Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Türkülerde Gezer Adları ve Göklere Bakan Şair Üstüne Kısa Bir Deneme (1)

Türkülerde Gezer Adları ve Göklere Bakan Şair Üstüne Kısa Bir Deneme (1)
 

İsa Çelik, Metin Demirtaş, Ali F. Bilir, Ali Ekber Ataş Yunus Nadi Ödül Töreni


Metin Demirtaş’ın Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Türkülerde Gezer Adları” yapıtı, bir yerde tarihe tanıklığın da şiirsel belgesi, belleği. O, devrimci bir şair olarak, durumun ve devrimin şiirini türkü edasıyla işlemiş ve yazmıştır. Tarihe not bırakmış. İnsan belleğini, unutmaya, unutturmaya karşı yenileyen şiirlerin şairi olarak. 68 Kuşağı’ndan ve bu kuşağın tarihsel birikimini gören bir şair. Faşizmin yok ettiği devrimcileri, insancı kimliği, sanatçı duyarlığı, şair kişiliğine yaraşır bir duruşla, yazdığı devrimci şiirleriyle yaşatıyor. Kendisi de diyor zaten:

“Özetle, ‘Türkülerde Gezer Adları’ derken, biraz da gönlümün istediğini dile getirmişimdir. İlerde, ekmek gül günlerinde hepsi anımsanacak. Asıl o günlerde dillerde ve türkülerde gezecektir tüm ölmüş, öldürülmüş arkadaşlarımızın adları…” (*)

Alçakgönüllüğü üretkenlikle, ustalığı hoşgörüyle buluşturan Anadolu insanına özgü erenlerce seslenişler. O devrimci özün, diyalektik düşüncenin şairi olarak geçmişle olan bağını koparmadığı gibi, gelecekle kurduğu ilişkide, ömrünün kırk yılını şiire adamış sıra dışı bir şair.

Kendince… Alçakgönüllü... Sessiz… İpek böceği gibi, kendi kozasını öre öre şiirinin…

Şiirlerine, Akdeniz duyarlığı sinmiş. Yörük ekini, meltem rüzgârıdır, şiir dallarını hışırdata hışırdata esip durur şiirlerinde. Akdeniz’in ılık havasında, lirik sesi, ahlâtların, ardıçların, iğne yapraklı çamların, gürgenlerin arasında dolaştırır bizi. Doğa, baskın biçimde şiirlerine egemendir. Serin ve ılık esintiler çarpar yüzümüze. Kimi an, “Derin yara almış bir umudun” peşinde pare pare bir yürekle, hüznün endemik dokusunda yoğunlaşan bir duygu sağanağı, kimi kez öfkenin balını “uysal maviye” bulayıp imgelerle ördüğü şiirler…

Şiir dilindeki bu yalınlık, kolay okunurluk/anlaşılırlık, açıklık, duruluk, halk ağzı söyleyişleri, türkü tadında esintiler... Demirtaş’ın, bu şiir dilini oluşturmasında, uzun bir işçilik dönemiyle birlikte, devrimci halk tavrının yattığını da söylemeliyiz. Şeref Bilsel de böyle düşünmüş olmalı ki, şunları yazıyor:

“Demirtaş’ın –onca hüzünden, ezginlikten bahsetmesine rağmen- bağıran değil, bağırtan, insan çelişkileriyle yüklü iç ve dış yaşantısını bütüncül bir görüşle diyalektik bir işleyiş içinde kavrayan şiiri, alışılagelmiş toplumcu şairlerimizin sesinden farklı olarak halk şiirini de yaslanır. İnce boyunlu türküler dizelerin arasında uzanır gibi gökyüzüne. Çimenler, gelincikler, çalı dipleri, dereler, kilimler, gülhatmiler… Doğayla iç içedir şiirleri; unutulmuş tenha köşelerden ve en çok da çalı diplerinden seslenir: “Dolansam çalı diplerinde bulur muyum” (Kırda) (**)

