Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '12

 
Kategori
Güncel
 

Türkler'in Facebook ve Ermeni hezimeti

Türkler'in Facebook ve Ermeni hezimeti
 

Tuz-Ekmek Hakkı Facebook'u Dağıttı...


Arapça bir kelime olan “hezimet”in Türkçe karşılığı “yenilgi” demek… Türkiye’de günlük konuşmalarda bu her iki kelime de kullanılıyor… Hezimet “yeniligi” anlamına gelse de, günlük hayatta hezimet; yenilgiden ziyade daha çok “felaket boyutunda yenilgi” anlamında kullanılıyor…

Bizim bu yazımızdaki iddiamız; Türkler’in “Ermeni Meselesi”nden “Facebook Meselesi”ne kadar hemen her alanda ve konuda “aynı hataya” düştüğü ve bu yüzden de sürekli hezimete uğradığı yani çok ağır yenilgiye uğradığıdır!…

> FACEBOOK “LÜZUMSUZ ARKADAŞ” ÇÖPLÜĞÜ!

İşin “Sözde Ermeni Soykırımı / Ermeni Meselesi”ne yazının sonunda değineceğiz. Konuya İnternet’in “ilk ve tek” e-gazetesi’nde çıkan şu haberi okuyarak başlayalım:

Facebook’ta hesabı olanlar bilirler. Adamın 2-3 bin kayıtlı Arkadaşı vardır, bir şey paylaşır, 15-20 kişi “beğendim” işareti kor, 9-10 kişi de “ay çok beğendim şekerim, emeğine-yüreğine sağlık” diye “ıkına-sıkıla / kabız olmuş gibi zorlama” yorum yazar! :) Bir klibi paylaşmanın neresi “emek ve yürek”se?! Öteki binlerce kişi ise hiç ilgilenmez…

Hatta Barış Manço’nun hiç-bir yerde yayınlanmamış videoları, televizyon görüntüleri konferansları paylaşılır, onların da akibeti aynıdır… Sadece PKK bir saldırı yaptığında veya 3 Büyükler’den biri bir derbi maç kazandığında konu ile ilgili sayfalarda 100’ün üstünde kişi ses verir!

Fakat Yatağanbaba’nın İzmir 9 Eylül Konferansı’ndan 5 dakikalık bir bölüm, paylaşıldığı Facebook’ta hem de ilk gün “70 beğeni ve yorum”u gördü ve Yatağanbaba bu Facebook Kullanıcıları’na “Türkiye’nin Yarınları adına” çok teşekkür etti. Söz konusu konferans videosunun haftası dolduğunda ise reitingi iki katına çıkıp 140’ı da gördü…

Yatağanbaba Yeni Videosu’nda son 30 yıldır Türk Gençleri üzerinde oynanan namussuzlukları özetliyor ve videoyu Facebook’tan ilk gün 10.000’i aşkın kişinin izlediği tahmin ediliyor… (E-Gazete “Dönence” / 13 Temmuz 2010)

Biz bu Facebook Profilleri içinde (Hayran Sayfaları değil) son bir yılın “reiting rekoru”nu kıran bu ilgiden çok memnun olduk ama içimiz de burkuldu… Çünkü bizim meselâ Kocaeli Konferansımız’da verdiğimiz mesajlar da İzmir Konferansımız’da verdiğimiz mesajlardan daha aşağı değildi…

Peki bu “neden” böyle oluyor?

Çünkü genelde İnternet’te, özelde de Facebook’ta herkes kendini “Horoz” görüyor. “Tavuk”lar kendini “Horoz” sanınca da o aptal-saptal paylaşımlarının arasında Gerçek Horozlar’ın paylaşımları kaynayıp-gidiyor…

> “ZÜREFANIN DÜŞKÜNÜ”NÜ “ZÜHREF AĞA’NIN DÜŞKÜNÜ”
   DİYE ANLAYIP-YAZAN BİLE “HAYRAN SAYFASI” AÇIYOR!

