Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Türkiyedeki siyasi gelişmeler ve seçmen tercihlerini belirleyen nedenler

Türkiyedeki siyasi gelişmeler ve seçmen tercihlerini belirleyen nedenler
 

T.C. Başbakanlarından bir demet...


TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ GELİŞMELER VE SEÇMEN TERCİHLERİNİ BELİRLEYEN NEDENLER  

12 Haziran 2011 Genel seçimlerinin üzerinden bir hafta geçmesine rağmen, seçim sonuçlarıyla ilgili bilimsel verilere dayalı objektif değerlendirmelerin yeterince yapıl(a)madığını düşüncesindeyim. Yorumların eksik ve/veya hatalı olması bilimsel gerçeklere uygundur; çünkü bilimde mutlak doğru ol(a)maz; ama hem medya hem de kamuoyunda yapılan yorumların önemli bir kısmını ya “Yanlış” ya da “Yalan” olanlar oluşturmaktadır ki kendi seçim analizime geçmeden önce, bu üç durumu kısaca özetlemek isterim: 

1-EKSİK VE/VEYA HATALI YORUMLAR 

Bugünkü (20 Haziran 2011) internet gazetelerinde, Akşam Gazetesi’nden alıntı olarak “CHP’de geçtiğimiz hafta yapılan MYK (Merkez Yürütme Kurulu) toplantısında “Stockholm Sendromu”nun ele alındığı ve AKP’nin seçim başarısının buna bağlandığı” haberi yer almıştır. “Stockholm Sendromu”nun bir kısım seçmen davranışı üzerinde etkili olma ihtimaline ben de katılıyorum; ama AKP’ye oy veren tüm seçmen tercihlerini bu şekilde açıklamak eksik olacaktır. Bu nedenle, bu yorum doğru olabilir ama eksiktir ve bunu tüm seçmen davranışlarına yaymaya çalışmak büyük bir hata olacaktır. İnsanların, seçim sonuçlarını çok farklı ve hatta çoğu kez uzlaş(a)maz bir tavır ile yorumlama gayretleri bile, insan davranışlarının karmaşıklığını ve tercih nedenlerindeki farklılıkları ispatlamaktadır. Bu makalenin ilerleyen kısımlarında, sizlere bazı veriler sunacağım ve kendi gözlemlerim ile birlikte bazı toplumsal olguları tanımlamaya çalışacağım; ama, bilimsel gerçeklik adına, benim yazdıklarımın da çözümün tamamını değil, ancak bir parçasını temsil ettiğini peşinen kabul ediyorum. Sosyolojik olgular sadece bireye değil, bireylerden oluşan toplumun tümüne aittir ve bu nedenle, çözmek istediğimiz toplumsal problemler için kolektif zekânın oluşturulması şarttır ve bu yazının ana amacı da bu kolektif zekâya katkı sunmaya çalışmaktır. 

2-YANLIŞ YORUMLAR 

Bilimsel düşünceyi özümseyememiş bir eğitim sisteminin yetiştirdiği ve bu nedenle analitik düşünce yöntemlerini kullanma becerisinden yoksun bireylerin yaptığı sığ ve/veya sübjektif yorumları bu başlık altına alabiliriz. Bilgisizliğin de önemli bir faktör olduğu bu gruba ait yorumlar dikkate değer değildir; ama bu yorumları yapan insanların çok olması önemli bir toplumsal sorundur ve özellikle de “Milli Eğitim Sistemi”nin sorgulanmasını gerektirmektedir. 

3-YALAN VEVEYA YANILTICI YORUMLAR 

Özellikle medya üzerinden yorum yapan ve gazeteci, akademisyen, bürokrat, politikacı gibi unvanlara sahip insanların yaptığı yorumların büyük bir kısmı bu gruba girmektedir. Bu insanların çoğunun iyi eğitim aldığı ve zeki insanlar olduğu göz önüne alındığında, akla ve bilime uymayan yorumlarının nedeni olarak yalan söylediklerini düşünebiliriz; çünkü zeki ve iyi eğitim kalmış insanlar eksiklerini tamamlamaya, hatalarını da düzeltmeye çalışırlar. Oysa bu grup yorumlarda bulunan insanlar, yıllardır medya üzerinden, her seçim öncesi ve sonrasında çelişkili yorumlar yaparak kamuoyunu yanıltmaya ve yönlendirmeye çalışıyorlar. Süreç basitçe şöyle işliyor: 

Bir önceki seçimde AKP’nin niçin başarılı(?!) ve başta CHP olmak üzere, muhalif partilerin niçin başarısız(?!) olduğunu uzun ve sözde derin analizler ile sunuyor ve AKP’ye karşı başarılı olmanın formüllerini vermeye çalışıyor gibi görünüyorlar. Sanırım ki başarı ve başarısızlık için tek ölçütlerinin, oy oranı olduğunu belirtmeye gerek yok. Ama bu akıllı ve bilgili insanların reçeteleri nedense hep AKP’ye “artı oy”, muhalefete ise “eksi oy” olarak dönüyor ve bu sefer hiç utanmadan ve sıkılmadan başarı(?) ve başarısızlık(?) için yeni formüller icat ediyorlar. Çoğunluğun kabul ettiği şeyi doğru olarak dayatıyor ve gerçekte doğruyu değil, güçlüyü savunuyorlar. Ve maalesef bu grup yorumlar, Turgut Özal Türkiye’sinden itibaren, Türkiye Siyasetinin şekillenmesinde çok büyük rol oynamışlardır. Medyanın bu rolünü tersine çeviremeyen bir Siyasi Partinin, iktidar yolunu da açabilmesi pek olası görünmemektedir; çünkü en etkin reklam, reklam olarak algılan(a)mayandır. 