Bir Karacaoğlan edasıdır, dolanır şiir boylarında Demirtaş’ın. Onun şiiri, hapis yattığı küçük hücrelerin demir parmaklıklarla örülü minnacık penceresinden bakıp da gökyüzünü görenlerin şiiridir. Hapishane bahçesinde voltalarken, küçük balçıklara takılıp kalan ve yaşamı kendine değil yalnız, başkalarına da zehir eden insanların karşındadır. Yaşama doğru bakan ve onu dolu tarafından görüp de, eksik olanı tamamlaya inatla yazgılı bir şair O. Kaynağında, insanı yanlışlarıyla kabul eder. Bütün bu eksikliğine karşın insanın, kendi yanlışlarını olumlanabilir bir davranışa dönüştürebilecek bir birikime ve bilince sahip olduğuna inanır. Yaşanan olumsuzlukları salt düzenin bozuk çarkına bağlayıp işin içinden kendini sıyırıp çıkmaz. Demirtaş, akıl varlığı olarak soran, sorgulayan, bilerek düştüğü durumun nedenlerini ortadan kaldıracak olanın, yine, insanın kendisi olduğunun bilincindedir. Her koşulda “aklını kullanma cesareti gösteren”, aklın bağımsızlığını, yaşamın diyalektiği karşısında sınavdan geçirerek sağlayan bir şairdir. Şiirleri umutsuzluğun sözcülüğünü yapmaz. Yaşanmış gerçekleri, kendi yalın dil örgüsü içinde, umutsuzluğu umuda evrilten bir dönüşümle yazar ve insana umut taşır hep. Örneğin,“Voltada Bir Türkü” adlı şiiri Demirtaş’ın, bir durum şiiridir. İçeriden yeni çıkmıştır. Yalnızlık ve işsizlik peşini bırakmamıştır onun. Yalnızlığı çekebilir insan, işsizliği asla! Şair, bunun farkındadır. Ve “O en büyük hapishane”nin, dışarıdaki yaşamını çekilmez kılacağını da bilmektedir…

Metin Demirtaş’ın şiiri, “Derin yara almış/Bir umudun” türküsüdür. Türküler, bağırarak söylenmez. Biliyoruz. Kendisini yürekte duyuran ve yaşatan bir ses tınısına sahiptir. Onun şiiri de aynı damardan beslenmektedir. Yalnızlık, kırılganlık, öfke, karamsarlık, umut, sevinç, hasret, doğa sevgisi hep iç içe. Eytişimsel (diyalektik) bir bütünlük sergiler. Bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlar insanları. Bir coğrafya çizip koyar önümüze. Dağları, denizleri, ovaları, insanlarıyla bize ait olan, bizim yarattığımız bir dünyadır. Bu coğrafyada olup bitenlerin bir anda, kendiliğinden ortaya çıkmadığını söyler. Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele bir yürüyüşün şiiridir. Antalya hep merkezdedir. Düşünsel pergelinin sivri ayağı bu merkeze gömülüdür. Yerelinden başlayıp ulusalı geçerek evrensel olanda kilitlenen, iç içe oylumlu bir daireler serüvenidir Demirtaş’ın şiiri.

Özetle, “Türkülerde Gezer Adları”, devrimci bir şairin, ödünsüz duruşunun, devrim yolunda canlarını düşürenlere saygısının bir belgesi. Devrimci düşünce, lirik söyleyişler eşliğinde türküleşir adeta. Bir türküyü söyler gibi coşkulu ve türkünün hüznü kadar derin, içli ve arabeskleşmeyen kederin…  Şeref Bilsel’in demesiyle “Demirtaş’ın bakma biçimine ‘baktığı yer’ mührünü vurur”(***)

Şunu da söylemeliyim: Şair, durum gerçekliğinden çıkıp şair gerçekliğine dönüştürdüğü şiirleriyle yaşar. Zira sanatın, bağılsız koşulsuz kendini tek bağımlı hissettiği/hissettirdiği tek kavram olan “özgürlük” hem sanatın hem de onun şiirleriyle kendisinin karakteridir artık. Hapis yattığı yıllarından söz ederken, utanır. Sıkılır. Nereye saklanacağını bilemez, şaşırır. Çünkü dostları, onun şiirde verdiği bu savaşımı, yaşamlarını vererek bedel ödemişlerdir. Onları düşünürken, üç beş yılın yatılan hapsin hesabı tutulmaz, devrimci mücadelede, devrime hayatlarını vermişlerin karşısında. Bu bilinçle hareket etti hep.