Bu öyle boyutlara ulaşmış ki “Nane Limon Kabuğu” Şarkısı’nda geçen “zürefanın düşkünü”“Zühref Ağa’nın düşkünü” diye anlayan ve de öyle yazan bile kalkıyor “Barış Manço Sayfası” açıyor… Bunların da çoğunun yaşı 18’den küçük! Fakat yaşlarını yazmıyorlar, açıyorlar sayfayı koyuyorlar Barış Manço’nun Fotografı’nı ve insanlar da Barış Manço’nun Fotografı’nı görünce üye oluyorlar… Oysa içi boş! “Tabela Partileri” veya “Tabela Şirketleri” gibi bunlar da “Tabela Sayfaları”

Bu böyle olunca da, ben buna “ulan Facebook’u Video Çöplüğü’ne döndürdünüz” diye kızıyor ve günde üçten fazla video paylaşanları silip-atıyordum… Buna şimdi de “Fan / Hayran Sayfası Çöplüğü” eklendi…

Ben de o yaşlardayken bazı sözleri yanlış anlardım. Meselâ “Gibi Gibi” Şarkısı’ndaki “sanki gözlerin kal der gibi gibi” sözünü “sanki gözlerin kavmer der gibi gibi” diye anlıyordum. Yani bu “yanlış anlamalar” olabilir. Olabilir de, ben şimdiki Nesil gibi bir de bunu yazıya döküp de işi o kişi adına “Hayran Sayfası” açmaya kadar vardırmıyordum… Bekledik, öğrendik, birikim sahibi olduk ve bilmem kaç yaşından sonra kitaplarımızı / eserlerimizi ortaya çıkardık…

Yani anlamadığım şey şu: Bunların / Yeni Nesil’in “acelesi” ne?

Be mübarekler! Önce bir okuyup-öğrenin, birikim sahibi olun, sonra bu işlere girişin. Aksi taktirde zamanımız ve enerjimiz “sizin ardınızı toplamakla” veya “çerinizi-çöpünüzü temizlemekle” geçiyor!

Bu konuda “bilgisizlik ve dikkatsizlik” sonucu Barış Manço’ya nasıl bir “iftira” atıldığını, bu tür “felaket boyutundaki hatalar”a örnek olarak (http://yataganbabamenajerlik.wordpress.com/diger/2247/peygamberin-vekili-ve-varisi-1-baski/)  Sitesi’nden okuyabileceğiniz “Peygamber’in Vekili ve Varisi” adlı yazımda değinmiştim…

Oysa ki o Facebook’ta nice Horozlar var, niye onlardan faydalanmak yerine leblebi gibi aynı kişi adına ha bire sayfa açıyor ve de ahkam kesiyor herkes?!… “Bilgileri” yetersiz, “birikimleri” yetersiz, “arşivleri” yetersiz… Ama yok, illa “herkesin kendi başına” hareket edecek ve orda üç-dört kişi “ay şekerim çok beğendim yüreğine sağlık” diyecek ve bu “Tavuklar” kendilerini “Horoz” zannedecek…

Tavuklar’ın tavukluklarını bilmeyip de Horozlaşmaya kalktığı böyle bir ortamda, elbette o “çok önemli mesaj veren yazılar-videolar da arada kaynayıp güme gider” ve de Horozlar da Tavuklar’la “aynı potada” erir!…

> USTALAR BİLE 14 YAŞINDAKİ ÇOCUKLA  “AYNI ORTALAMAYA” İTİLDİ!

Bu konuda, Müzisyen Eser Taşkıran’ın şu yazısı konuyu çok güzel toparlıyor:

Bugün eline üç gün önce gitar geçen 14 yaşındaki genç bir çocuk da hissettiğini paylaşım sitesine koyabiliyor; hayatını müziğe adamış, belki okullar okumuş veya usta-çırak eğitimine onlarca yıl yatırıp, her tür sahnenin tozunu yutmuş dev bir müzik adamı da… Gelinen nokta, bu iki uzak kişiyi aynı platforma taşımıştır. Kısacası, bir yerde sanatın özerkliği bitmiş, herkesin müzisyen olabildiğinin altı çizilmektedir. Sanattaki kabiliyet, azimle geçmiş uzun yıllar, mesleğin zorlukları diye bir şey yoktur artık. Bu sayede, sanat tılsımıyla doğan ve hayatı farklı hisseden sanatçının da sadece müziği değil, sözü ve düşüncesi de “ortalama plana” indirgenmiştir.

Evet, Sanatçılar’ın sadece sanatlarıyla değil, aynı zamanda “kitleleri iten düşünce güçleri” artık girdiğimiz yeni süreçte geri plana veya yinelersem ortalama alana itilmiştir.

Benim müziklerine bilgim ve kabiliyetim oranında destek olduğum iki ustamı hepiniz biliyorsunuz: Barış Manço ve Cem Karaca. Önce “bu ustaların bizlere yaşam alanında kazandırdıklarını”, sonrasında “yeni nesillerin usta sanatçılarının bu ortalama içine itildiklerinden ötürü kazandıramayacakları” değerleri düşünüyorum…

Uzun lafın kısası:

Kaybeden bir müzik sektöründen çok değerlerini bilemeyecek, tehlikelere karşı birçok düşünce altında bütünleşemeyecek Genç Nesiller tehdidini görüyorum ki, sanırım bu gerçek ilkinden çok daha ağır…(Müziğin Geldiği Nokta-Facebook / 24 Şubat 2010)

Eser Taşkıran gibi, Müziğimiz’in Devleri ile yıllarca çalışmış bir Müzisyen’in bu çok önemli yazısında dikkat çektiği bu tehlikenin “beğeni ve yorum” sayısı bile sadece 35… Oysa ki Eser Taşkıran’ın Facebook Listesi’nde 2.000’den fazla kayıtlı “Arkadaşı “var! Fakat bu dikkat çekiş, bu insanların umurunda değil. Onlar “ordan-burdan derlenmiş fotograflarla o aptal-saptal montajlarıyla üzerine müziği dayayarak yayınladıkları videolar”da birbirlerine “ay çok beğendim şekerim, yüreğine sağlık geyiği”ni yapmakla meşguller o sırada… Böyle bir kısırdöngü de dönüp-durmaktalar…

Türk’ün Facebook’taki Kafası’nı Yatağanbaba’nın İzmir Konferansı ve bilip-bilmeyenlerin ha bire açıp durduğu Hayran Sayfaları üzerinden, Türk’ün Müzik’teki Kafası’nı Eser Taşkıran’ın Yazısı üzerinden özetledik… Facebook ve Müzik’te bu böyle de “Siyaset”te çok mu farklı… Hayır, aynı “kafasızlık” orda da devam ediyor…

Buna çok çarpıcı bir örneği, benim “beslendiğim damarlardan biri” diye tanıttığım Atilla Sezener’in Yazısı’ndan okuyalım:

> TÜRK’ÜN BU KAFASI YÜZÜNDEN, “12.000”, “450.000”DEN BÜYÜK!

Hollanda’da bir İnternet Sitesi’nde Türkiye’nin Dış Politikası hakkında yazı yazmaya başlayan Türk Genci Armand Sağ (25), bir “şok”la karşılaştı. 1915 Ermeni Olayları’ndan “Soykırım” değil “Tehcir” (Sürgün) diye söz ettiği için işten çıkarıldı. Armand şunları söylüyor:

Yaşadıklarıma inanamıyorum, şoku halâ üzerimden atamadım, inanılır gibi değil.

Utrecht Üniversitesi Tarih ve Türkoloji Mezunu Armand Sağ, Hollanda da “Fikir Özgürlüğü’nün olmadığını” söyledi. Sağ:

Ermeni Meselesi yüzünden işten atıldım. Patronum Ermeniler’den özür dilememi istedi. Ben de özür dilemedim, o da beni işten attı… Kısa bir süre önce işe alınmıştım. Ermeni Meselesi’ne “Tehcir” dediğim için sansüre uğradım. Sadece “Soykırım” yerine “Tehcir” dediğim için kıyamet koptu. Hollanda’da Ermeni Lobisi’nin güçlü olduğun tahmin ediyordum ama bu kadar olduklarını bilmiyordum…

Ermeni Meselesi ile ilgili bir yazı kaleme aldım. Onun üzerine Ermeniler’den Genel Yayın Yönetmeni’ne yüzlerce telefon, mektup ve elektronik posta geldi. Daha sonra Patronum, meslektaşım Michael Van Der Gallen’i devreye sokarak Ermeniler’den özür dilememi istedi. Ben de bunu yapmayınca işten atıldım…

Olayı aktaran Atilla Sezener, bu olaya kendi yorumunu da ekliyor ve şunları yazıyor:

Hollanda’da Ermeni Nüfusu 12.000 kadardır, Türk Nüfusu ise 450.000… Organize olmayan ve olamayan 450.000 kişinin, organize olmuş 12.000 kişi hakkından geliyorsa, bu hepimiz için üzerinde durulması gereken bir sorundur!

