi çıktı gazetelerde... Böyle haberleri okuduğumda detayına baktığımda yıllar sonrası bir tarih ilişiyor gözüme. Oysa her yeni hamlemizde önderimiz Atatürk'ün "Az zamanda çok ve büyük işler başardık" ilkesi hedef alınmalı. Mesela Kazım Taşkent kaç şeker fabrikasını ne kadar zamanda tamamlamış. Cumhuriyet'in ilanıyla illerimize, ilçelerimize, köylerimize kaç okul yapılmış ve ne kadar bir zamanda tamamlanmış. Hareket noktamız, cumhuriyetimizin tam bir enerji ile işlerini az zamanda tamamlamış olması olmalıdır.

Caydırıcı bir ülke olmak şart. "Dosta güven, düşmana korku!.." sözümüz var ya, bu ülkemizin güç merkezi olmasını amaçlar. Bu amaç hep canlı tutulmalıdır. Dosta güven veririz, düşmana anlarsa akıl anlamazsa korku veririz.

Batı sınırımızın Ege Denizi'nin ortasından geçmesi de akıldan çıkarılmamalıdır, Kerkük ve Musul'un sınırlarımıza dahil edilmesi de...

Türkiye'yi zayıf tutmak, bölme hedefiyle tuzaklar kurmak, dost görünüp düşman olmak, çatışmalara sürüklemek isteyen sinsi güç merkezlerine "Aklınızı başınıza almazsanız, asıl siz sınırlarınızı Türkiye'nin lehine kaybedersiniz." denilmelidir.

Türk'ün Türk'e dost olması; Türk Mileti'nin akıllı, çalışkan, uyanık, ileri hedeflere odaklanarak ilerlemesi; Türk'ün Türk'ten başka dostunun olmamasını önemsiz kılar. Türk Milleti'nin fertleri birbirlerini çok seven, birbirleriyle iyi anlaşan öz kardeşler gibi olmalıdır.

Azerbaycan, her zaman dost elimizi yanında hissetmelidir.

Irak, Afganistan, Libya, Filistin, Mısır, Sudan derslerle dolu. Dersimiz de tarihimizde bir hazine olarak karşımızda. Tarihimizi çok iyi bilenler, yazanlar, anlatanlar, ders verenler hep en önde olmalıdır. Mühendislerimiz, matematikçilerimiz; ülkemiz için yaşı ne olursa olsun büyük bir enerji ile dolup taşanlar desteklenmelidir.

Türkiye'de her yurttaş çok mutlu olmalıdır. Geleceğe güvenle bakabilmelidir.

Batı denenlerin hedefi İstanbul'u yeniden almak, Türkleri de Anadolu'dan sürmek ya da yok etmek ise, bize düşecek olan da birlik iiçinde tam bir çalışkanlıkla çok uyanık yaşamak olmalıdır.

Savunmadan çıkıp taarruza geçmek de mümkündür.

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..