Metin Demirtaş “Türkülerde Gezer Adları”na ulaşana değin, dostlarından oldu, bir ayağını kaybetti. Ama davasının ve dostlarının anısına, daha ve en önemlisi şiire ihanet etmedi. Onun içindir ki, “Türkülerde Gezer Adları”, kitabı, Metin Demirtaş “şiir külliyatının” vicdan yanıdır. Ve hep dostlarına borçlu hissetmiştir kendini. Borcunu da, dostlarının Dostlarına olan borcunu da,onları şiirlerinde yaşatarak ödemeye çalışmıştır. Bu, bu kadar net!

“Türkülerde Gezer Adları” bu tarihin yazınsal belleği ve belgeselidir. Demirtaş bunu yapmış… Şu da var: Ölüm, şairlerin takıntısı olmuştur hep. Zira ölümün kalleşliği, şairin, bütün birikimlerinin zirve yaptığı bir döneminde, toplam yaptıklarının hepsini aşacak “aşkın”lıkta yazacağı şiirleri, yazmadan, alıp beraberinde götürmesi, korkunç bir şey. Enver Gökçe ve Cemal Süreya bu durumu sezip gördüklerinden olsa gerek, “ölümün kalleş” ve “erken” olduğunu söylerler.  Ki yerden göğe haklılar. Şimdi bu adlar yaşamış olsalardı bize nasıl şiirler sunarlardı, hiç düşündünüz mü?

Son zamanlarda ben hep bunu düşünüyorum… İyi okumalar…

DİP NOTLAR:

         (1) Delirler Teknesi sanat edebiyat dergisi Eylü Ekim 2018 sayı: 71

        (*)        Kar Dergisi, Temmuz-Ağustos 2010, Say: 4

        (**/***) Şeref Bilsel, 3 Nokta Edebiyat, Mayıs-Haziran-Temmuz 2004

 

METİN DEMİRTAŞ

KİRAZ AĞACININ ALTINDA (*)

Beyaza bürünmüş kiraz ağacının altında,
Çocukluğumu düşünüyorum.
Anılar arasında gezinirken,
Bazen sevinçli, bazen mahzunum.

Kavaklar hışırdar, polenler uçuşur.
Arıkuşlarının şarkıları kırları çınlatırken,
Doğanın şiirini derliyorum
Kırlangıçların sevincinden.

Bu yıl cemreler erken düşmüş,
Yağmurlar çisem çisem yağmış,
Dağlara, bayırlara,
Çiçek yüklü dallara.

Yumdum gözlerimi gördüm
Ve kokladım Veysel gibi,
Akça akça gülen   yıldızcıklarıyla,
-Hayran oldum o dallara-

Masam derme çatma ardıçtan.
Tezli’den bir yel esti,
Kadehime bir çiçek düştü.
Masamın örtüsü kiraz çiçeklerinden.

Yalnız şarap mı,
Beni böyle esriten?
Efil efil   esen bahar yeli mi,
Lirikleri mi, Yesenin’in?

‘Kırların, hüzünlü türkülerle bezeli
Tahta köprülerin’ şiirini,
Sararan yulafın sesini,  
Dinlerim Yesenin’in şiirlerinden.

Gün indi Akdağ’ın ardına.
Çoban Yıldızı erken yaktı kandilini.
Bağ belleyen babam terini siliyor,
Üzgün bakıyor yaralı oğluna.

İyimser sonuçlar çıkarıyor arıların çokluğundan,
Bülbüllerin ötüşünden.
Bu yıl mahsul bol olacak oğlum diyor.
Bağrımız kalkacak yerden.

 Şiire başladığı tarih 1983, Akçay

 

(*) Ali’ye, Aloş’uma not:

Aliciğim, bu şiirim 80’li yıllardaki Sarı Defteri’mde unutulmuş, kitaplarıma girmemiş son şiirimdir.

Ansan’da düzenlenen benimle ilgili gecede bu şiiri Mustafa Uysal’ın okumasını istedim. O da bir güzel okudu. Çok mutlu oldum.

 
Toplam blog
: 36
: 110
Kayıt tarihi
: 20.06.18
 
 

Günümüz şairlerinden. 1961 Erzincan doğumlu. Öğretmen şair. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak..