- Kategori
- Kültür - Sanat
Türkülerin ve Şiirlerin Iron Maiden'ı.
Lambada titreyen ateş üşüyor...
Sanat derinliği tartışılmaz bir kavramdır. İnsanlar yüzyıllar boyu savaştılar, ideolojik olarak bölündüler, mezhepsel olarak ayrıştılar. Fakat sanat hayatlarımıza dokunmaya başladığı andan itibaren görüldü ki yağmurlardan sonra gökyüzünde beliren bir gökkuşağı var. Ve onunda 7 rengi var. Alkım, ebemkuşağı, yağmur kuşağı, eğim sağmağı… diye de çeşitli isimleri vardı. Kimisi ona baktığında 7 renkli kemer biçimde bir görüntü gördü, kimisi de onun "dibinde bir küp altın olur, o altını da bir cin korur, elini uzatanın canına okur" diye düşündü . İşte 7 rengi gören sanatsever oldu ama gökkuşağının dibinde ki altını hayal edenler sanatçı olarak var oldu. Sanat işte böyle doğmaya başladı. Bir gökkuşağının belirmesiyle.
Sene 1960… İşte o gökkuşağının altında ki altınları hayal eden adamlardan biri bir gün imkansız bir aşk ateşine tutuldu. Ve bir gaz lambasının önünde yazmaya başladı. Gaz lambasının gazı bitiyordu ve ışık belli belirsiz hareket ediyordu. "Lambada titreyen alev üşüyor" cümlesi işte böyle ortaya çıktı diyor Abdurrahim Karakoç. Ve ekliyor ‘’o aşk masum bir aşktı O'nun adı Mihriban da değildi saçları sarı da.’’ İşte sanatın insan ruhundaki gelişimini, dönüşümünü anlatıyordu bu cümleler. Ölümsüz aşkı anlatan Mihriban şiiri böyle doğuyordu. Bununla beraber hece veznini , ustalıkla kullanan çok az sayıda ki şairlerden biriydi kendisi bana göre. Bu ustalığın çıtasını ‘’Mihriban’a’’ çıkartarak hem çağdaşlarını hem de arkadan gelenlerin işini zorlaştırmıştı. Mesele yalnızca çıtayı yükseltmek değil, aynı zamanda altına düşmemektir de. Özetle hece veznini bu kadar ustalıkla kullanmak şüphesiz ki bir aşık yetisiydi.
Şiir denilen şeyin insanın ruhuna hitap etmesi lazım, bunun için en önemli araçlardan biri de müzikti. Fonetik açıdan iyi olan bir şiir insan ruhuna çok daha kolaylıkla dokunabilir. Böyle düşünen bir bestekar 2000’li yıllara gelindiğinde, fonetik açıdan iyi olan, ruha dokunan ve 40.yaşını doldurmuş olan Mihriban‘ın dizelerine müzik ekleyerek onu bir adım daha öteye taşımaya, daha da büyütmeye karar verdi. Böylece bir ülkücünün yazdığı şiir bir alevi sanatçı olan Musa Eroğlu tarafından bestelendi. Musa Eroğlu da kendi imzasını bırakmıştı Mihriban’ın içerisine, ilk kıtadan sonraki saz bölümünde bağlamaların her biri farklı melodileri çalıyorlardı her ne kadar aynı anda girseler de. 300-400 yıl geçtikten sonra bile yine dinlenecek, bilinecek ve anonim muamelesi görecek bir türkü olacaktı hiç şüphesiz. İşte sanat varlığını ve büyüleyiciliğini yine göstermişti. 7 renk birleşti. Ayrışan mezhepler birleşti. Ve ideolojiler kayboldu. " "Ölüme karşı tek yanıt sanattır" diyor Malraux. Bense tam tersini düşünüyorum: yaşama karşı tek yanıttır sanat" demiş Ferit Edgü. Tam olarak böyle.
Yaşadığımız dünyadan sıyrılıp nefes alma şekliyse sanat bu güzel şiirle nefes alıp, sıyrılalım o zaman dünyadan.. Haliyle kayda geçsin….
Sarı saçlarını deli gönlüme
Bağlamışlar çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysam köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Abdurrahim Karakoç