Bu girişten sonra, Türkiye’nin siyasi tarihinin son 30 senesine kısaca bir göz atalım ki bilenler hafızasını tazelesin, bilmeyenler de öğrenebilsin: 

12 EYLÜL 1980 DARBESİ ve ÖNCESİ 

Sovyet Bloğu henüz dağılmamıştır. Rusya ve Amerika merkezli iki kutuplu bir dünya vardır. Türkiye’de de sol söylem ve eylemler artmaktadır. Böyle bir Dünya ve Türkiye şartlarında, 5 Haziran 1977’de Genel Seçimlere gidilmiş ve Ecevit’in CHP’si %41, 38 (213 Millet Vekili), Demirel’in AP’si %36, 87 (189 Millet Vekili), Erbakan’ın MSP’si %8, 56 (24 Millet Vekili), Türkeş’in MHP’si %6, 41 (16 Milet Vekili) oy almıştır. Toplam 450 Millet Vekili olan TBMM’ne, Bağımsızlar 4, CGP (T.Feyzioğlu) 3, Demokratik Parti 1 Millet Vekili sokmayı başarmıştır. 

Birinci parti olmasına rağmen CHP Hükümeti kurabilecek sayıya ulaşamamış ve Demirel’in Başbakanlığındaki Koalisyon Hükümeti ülkeyi yönetmeye başlamıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan krizi takiben 12 Eylül 1980’de Kenan Evren (ki o dönemin Genel Kurmay Başkanı) yönetimindeki “Darbeciler” TBMM’ni kapattılar. Ayrıca, en büyük darbeyi dönemin solcu ve devrimci isimlerine vurarak toplumsal muhalefet ve örgütlenmeleri de yok etmeyi başardılar. 

Siyaset kurumlarının kapatıldığı ve toplumsal muhalefetin yok edildiği bir ortamda, 7 Kasım 1982’de yapılan bir referandum ile Askeri Yönetimin hazırlattığı Anayasa ve Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olması birlikte onaya sunulmuş olup, % 8.63 'Hayır' (1.626.431 seçmen) oyuna karşılık, % 91.37 'Evet' (17.215.559 seçmen) oyuyla kabul edilmiştir. Bundan böyle “Darbe” meşru, Kenan Evren ise halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanıdır. 

6 KASIM 1983 SEÇİMLERİ VE “ÖZAL”LI YILLAR (1983-1991 ARASI) 

1983 Türkiye Genel Seçimleri, 12 Eylül Darbesinin ardından yapılan ilk genel seçimdir. Seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin izin verdiği üç parti katılmıştır ve Turgut Özal’ın Anavatan Partisi %45, 14, Necdet Calp’in Halkçı Partisi %30, 46 ve Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi %23, 26 oy almıştır. Ve Türkiye’de ‘ÖZAL’lı yıllar başlamıştır. 

1983’ten 1991 yılına kadar geçen yaklaşık 8 sene boyunca Türkiye, “Anavatan Partisi” hükümetince yönetildi ve Döneme Turgut Özal damgasını vurdu. Bu süreç içinde: 

Türkiye, Avrupa ve ABD ile daha yakın ilişkiler kurmaya başladı. AB sürecine hız ve önem verildi. Türkiye’de özelleştirmeler süreci başlatıldı. Şartlı da olsa yabancı krediler gelmeye başladı ve başta otoban yollar olmak üzere ülke bir şantiye havasına büründü. Özal Politikaları’nın, Türkiye’ye çağ atlattığı ve ülkenin kabuk değiştirdiği söylendi. Döviz sıkıntısı kalkmış, ithalat patlamış ve Batı tipi tüketim alışkanları yaygınlaşmaya başlamıştı. 

Aynı süreçte, Sovyetler Birliğinde de önemli gelişmeler oluyordu: 

1985’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, dış siyasette batı ile daha yakın ilişkiler kurmaya başladı. ABD başkanı Reagan ile Cenevre'de zirve toplantısı yaptı. Silahsızlanma, bilim, kültür, eğitim alanlarında bilgi alış verişi için anlaşma imzaladı (1985). O günlerde, Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla dünyada büyük yankılar uyandıran ve Ekim 1988'de devlet başkanlığı görevini de üstlenen Gorbaçov, kapitalist sistem ile entegre olma çabalarını tüm hızıyla devam ettiriyordu. 

1982 Anayasası'nın Geçici 4. maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kalkıp kalkmaması konusunda 6 Eylül 1987’de düzenlendi. Yüksek Seçim Kurulu’nun 12 Eylül 1987’de açıkladığı halk oylaması sonuçları, 11.711.461’i 'Evet' (% 50.16), 11.636.395’i 'Hayır' (% 49.84) olarak çıktı. Böylece, “Geçici 4. Madde” yürürlükten kalktı ve 12 Eylül 1980 öncesinin liderleri siyasete geri dönebildi. Bu referandumda “Evet” oyları ile “Hayır” oyları arasında sadece 75.066 fark çıkmıştı ve sonuçların açıklanması ile dönemin Başbakanı Turgut Özal erken genel seçim kararı alarak aynı yıl, 29 Kasım 1987’de Seçimlere gitti. 

Seçimlerden önce yürürlüğe giren Anayasa değişikliğiyle milletvekili sayısı 450'ye, seçim barajı %10’a çıkarıldı. Seçimlerden galip çıkan Anavatan Partisi, yürürlüğe giren yeni seçim sistemi sayesinde, 1983 seçimlerine göre oy oranı 8 puan gerilemesine rağmen TBMM'deki temsil oranını arttırdı (Tablo-1). 

Tablo-1: 1987 GENEL SEÇİM SONUÇLARI
PARTİ ADI GENEL BAŞKAN OY SAYISI (Kişi) OY ORANI (%) M.VEKİLİ SAYISI
Anavatan Partisi T.Özal 8.704.335 36, 31 292
Sosyal Demokrat Halkçı Parti E.İnönü 5.931.000 24, 74 99
Doğru Yol Partisi S.Demirel 4.587.062 19, 13 59
Demokratik Sol Parti B.Ecevit 2.044.576 8, 52 0
Refah Partisi N.Erbakan 1.717.425 7, 16 0
Milliyetçi Çalışma Partisi A.Türkeş 701.538 2, 92 0
Islahatçı Demokrasi Partisi A.Edibali 196.272 0, 81 0
Diğerleri - 89.421 0, 37 0

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak ekonomik büyümeyi esas alan, özelleştirmeleri savunan ve liberal ekonomik politikalar konusunda benzeşen ANAP ve DYP’nin 1987 seçimlerindeki oylarının toplamı 14, 6 milyon ve %61’ler dolayındadır (Tablo-1). Ekonomik büyümeden pay almak isteyen kırsal nüfus, kentlere göçü hızlandırmış; gecekondulaşmada da büyük artışlar olmuştur. Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerdeki rant ekonomisinin siyasetteki payı da büyük bir sıçrama yapmıştır. 

1987 seçimlerinde DSP ve SHP oylarının toplamı 8 milyona yakın ve %33’ler dolayındadır (Tablo-1). Etnik kimlik üzerinden yapılan siyasetin henüz ayrışmadığı bu yıllarda, bu iki parti Kürt kökenli sol seçmenlerin oylarını da almaktadır. 

1989 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye'nin 7. cumhurbaşkanı Kenan Evren'in 7 yıllık görev süresinin tamamlanması üzerine yapıldı. 31 Ekim 1989'da yapılan 3. tur oylamada başbakan Turgut Özal Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. cumhurbaşkanı seçildi. TBMM'de grubu bulunan Sosyaldemokrat Halkçı Parti ve Doğru Yol Partisi, Özal'ın lideri olduğu Anavatan Partisi'nin Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde düşen oylarının Özal'ın cumhurbaşkanı seçilmesine engel oluşturduğunu belirterek oylamalara katılmadılar. 

“ÖZAL”IN ÖLÜMÜ, SİYASİ İSTİKRARSIZLIK SÜRECİ VE SANCILI GEÇEN YILLAR (1991-2002 ARASI) 

Bu dönem, ABD lehine yeni dünya dengeleri oluşmaktadır; ama Dünyada ve Türkiye’de sıkıntılı geçen bir süreç vardır. 1989’da Berlin duvarı yıkılarak iki Almanya (Doğu ve Batı) birleşti; 1991’de 11 Devlet, Sovyetler Birliğin’den ayrılarak bağımsızlığını ilan etti ve bundan kısa bir süre sonra, Devlet Başkanı Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, 25 Aralık 1991’de istifa ederek görevini bıraktı. 

2 Ağustos 1990'da Irak, Kuveyt'i işgal etti ve başlayan krizin sonucunda ve ABD öncülüğündeki askeri koalisyon ile Irak arasında tarihe 1.Körfez Savaşı olarak geçecek çatışmalar çıktı. Savaş, Irak’ın yenilerek geri çekilmesi sonucu Mart 1991’de imzalanan ateşkes ile son buldu. Cumhurbaşkanı Özal’ın görev sürecindeki en önemli olay, bu 1. Körfez Savaşıdır. Bu olayda aktif bir rol üstlenmeye çalışmıştır. Zamanın Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, görev süresi sona ermeden, 3 Aralık 1990 tarihinde kendi isteği ile Genelkurmay Başkanlığı görevinden emekliye ayrılmış ve görevden ayrılmasına sebep olarak da 1. Körfez Savaşı'nda Hükümetin ve Özal’ın tutumuna tepki olduğu öne sürülmüştür. Böyle bir sürecin ardından gelen 1991 Genel seçimleri sonucunda, Hükümeti Süleyman Demirel başbakanlığında DYP-SHP koalisyonu kurdu. 

Tablo-2: 1991 GENEL SEÇİM SONUÇLARI
PARTİ ADI GENEL BAŞKAN OY SAYISI (Kişi) OY ORANI (%) M.VEKİLİ SAYISI
Doğru Yol Partisi S.Demirel 6.600.726 27, 03 178
Anavatan Partisi M.Yılmaz 5.862.623 24, 01 115
Sosyal Demokrat Halkçı Parti E.İnönü 5.066.571 20, 75 88
Refah Partisi N.Erbakan 4.121.355 16, 87 62
Demokratik Sol Parti B.Ecevit 2.624.301 10, 74 7
Diğerleri - 141.090 0, 57 0

Sovyet bloğunun dağılması ve 1.Körfez savaşıyla etkilenen ekonomik-siyasi gerilimler, 1991 seçimlerindeki ANAP oylarını -% 12, 30 oranında azalmıştır. DYP’nin oyları ise sadece % 7, 89 oranında artmış ve bu iki partinin toplam oyu 12, 4 milyon ve %51’ler dolaylarına gerilemiştir (Tablo-2). 

Bu dönemim en büyük sıçrama yapan partisi, Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi olmuştur. RP oylarını %7, 16’dan %16, 87’ye yükseltmiştir (artış oranı %9, 75). 1987 seçimlerinin en az oy alan partilerinden Türkeş’in MÇP’si ile Edibali’nin IDP’si de 1991 seçimlerinde Erbakan’ın Refah Partisi listelerinden seçime girmişlerdir (Tablo-1). Nakşibendîler ve Nurcular, “Özal”lı yıllarda ANAP içinde vardılar; ama 1983-1990 arası dünyada gelişen açılım rüzgârları ve ekonomik ferahlığın yarattığı, özel televizyon ve radyolar aracılığıyla sunduğu eğlenceli bir yaşam ve tüketim modası oluştuğu için ön plana çıkamadılar. Bu modern(!) yaşam biçimi kendi zıtlığını da yaratmaya başlamıştı. Benim “Almanya Sendromu” dediğim ve kırsal kesimden Almanya’ya göç eden Türk’lerin yaşadığı kültür şoku sonucu daha kapalı ve tutucu bir tavır alması durumu Türkiye’de de yaşanmaya başladı. Sokakta ve televizyonlarda görülen açık ve rahat yaşam tarzı, kırsal kökenli insanlarda kendi değerlerini koruma refleksi yarattı ve ekonomik sıkıntı ile siyasi çekişmelerin de gerginliği artınca 1991 seçimlerinin gerçek galibi Erbakan’ın Refah Partisi oldu. 

1991 seçimlerinde SHP oyları - %3, 99 oranında gerilemiştir (Tablo-2); çünkü PKK terörünün yükseldiği ve Kürt meselesinin tartışılmaya başlandığı bir dönemde DEP Millet Vekilleri, SHP listesinden seçime girmiş olup, Leyla Zana, Mahmut Alınak, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Sedat Yurttaş gibi isimler Milletvekilliğine seçilmiştir. Bu nedenle, DSP oylarında da bir miktar artış (+%2, 21) olmuştur. Siyasetteki milliyetçi söylemlerin etkisinin artacağının ilk işaretleri bu dönemde kendini göstermeye başlamıştır. 

Haziran 1992'de, 12 Eylül döneminde çıkartılmış olan "kapatılan siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa" kaldırıldı. Deniz Baykal ve diğer bazı SHP’liler, CHP'yi tekrar açma kararı aldılar. 9 Eylül 1992'de CHP tekrar açıldı ve SHP'den ayrılan bir grup milletvekili CHP'ye geçti. 

Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın hayatını kaybetmesinden sonra başbakan Süleyman Demirel Mayıs 1993'te cumhurbaşkanı seçildi ve başbakanlık ve DYP genel başkanlığına Tansu Çiller getirildi. PKK terörünün iyice şiddetlendiği bir dönemde görev yapan Çiller, Milliyetçi söylemleri ön plana çıkaran bir Başbakan tavrı sergiledi. 

TBMM'de Türkçe yerine Kürtçe yemin edilmesi gerekçesiyle, 3 Mart 1994'te DEP'li milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı ve 17 Mart 1994'te tutuklanarak cezaevine konuldular. 16 Haziran 1994 tarihinde Demokrasi Partisi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı 

1994 Yerel seçimlerinde de Erbakan’ın Refah Partisi çıkışını sürdürmeye devam etti ve Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mart 1994'de, Refah Partisi adayı olarak girdiği yerel seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olarak seçildi. 

1994 yerel seçimlerine sol partiler üç parça halinde (CHP, DSP ve SHP) girdiler. Bir önceki yerel seçimin galibi olan SHP, çok büyük oy yitirdi ve elinde bulundurduğu büyük şehirlerde seçimleri kaybetti. Bunun üzerine sol partilerin birleşmesi gündeme geldi. DSP buna yanaşmadı ancak CHP olumlu yanıt verdi. 18 Şubat 1995'te toplanan SHP-CHP ortak kurultayında partinin feshine ve CHP'ye katılmasına karar verildi 

Çiller’in başbakanlığı sırasında, 1994 yılında büyük bir ekonomik kriz yaşanmış olup, hükümet tarafından 5 Nisan kararları olarak adlandırılan bir dizi önlemler (kemer sıkma politikaları) alınmıştır. Ekonomideki olumsuz gelişmelerin yanısıra, bu yıllar terörle mücadele konusunda da çok buhranlı geçmiştir. 

24 Aralık 1995 tarihinde 79 ili kapsayan Genel Seçimler yapılmıştır (Tablo-3). BBP, ANAP listelerinden; SİP ve BSP, HADEP listelerinden seçime girdiler. Kurulduğundan itibaren medyadan büyük destek gören Cem Boyner liderliğindeki YDH , bu ilgiye rağmen katıldığı 1995 Genel Seçimleri'nde büyük bir hezimete uğradı. Aldığı 133, 889 oyla, % 0.48'lik oy oranında kaldı (Tablo-3). 

Tablo-3: 1995 GENEL SEÇİM SONUÇLARI
PARTİ ADI GENEL BAŞKAN OY SAYISI (Kişi) OY ORANI (%) M.VEKİLİ SAYISI
Refah Partisi N.Erbakan 6.012.450 21, 37 158
Anavatan Partisi M.Yılmaz 5.527.288 19, 65 132
Doğru Yol Partisi T.Çiller 5.396.009 19, 18 59
Demokratik Sol Parti B.Ecevit 4.118.025 14, 64 76
Cumhuriyet Halk Partisi D.Baykal 3.011.076 10, 70 49
Milliyetçi Hareket Partisi A.Türkeş 2.301.343 8.18 0
Halkın Demokrasi Partisi M.Bozlok 1.171.623 4, 16 0
Islahatçı Demokrasi Partisi A.Edibali 196.272 0, 81 0
Diğerleri - - 2, 27 0

Oylarını %4, 49 oranında arttırarak partisini birinci yapan Necmettin Erbakan, önce ANAP ile koalisyon kurmayı denedi; bu olmayınca, DYP ile birlikte kısa ömürlü Refahyol Hükümetini 28 Haziran1996'da kurdu ve Başbakan olarak 8 Temmuzda güvenoyu aldı. Fakat bu hükümet 28 Şubat1997 M.G.K Toplantısı kararları sonrasında istifaya zorlandı. Yerine hükümeti ANAP Lideri Mesut Yılmaz kurdu ve ANASOL-D Hükümeti kuruldu. 

1995 seçimlerinde CHP ve DSP oyların %25, 34’ünü aldı. Halkın Demokrasi Partisine ait %4, 16’yı da ilave edersek %29, 5 eder ki bu oran hem 1987 hem de 1991 seçimlerinde 2 ila 3, 5 puan daha eksiktir. 

21 Mayıs1997'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi hakkında, "Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri" gerekçesiyle dava açtı. 

Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te bir miting esnasında okuduğu bir şiir nedeniyle Diyarbakır DGM’de yargılanmaya başlandı. 

Refah Partisi, 8 ay süren dava sonunda, 16 Ocak1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik'e 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirildi. Bağımsız kalan 150'ye yakın milletvekili Fazilet Partisi'ne geçti. 14 Mayıs 1998'de yapılan kongrede Recai Kutan genel başkanlığa getirildi. 

21 Nisan 1998 tarihinde mahkeme, “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçunu işlediği kararını verdi ve Recep Tayyip Erdoğan’ı bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ceza infaz yasası gereği 10 aylık hapis cezası 4 aya indi. Erdoğan Diyarbakır DGM'nin kararına temyiz başvurusu yaptı. 24 Eylül 1998 tarihinde Yargıtay 8. Ceza Dairesi Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi kararını onadı ve bu tarihte hüküm kesinleşti. Erdoğan 4.5 yıl sürdürdüğü İstanbul Belediye Başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999 günü Pınarhisar Cezaevine girdi. Cezaevinde dört ay kaldıktan sonra, cezasını çekerek 24 Temmuz 1999 günü hapisten çıktı. 

Türkiye'nin baskıları sonucu 1998'de Suriye, Öcalan'ı topraklarından çıkarmak zorunda kaldı. Suriye'den Rusya'ya, oradan İtalya'ya geçen Öcalan, İtalyan Hükümeti tarafından da ülkeden çıkarılınca Yunanistan'ın Kenya Büyükelçiliği'nde saklandı. Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliğinden çıkarıldıktan sonra Türk güvenlik görevlilerine teslim edilen Öcalan, 16 Şubat 1999 tarihinde Bordo Bereliler tarafından uçakla Kenya'dan Türkiye'ye getirildi. 

18 Nisan 1999 tarihinde 64, 385, 000 nüfuslu Türkiye'de 80 ilde Genel Seçimler yapıldı ve Seçimlerinden sonra hükümeti kurma görevi 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından DSP (Demokratik Sol Parti) Genel Başkanı Bülent Ecevit'e verildi. Ecevit, DSP, MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve Anavatan Partisi (ANAP) ile 28 Mayıs 1999 tarihinde üçlü koalisyon hükümetini kurdu. Böylece Türk siyasi yaşamında 17. koalisyon hükümeti kurulmuş oldu. Bu hükümetle, MHP 21 yıl sonra hükümete girdi (Tablo-4). 

Tablo-4: 1999 GENEL SEÇİM SONUÇLARI
PARTİ ADI GENEL BAŞKAN OY SAYISI (Kişi) OY ORANI (%) M.VEKİLİ SAYISI
Demokratik Sol Parti B.Ecevit 6.919.670 22, 18 136
Milliyetçi Hareket Partisi D.Bahçeli 5.606.583 17, 97 129
Fazilet Partisi R.Kutan 4.805.381 15, 40 111
Anavatan Partisi M.Yılmaz 4.122.929 13, 22 86
Doğru Yol Partisi T.Çiller 3.745.417 12.01 85
Cumhuriyet Halk Partisi D.Baykal 2.716.094 8, 70 0
Halkın Demokrasi Partisi M.Bozlok 1.482.196 4, 75 0
Bağımsız 270.265 0, 86 3
Özgürlük ve Dayanışma Partisi U.Uras 248.553 0, 79 0
Diğerleri - - 2, 54 0

1999 seçimlerinde birinci olan DSP, oylarını %7, 55 puan arttırmıştır; CHP’de ise -%2, 0 puan azalma olmuştur. CHP ve DSP oyların %30, 88’ini aldı. Halkın Demokrasi Partisine ait %4, 75’i de ilave edersek % 35, 63 eder ki bu oran, 1987’deki toplam %33, 26’dan +2, 37 puan daha fazladır. Bu seçimler için, Öcalan’ın yakalanma süreciyle bağlantılı olarak DSP’ye milliyetçi duygular ile ilave oy geldiği yorumları yapılmıştır. 

Oylarını %9, 80 puan arttırarak ikinci partiliğe yükselen MHP, 1999 seçimlerinin reel anlamda oyunu en çok arttıran parti durumundadır. 1993-95 arası hızını ve şiddetini arttıran PKK terörüne rağmen 1995 seçimlerinde sadece %8, 18 oy alabilen MHP’nin 1999 seçimlerinde adeta oy patlaması yaşaması, 1998’lerde örgütün baskılanması ve Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi sonucu oluşan “güç ve başarı algısı” nedeniyle gibi gözükmektedir. 

Refah Partisi’nin 28 Şubat sürecindeki zayıf duruşu ve sonrasında Anayasa mahkemesince kapatılması sonucu, devamı olarak bu seçimlere giren Fazilet Partisi -%5.97 küçülerek birinci parti olmaktan üçüncülüğe gerilemiştir. Bu nedenledir ki daha sonraki süreçlerde AKP’nin yükselişi için öne sürülen “mağduriyet” sonucu oy artıştı tezi doğru gözükmemektedir. Bu konuya “2002 SEÇİMLERİ VE “ERDOĞAN”LI YILLAR” başlığı altında yeniden döneceğiz; ama bir kısa bir hatırlatma yapalım: 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 7 Mayıs1999 günü Fazilet Partisi için de kapatma davası açtı. 14 Mayıs 2000'de yapılan Fazilet Partisi 1. Kongresi'nde gelenekçi ve yenilikçi kanatlar arasındaki çekişme su üstüne çıktı. Yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521, Recai Kutan 633 oy aldı. Yargıtay’ın yeni Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu 5 Şubat 2001’de Fazilet Partisi hakkındaki kapatma davasında ek iddianame verdi. Kapatma kararı 22 Haziran 2001’de verilerek Nazlı Ilıcak, Merve Kavakçı, Bekir Sobacı, Ramazan Yenidede ve Mehmet Sılay'a 5 yıl süreyle siyasî yasak getirildi. Daha sonra bu partinin devamı niteliğinde Recai Kutan önderliğinde Saadet Partisi kuruldu ve bu parti 2002 seçimlerinde sadece %2, 49 oy alabildi. 

Hükümetin kurulmasının üzerinden 3 ay geçmemişti ki 17 Ağustos 1999 günü Gölcük merkezli İzmit Depremi oldu. Yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin yakın tarihini derinden etkileyen en önemli olaylardan biridir. Deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın en büyük depremlerinden birisi olmuştur. 

AnaSol-M koalisyon hükümeti ortaklarının (Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz) dışında bir aday olan, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'i cumhurbaşkanı adayı olarak belirlemişlerdir. Sezer 3. tur sonunda gereken oy sayısının (276) üzerine çıkarak Türkiye'nin 10. cumhurbaşkanı seçilmiştir ve cumhurbaşkanlığı görevini 16 Mayıs 2000'de Süleyman Demirel'den devralmıştır. 21 Şubat 2001'deki MGK toplantısında dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan 2001 Türkiye ekonomik krizi, kamuoyunda "Kara Çarşamba" olarak adlandırıldı ve etkileri derin oldu. 

Necmettin Erbakan, 20 Temmuz 2001 yılında Recai Kutan başkanlığındaki Saadet Partisi'ni kurdu. Daha sonra partinin genel başkanlığını yürüttüyse de siyasi yasağı nedeniyle görevi bıraktı ve cezası kalkınca da sağlık problemleri nedeniyle göreve dönemedi. 