Fransa’da ise 400.000 kadar Ermeni, bir o kadar da Türk vardır ama “güç dengesi” nasıl biliyorsunuz! Ermeniler “Bakanlıklar”a kadar yükselmişler, bizimkiler “ne iş olsa yaparım Abi” durumundadırlar…

Gelişmiş Toplumlar’ın Bireyleri organize olanın sayısız getirisini çoktan keşfetmişlerdir. Bu bir akıl, tecrübe ve kültür meselesidir. Sizin bir yerde veya bir işte çoğunluk olmanız bir şey ifade etmeyebilir. Birleşmezseniz bunun bedelini çok ağır ödersiniz.

Amerika’da yeterli miktarda Türk ve Türk Kökenliler yaşamaktadırlar. Bunlar o kadar fazla Derneğe ayrılmışlardır ki, sayısını bilen yoktur. Onun için ne sesleri duyulur ne de orada gerekli ağırlıkları vardır…

Bizde herkes kendini “Horoz” görür. Bilirsiniz “sırf Horozlar’dan oluşan hiçbir Kümes yoktur”… Bunları kavrayıncaya kadar yukarıdaki tablo devam edecektir. (Bakış Köşesi / Deha 20 Gazetesi / 12 Temmuz 2010)

Kısacası Ey Türkler!

Lebelebi gibi Dernek kurun, leblebi gibi ha bire Facebook’ta Sayfa açın ve Admin / Yönetici diye başına geçip ahkâm kesin… Yani bölündükçe bölünün, ufalandıkça ufalanın, dağıldıkça dağılın… Sonra da “neden Dünya’da Kervan’ın arkasında nal topluyoruz” diye hayret edin…

Kafana ne zaman sokacaksın ey Türk, bölünüp-parçalandıkça “rüzgâr” gider

Türk’ün “bir avuç Ermeni karşısındaki hezimeti” neyse, “Facebook’taki dağınıklığı” da odur…Kafa “aynı kafa”dır! Bu Kafa “bu kafada olduğu” sürece de, onu ha bire duvarlara vurması kaçınılmazdır!

Hem ortaya koyduğu eserleri hem de yaşadığı topraklardan gelen avantajla “Denizli Horozu Yatağanbaba”nın sana nasihatidir bu! Eğer ki bilgine-birikimine bakmadan “Tavukluğunuzu” insanlara “Horozluk” diye yutturup-kazıklamaya devam ederseniz, o “çiğ tavuğu” yiyenler sizi “hep öyle” hatırlayacalardır. Ve günün birinde gerçekten pişseniz bile “ulan bunun tavuğu çiğ idi” diye insanlar bunu yemeyeceklerdir! Hayatın bazı kuralları / aşamaları vardır. Onu Mevlâna şöyle ifade etmiştir:

Hamdım, piştim, yandım!

Siz daha “ham” olduğunuzu bilmeden / kabul etmeden “yandım” diye ortaya çıkıyorsunuz. Ulan sen bırak yanmayı, pişmedin bile “ham”sın ham! Buna rağmen niye iki gitar tıngırdatıp da Facebook’a yükleyip insanları meşgul ediyor ve de bu işin çilesini çekmiş yılların Ustaları’nın çalışmalarını o arada kaynatıyorsunuz?…

Türkçe’yi katlede katlede yazılar yazıp da memleketi kurtarmaya kalkıyor ve bu işin Ustaları’nın yazılarını da arada kaynatıyorsunuz?

> “AYAKLAR BAŞ OLMUŞ” DEYİMİ, FACEBOOK’TA “TARİHİ’NİN ZİRVESİ”Nİ YAŞIYOR!

Sakın bu yazıya “Yatağanbaba gençlerin moralini bozup-önlerini tıkıyor” gibi yorum getirip de artistlik yapmasın hiç kimse… Benim kimseciklerin tanımadığı onlarca gence “milyarları dökseler” yer alamayacakları şekilde –hiçbir karşılık beklemeden- e-gazete “Dönence”de yer verip-tanıttığımı ve de çalışmalarını kayda geçirdiğimi herkes bilir…

Bütün dava; Eser Taşkıran’ın ifadesiyle internetin yanlış kullanımı sonucu “yılların birikimli Ustaları’nın, eline ilk defa Gitar veya Kalem alanlarla ‘aynı ortalama’ya / ‘aynı kefeye’ konur olması”dır! Buna atalarımız “ayaklar baş olmuş” derler!

İşte bu “ayaklar baş olmuş” deyimi, Facebook’ta Tarihi’nin “zirvesi”ni yaşıyor…

Öyle zamanlar oluyor ki, Ahmet Güvenç’in, Cihangir Akkuzu’nun, Eser Taşkıran’ın, Ersen Dadaşlar’ın, Yatağanbaba’nın, Gökhan Kırdar’ın, İlhan İrem’in bütün birikimleri ile ortaya koydukları / paylaştıkları, o aptal-saptal fotogarflarla derme-çatma montajla hazırlanmış “video adlı ucubeler”in arasında boğuluyor…

Meselâ Facebook’ta “Erkmen Sağlam” Abi var ve listesinde de 500 civarı kayıtlı Arkadaşı… Çok merak ediyorum, bunlardan kaç tanesi Erkmen Abi’ye soru sormuş, birikiminden faydalanmıştır? Niye sorsunlar ki? Sormak için “kendini baş zannedenlerin Atalarımız’ın ifadesiyle daha henüz ‘ayak’ olduğunun, Mevlâna’nın ifadesiyle de daha henüz ‘ham’ olduğunun” farkında olması lazım!

“12.000” Ermeni’nin “450.000” Türk’ün sesini bastırması mantıksızlığı, işte buralardan başlıyor… Türkler “ufak olsun benim olsun” dedikçe, bu “kelle sayısı ile üstünlük” hiçbir işe yaramayacaktır! Çünkü hayatta / kâinatta “nicelik” değil “nitelik” hep üstün gelmiştir!

Onun içindir ki, benim “birlik-beraberlik” mesajları verdiğim ve bu bağlamda “Lahburger Bebek”i, “Halil İbrahim Sofrası”nı, “Mâhkum”u, “Hemşerim Memleket Nire”yi anlattığım “Kocaeli Konferansım”ın 7 Videosu, “Dört Kapı Şarkısı”nı anlattığım “İzmir Konferansım”ın “tek videosu” kadar ilgi görmedi…

Çünkü Türkler’in bilinçaltında –hangi namussuz nasıl ve ne zaman soktuysa- var olan o “ufak olsun benim olsun” düşüklüğü, “birlik-beraberlik mesajı”nın yüceliğinin yeterli ilgi görmesini engelledi…

Yani “Tuz-Ekmek Hakkı, Facebook Reitingleri’ni bu sebeplerden dağıttı” ama “bir avuç Ermeni de 300 milyonluk koca bir kitle olan Türkleri evire-çevire Dünya’nın önünde paspas etti”…

Bu “dağıtma” ve “paspas”ta hata da sevap da Millet’e aittir!

Facebook’u kullanmak”tan “Ermeni’ye yenilmeye” uzanan bu süreç; bu “küçük olsun benim olsun” adlı “yanlış felsefeyi benimseme”nin ve de “daha pişmeden ‘yandım’ diye ortaya çıkan ‘hamlar”ın “Şeytan’la işbirliğini benimsemesi”nin çokluğu yüzündendir… Yani Yeni Nesil’in aceleciliğidir. O işe de Şeytan hep karışacaktır…

Özetle; “sırayı” şaşırmayın, ey Yeni Nesil! Siz bu işi Mevlâna’dan “daha iyi” mi biliyorsunuz?! O sıralamayı öyle yapmıştır ve bence de Hayatın Kanunları ile de çok uyumludur:

Hamdım, piştim, yandım…

> EN AZ BAŞBAKAN ve BAKAN, NEDEN EGE’DEN ÇIKIYOR?!

Buna şu çok çarpıcı örneği de verebilirim. Ben bunu Halkın Yükselişi Partisi’den (HYP) “Denizli’den 1.Sıra Milletvekili Adayı” olduğumda, ART Televizyonu’ndan seyredenlere anlatmıştım… Televizyon’un benimle yaptığı bu programın tam metnini http://ekmekvegozyasi.tr.ggSitesi’nden sipariş verebileceğiniz ve 2009’da “En Çok Satan 3.Kitabım” olan “Ekmeğimizi De Gözyaşımızı Da”dan okuyabilirsiniz… Konumuzla ilgili bölümü ise buraya aktarıyorum: (Bunu genelde hiç beğenmediğim fakat bu benzetmesini / kıyasını çok beğendiğim Seval Uysal’dan dinlemiştim, sizinle de mealen paylaşmak istiyorum):

Neden Türkiye’de en az Başbakan ve Bakan Ege Bölgesi’nden çıkıyor?!

Çünkü Ege İnsanı’nda “küçük olsun benim olsun” mantığı / felsefesi var. Bu her alanda böyle… Meselâ Türkiye’nin bütün Bölgeleri’nde Folklor Oyunalrı “ele ele / birlikte” oyanırken, Ege Bölgesi’nde “tam tersi”dir…

Karadeniz’de Horon el ele oynanır, Doğu’da Zılgıt bile beraber çekelir, Marmara’da Çayda Çıra da öyle, Kafkaslar’da Şeyh Şamil de öyle… Ege’ye geldin miydi, Zeybek ve Efe Oyunları’nı herkes tek başına oynar… Hatta Ankara Misketi’nde dizler bile iç içe geçer… Neticede Ege Bölgesi bir güç oluşturamaz ve Türkiye’nin her Bölgesi’nden Milletvekilleri Bakan atanırken, Ege genellikle avucunu yalar…

> “SOLUCAN”LAR “KARTAL” OLMAYA KALKARSA!…

Folklor’u, Dernek’i, Siyaset’i, Facebook’ta Hayran Sayfası fark etmez, bu bir “kafa” meselesidir ve bu “küçük olsun benim olsun” ile “daha pişmeden yandım diye ortaya çıkan ham”lık kafasından Türkler kurtulmalıdır…

Büyüklerden pek bir şey beklemiyorum ama Yeni Nesil’den bekliyorum. Eğer şu ana kadar yazdıklarımdan ve de en sonki Folklor Örenği’nden de anlamadılarsa, şu “acı gerçek” örneğini de vereyim, belki bundan anlarlar:

“Daha yeni yeni emekleyen / sürünen bir konumda” olduğunuza bakmadan, “kendinizi gökyüzünde bütün heybeti ile uçanların konumunda görüp de onların rolüne” bürünmeyin… Yani “Ham”ken “Pişmiş Rolü”ne bürünmeyin,  zamanınızı / kıvamınızı bekleyin… “Pişmiş”ken de “Yanmış Rolü”ne bürünmeyin… Eğer bürünürseniz yok olursunuz!

Çünkü:

Erken çıkan Kartal yem bulur, erken çıkan Solucan ise yem olur!

----------------------------------------------------

İNTERNET SİTESİ:

Resmi Site: http://www.yataganbaba.com

SOSYAL MEDYA:

Twitter: https://twitter.com/m_yataganbaba

Facebook: http://www.facebook.com/muratyataganbaba

İNTERNET PROGRAMLARI:

Beyyine Arayışları: http://www.youtube.com/beyyinearayislari

Kur’an’daki İslâm: http://www.youtube.com/yasarnuriozturk

İNTERNET GAZETESİ;

E-Gazete Dönence: http://www.donence2023.com

 
Toplam blog
: 31
: 4637
Kayıt tarihi
: 31.01.07
 
 

YAZAR, Gazeteci, Yayıncı, Programcı... Yayınlanmış "12 Kitap"ım ve Yarışma'da 1.olmuş "Sinema Fil..