Recep Tayyip Erdoğan 14 Ağustos 2001'de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu ve parti genel başkanlığına seçildi. Erdoğan "biz gömleğimizi değiştirdik" ifadesiyle gelenekçilerden büyük tepki aldı. 

TÜRKİYE SİYASETİNDE BİR MİLAT: 2002 SEÇİMLERİ VE “ERDOĞAN”LI YILLAR  

Cumhuriyet tarihinin en büyük depremleri, siyasi gerilimleri, kapatma davaları ve hepsinden önemlisi derin ekonomik krizlerinin ardından 3 Kasım 2002’de erken Genel Seçim yapıldı. Erdoğan, siyasi yasağı bulunduğu için seçimlere giremedi ve milletvekili seçilemedi; ama seçim sonrasında birinci çıkan ve 363 Millet Vekili çıkaran AKP, 58. Hükümeti Abdullah Gül’ün başbakanlığında kurdu (Tablo-6). 

Tablo-6: 2002 GENEL SEÇİM SONUÇLARI
PARTİ ADI GENEL BAŞKAN OY SAYISI (Kişi) OY ORANI (%) M.VEKİLİ SAYISI
Adalet ve Kalkınma Partisi R.T.Erdoğan 10.808.229 34, 28 363
Cumhuriyet Halk Partisi D.Baykal 6.113.352 19, 38 178
Doğru Yol Partisi T.Çiller 3.008.942 9, 54 0
Milliyetçi Hareket Partisi D.Bahçeli 2.635.787 8, 35 0
Genç Parti C.Uzan 2.285.598 7, 24 0
Demokratik Halk Partisi T.Bakırhan 1.960660 6, 21 0
Anavatan Partisi M.Yılmaz 1.618.465 5, 13 0
Saadet Partisi R.Kutan 785.489 2, 49 0
Demokratik Sol Parti B.Ecevit 384.009 1, 21 0
Yeni Türkiye Partisi İ.Cem 363.869 1, 15 0
Büyük Birlik Partisi M.Yazıcıoğlu 322.093 1, 02 0
Bağımsız 314.251 0, 99 6
Diğerleri - - 2, 87 0

Önceki dönemim koalisyon ortakları: -%20, 98 eksilen oy oranıyla DSP, eksilen %-9, 63 oy oranıyla MHP ve %-8, 11 oy oranıyla ANAP bu seçimler Meclise bile girmeyi başaramamışlardır. Halk, yaşanan depremlerin, siyasi gerilimlerin ve hepsinden önemlisi derin ekonomik krizlerin faturasını AnaSol-M koalisyon hükümeti ortaklarına kesmiştir. 

Kapatılan Fazilet Partisi’nin yerini alan Saadet Partisi’nin 2002 seçimlerinde sadece %2, 49 oy alabilmesine rağmen, Mayıs 2000'de yapılan Fazilet Partisi 1. Kongresi'nde yarışan Abdullah Gül’ün genel başkanlığına getirildiği ve Saadet Partisinden 3 hafta sonra kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu seçimlerde % 34, 28 oy alarak açık ara birinci parti olması bir milattır ve nedenleri, bugün bile yeterince açıklanabilmiş değildir. Bu oy oranı neredeyse 1987 seçimlerinde T.Özal’ın aldığı % 36, 31 oy oranına yetişmiştir. 

Abdullah Gül Başbakanlığında sunulan yasanın kabulüyle Erdoğan'ın milletvekili seçilmesi için yasal bir engel kalmadı. Seçimlerde Siirt milletvekili seçilen Fadıl Akgündüz'ün milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından Siirt'teki seçimlerin tekrar edilmesi kararlaştırıldı. Seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ilk sıradaki adayı Mervan Gül'ün adaylıktan çekilmesi ile Erdoğan partinin birinci adayı olarak Siirt seçimlerine girdi ve oyların % 85'ini alarak kazandı. Erdoğan'ın milletvekili seçilmesinin ardından başbakan Abdullah Gül, Erdoğan'ın başbakan olması için Cumhurbaşkanı Sezer'e istifasını sundu. Sezer bu kez hükümeti kurma görevini Erdoğan'a verdi ve genel seçimlerden yaklaşık üç ay sonra Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 59. Hükümet kuruldu ve halen devam etmekte olan “Erdoğan”lı dönem başlamış oldu. 

Bu arada dokunmadan geçemeyeceğim bir husus da, Rusya ile Türkiye arasındaki Gorbaçov-Özal benzerliklerinin, Erdoğan-Putin arasında da tezahür etmesidir. Vladimir Putin, Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in 31 Aralık 1999'da istifa etmesinin ardından, Anayasa gereği, üç ay içerisinde devlet başkanlığı seçimi yapılıncaya kadar bu görevi vekaleten üstlendi. 2000 yılında Putin, Rusya'da yapılan başkanlık seçimlerinde %50'nin üzerinde oy toplayarak, birinci turda devlet başkanı seçildi. 7 Mayıs 2008'de görev süresi dolarak yerini yeni devlet başkanı Dmitri Medvedev'e bıraktı; ama kendisi Rusya'nın başbakanı oldu. En öne çıkan özelliği ise karizmatik ve otoriter yapısıdır. 

DEĞERLENDİRMELER 

1983-1991 arası ANAP’ı iktidara taşıyan büyük etken ekonomi politikaları olmuş gibi gözükmektedir. 6 Ekim 1983 tarih ve 18183 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak kurulan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Özal’ın ilk icraatlarından biri olmuştur ve bugün de dâhil, piyasaların siyasi tercihler konusunda güçlü bir etkisi vardır. 

1991-2002 arası siyasi iktidarlar açısından istikrarsız bir süreçtir. PKK terörü artmış ve şiddetlenmiş, Kürt etnik kimliği siyasette daha çok konuşulur hale gelmiştir. Türk Milliyetçiliği de, özellikle PKK’ya karşı başarılı operasyonların yapıldığı ve Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği 1998-1999 yıllarında seçim sonuçlarını etkileyen önemli bir faktör olmuştur. 

1991-2002 arası siyasi ve ekonomik sıkıntıların yanısıra kültürel çatışmaların da iyice belirginleştiği ve yoğunlaştığı bir dönemdir. Kentlere, göçler ile büyük bir nüfus taşınmıştır. Özel televizyon ve radyolar oldukça özgür(!) ve cesur(!) yayınlar yapmaktadır. Tüketim ve yaşam biçimlerinin kısmen modernleşmesi(!) toplumun diğer bir bölümünde “kırsal değer yargılarına” daha çok sahip çıkma refleksini yaratmıştır. 

1999 yılı ve sonrasında, Cumhuriyet tarihinin en büyük depremleri, siyasi gerilimleri, kapatma davaları ve hepsinden önemlisi derin ekonomik krizleri yaşanmıştır. 2002 genel seçimlerden yaklaşık üç ay sonra Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 59. AKP Hükümeti kuruldu ve halen devam etmekte olan “Erdoğan”lı dönem başlamış oldu. 

AKP İktidarı sonrasındaki Türkiye’de de sırasıyla ekonomi, Nakşibendî ve Nurcuların ağırlıklı temsil ettiği İslam değerleri ve milliyetçiliğin seçmen tercihlerini büyük ölçüde etkilediği görülmektedir. Kentleşme sürecini tamamlayamamanın getirdiği tutucu, hatta bağnaz tutumların son dönem siyasî literatürüne “Muhafazakârlık” olarak girmesi manidardır. AKP hükümeti, sosyolojik bir zaaf olarak gelişen bu tutumun düzeltilmesi için çözüm aramak yerine, bu davranışları normal gibi sunmaya çalışmış ve bu hassasiyetleri istismar ederek siyasî ranta dönüştürmüştür. 

1987 seçimlerinden itibaren DSP, SHP, CHP gibi sosyaldemokrat partilerin oyu %33’ü hiç geçememiştir. Kürt siyasi hareketinin, yolunu iyice ayırdığı 2002 seçimlerinden itibaren oy toplamları şöyle gelişmiştir: 

2002 Seçimler = % 21, 74 (D.Baykal CHP’si %19, 38; B.Ecevit’in DSP’si %1, 21 ve İ.Cem’in YTP’si %1, 15) 

2007 Seçimleri = %20, 87 (Z.Sezer DSP’si seçimlere girmedi; D.Baykal CHP’si %20, 87) 

2011 Seçimleri = %26, 52 (K.Kılıçdaroğlu CHP’si %25, 91; M.Türker DSP’si %0, 61) 

Kürt siyasi hareketinin %6, 5 oy oranına ulaştığı göz önüne alındığında, sosyaldemokrat partilerinin maksimum oyu %33-%6, 5= %26, 5 olarak çıkar ki 2011 seçimlerinde bu oran yakalanmış ve K.Kılıçdaroğlu CHP’si, son 28 yılın seçimlerindeki en yüksek oyunu almayı başarmış gibi gözükmektedir; ama hedeflerin büyük konulması ve AKP’nin aldığı yüksek oran, CHP’de yaşanan hayal kırıklığının da büyük olmasına neden olmuştur. 

Peki, CHP’nin oylarının daha da yükselmesini engelleyen ve AKP’nin %50’ye yakın bir oranda oy almasının nedenleri nelerdir? Bu soruların cevabını ararken, bilimsel gerçeklik adına, benim yazdıklarımın çözümün tamamını değil, ancak bir parçasını temsil ettiğini tekrar etmekte fayda görüyorum. Sosyolojik olgular sadece bireye değil, bireylerden oluşan toplumun tümüne aittir ve bu nedenle, çözmek istediğimiz toplumsal problemler için kolektif zekânın oluşturulması şarttır ve bu yazının ana amacı da bu kolektif zekâya katkı sunmaya çalışmaktır: 

İhtimal 1: 

K.Kılıçdaroğlu CHP’si 2011 genel seçimlerine, uzun süredir hiç olmadığı kadar, iddialı girdi ve benim düşünceme göre de son derece başarılı bir seçim kampanyası yürüttü. Bu durum, Kılıçdaroğlu ve/veya CHP karşıtı bir grup insanda ters etki yaratarak AKP oyunu arttırdı. 

Bu ihtimal doğru ise, bu karşıtlığın hangi algı ya da değerler sistemi içinde oluştuğu, toplam AKP oyu içindeki oranı ve çözümleri konusunun bilimsel kamuoyu araştırmaları yapılmalı ve çözüm aranmalıdır. Ayrıca, mezhep tartışmaları ve CHP cami kapattı gibi “hileli” söylemlerin AKP tabanında nasıl bir propagandaya dönüştürüldüğünün istihbarat çalışması da yapılmalı ve mümkünse bu konuda yargı süreci başlatılmalıdır. 

İhtimal 2: 

Yeni CHP içinde yeterince yer bulamadığını düşünenlerin kişisel hesaplar nedeniyle destek vermemesi, olumsuz söz ve eylemlerde bulunması, çözüm odaklı çalışamayan yöneticilerin varlığı, uyumsuz örgüt yapılanmaları, beceriksiz belediye yönetimleri ve geçmişteki parti içi çekişmelerin yaşanması gibi nedenler ile seçmen üzerinde oluşan “bunlara güvenilmez” duygusu. 

Bunların varlığını pek çok partili bilmektedir; ama olumsuz etkilerinin sonuca ne kadar yansıdığını ölçebilecek somut bir veri yok maalesef. Ancak, özellikle seçimlerin ardından yapılan açıklamalar CHP’yi zedelemekte ve siyasi geleceğine zarar vermektedir. CHP Yönetiminin, kendi kişisel çıkarlarından çok partiyi düşünen, bilimsel ve ekip çalışmalarına uyum gösteren partililer ile sorumluluğu başkalarına atmayan idareciler ve yetkiyi paylaşabilen yöneticilerden oluşan bir parti örgütlenmesini biran evvel gerçekleşmesi gerekmektedir. CHP Yönetimi, Parti içi demokrasiyi göz ardı etmemeli; ama hiyerarşik bir düzen içindeki parti disiplinini de mutlaka sağlamalıdır. Düzgün çalışan parti organları ve örgüt yapılarının, seçmen üzerinde çok olumlu etkileri olacaktır. 

İhtimal 3: 

AKP örgütlerinin iyi çalışması 

Bu duruma karşı yapılacak tek şey, daha çok çalışan ve verimliliği esas alan parti örgütlerini yaratmaktır. Türkiye nüfusunun en nitelikli vatandaşlarının çoğu siyasal tercihlerini CHP’den yana kullanmaktadırlar. CHP, bu parti tabanından faydalanabileceği projeleri hayata geçirebilirse en güçlü siyasi örgüt durumuna gelebilir. 

İhtimal 4: 

AKP oylarındaki artışın, “Stockholm Sendromu”nun bir kısım seçmen davranışı üzerinde etkili olması nedeniyle oluşabileceği ihtimalinden daha önce de bahsetmiştik. Anadolu’da köy, belde, ilçe gibi küçük ve/veya gelişimini tamamlayamamış yerleşim birimlerindeki devlet-vatandaş ilişkisi çok girifttir. Devlet partisine dönüşen AKP’ye oy vermemeyi göze alamayan bu tür yerler olabilir; çünkü birçok temel konuda hizmet alamayacaklarından korkabilirler. Bir diğer korku nedeni de, ekonominin bozulacağı ve faizlerin artacağıdır. Başta esnaf olmak üzere, borç yükü altına girmiş pek çok insan ekonomik istikrarın bozulacağı korkusuyla AKP’ye oy vermiş olabilir. Bu konuların, seçmen tercihlerindeki etkisi bilimsel metotlar kullanılarak mutlaka araştırılmalı ve tahmin edildiği gibi yüksek bir oran teşkil ediyorsa çözüm odaklı olarak acilen konunun üzerine gidilmelidir. 

İhtimal 5: 

AKP, yazılı ve görsel medya üzerindeki hâkimiyetini kullanarak kamuoyunda istediği algıyı yaratabilmekte, kendi doğrularını dayatabilmektedir. Türk siyasi tarihinde iktidarlara karşı en güçlü muhalefetin yapıldığı mizah bile bu dönemde ne televizyonlarda ne de basında yer alabilmiştir. 

Turgut Özal Türkiye’sinden itibaren, Türkiye’de siyasetinin şekillenmesinde çok büyük rol oynamış Medyanın bu rolünü tersine çeviremeyen bir Siyasi Partinin, iktidar yolunu da açabilmesi pek olası görünmemektedir. Özellikle, Medyanın en önemli hedef kitlesi olan kesimlerin ağırlıklı CHP seçmeni olmasını avantaja dönüştürecek stratejiler bulunmalıdır. CHP Yönetimi, tüm imkân ve kaynaklarını seferber ederek Medya gücünü lehte olarak değiştirmelidir. 

İhtimal 6: 

Bu ihtimal ve çözüm önerileri Nihat Genç’ten: “Bugün CHP sadece AKP’ye karşı mı mücadele verdi, HAYIR, yüzlerce İslami vakıf ve cemaat dediğimiz on binlerce dershane… CHP’ye yakın vakıf ya da örgütler hemen her şehirde hiç vakit kaybetmeden dershanecilik ve özel okul işine girmeli… Ve bugünkü yüksek ücretlerle değil tam tersi yoksul, dershaneye gidemeyecek öğrencileri yarı yarıya daha az bir ücretle kabul etmeli... CHP parti teşkilatı çalışmıyor düşüncesi doğru değil ‘seçimlerde’ çalışıyor; ama asıl çalışma sosyal alanlardaki çalışmayla kökleşmeli, mesela, iş meslek kurslarına kadar ve eski Halk evlerinin rolünü üstlenen yardımcı meslekler ya da binbir şekilde yetenek geliştirme kursları atölyeleri gibi ve şüphesiz sosyal yardımları gücü yettiğince örgütlemek gibi...” 

İhtimal 7: 

İnsanları bir arada tutan en ilkel ama en güçlü neden ortak menfaattir. Yüz milyarlarca dolarlık hacmiyle Türkiye’nin ekonomisinden pay alan kesimler arasında bugün için bozul(a)maz bir koalisyon vardır. Büyük ve etkin aktörlerin yer aldığı bu koalisyon, gerektiğinde doğrudan parasal gücünü de devreye sokarak Türkiye’nin siyasî tercihlerini şekillendirmektedir. 

Uluslar arası aktörlerinde yer aldığı bu büyük gücün karşısında, mütevazı kaynakların en doğru şekilde kullanılması ve etkin stratejiler geliştirilmesi mecburidir. Tüm bu kaynak ve stratejilerin de sarsılmaz bir inanç içinde uygulanması gerekir. Yürekten yapılmayan mücadelelerin, bu güçler karşısında başarılı olması imkânsızdır. 

İhtimal 8: 

” Atatürk’ün manevi mirasının “Akıl ve Bilim”, hedefinin ise “Muasır Medeniyet” olduğunun unutulması, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkıl(a)maması. 

Atatürk, manevi mirasından da anlaşılacağı üzere, dogmanın (tartışılamaz, sınanamaz mutlak doğru) her türlüsüne karşı olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojisi değil, kuruluş felsefesî olmalıdır; çünkü ideolojiler de dogmatikleşmiş felsefî yaklaşımlardır (Bakınız: Korku Kültürü, Doğan Cüceloğlu). Atatürk’ü sevdiği iddiasında olanlar, “Muasır Medeniyet”in sabit bir hedef olmadığını anlamalı; doğruyu, felsefî ve bilimsel yaklaşımlar ile sürekli (statükodan uzak bir şekilde) aramalı; yeni farkındalıklar yaratarak (devrimci felsefe) yaşadığımız çağın uygarlık seviyesine ulaşmaya ve hatta aşmaya çalışmalıdırlar! 

Ve Atatürk diyor ki “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz. Bu nedenle ya bir yol bulmalıyız ya da bir yol açmalıyız… 

Murat Kartal 20 Haziran 2011, İstanbul 

 
Toplam blog
: 27
: 2194
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

Hakikat, sadece hakikat... ..