Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '11

 
Kategori
İstanbul
 

Türlü türlü savrulurken Kül/Türümüzün Külleri…

Sabahın erken saatlerinde işinize gitmek için çıkarsınız evinizden, apartmanda komşunuzla karşılaşır, bakmakla bakmamak arasında tedbirli olmak adına üst üste kilitlenen çelik kapılar ardında unutulan komşuluk, güven, güler yüz gibi yozlaşan değerlerle birlikte tereddütle günaydın der geçip gidersiniz yanından… 

Otobüse, Metrobüse ya da minübüse yetişme telaşı içersinde bir koşuşturmacadır başlar ki hızla yürüdüğünüz kaldırımda karşınızdan gelen birinin omuz darbesinden son anda kurtulmak için kuvvetli reflekslere sahip olmanız gereklidir. Derken arkanızdan avaz avaz bir korna sesiyle irkilir kendinize gelirsiniz. İhtiyacınız olduğu halde durdurmayı berecemeyeceğinizi düşünmüş olacak ki bir taksici size ısrarla korna çalmaktadır… 

Öfkeyle bir bakış atacak olursunuz, tam o sırada yol kenarındaki birikmiş sudan hızla geçen başka bir araç çamurlu pis suyu üzerinize sıçratıverir. Bir saldırıya ya da olası bir kapkaç olayına maruz kalmamak için çantanıza sımsıkı sarılır yolunuza devam edersiniz. Maazallah yan baktınız diye bile bir maganda kurşununun hedefi olabilirsiniz her an… Her anlamda ‘’ Avrupa Kültür Başkenti’’ miz olan İstanbul’da… 

Çoğu zaman eski Türk filmlerini izlerim, bazen aynı filmi birkaç defa izlediğim de olur. Genel olarak konular hep yakındır ya birbirine ama ben daha çok o eski filmler de, bir kısmını çocukluğumdan kalan birkaç kare olarak hatırladığım eski İstanbul’u seyretmeyi seviyorum… 

Sıcacık, içten komşulukların yaşandığı, modern görünüş ve davranışlarıyla o İstanbullu beyefendilerin, hanımefendilerin olduğu, küçük mahalleleri, ahşap dokusuyla, Arnavut kaldırımlarıyla geniş caddeli, bol yeşilli İstanbul’u… 

Şimdilerde dilimize, kültürümüze kendi özümüze şuursuzca yabancılaşırken ve yabancılaşmış isimleriyle dolu mağaza vitrinlerinin doldurduğu sokaklarda dolaşırken, o vitrinlerin camlarına yansıyan suretimize baktığımızda, kim olduğumuzu bir kere daha sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum... 

Yabancı sermayelerin tutsağı olmuş, kendi Ülkemizde oradan oraya sürüklendiğimiz, tüm kültürel değerlerimizden neredeyse yoksunlaştırıldığımız, bir kayıp ruhlar şehrinde yaşıyoruz adeta… 

‘’Ülkemin birçok şehrinde olduğu gibi tarihe tanıklık etmiş bir birinden değerli mimarileriyle ve birçok kültürü içersinde barındıran, ev sahipliği yapmış olan, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan, canım İstanbul’um, elbette ki hak ediyor unvanların en güzelini’’…  

Ama yinede bir terslik var gibi bu işte… Akşam haberlerini izlerken bir yağmurun tüm şehri nasıl alt üst ettiğini görmek düşündürüyor beni… 

‘’Avrupa Kültür Başkentinde’’ halen alt yapı yetersizliğinden ve bir türlü gerekli önlemlerin alınmayışından dolayı yaşanan sel felaketlerine seyirci kalmak, suların içinde can pazarı yaşanması ve o sel sularına canların teslim olması, İstanbul’un orta yerinde geliyorum diyen maduriyetlere göz göre göre kayıtsız kalmak… 

Kıymet bilmezlik, vurdumduymazlık, ihmal ya da bir takım rantsal çıkarlar uğruna daha birkaç hafta önce ciğerine ateş düşmedi mi Haydarpaşa Garı’nın? 

Türlü türlü savrulurken kültürümüzün külleri ve o utancın külleri yükselirken gökyüzüne, bu ihmalin sorumluları hangi yüzle övünülesi pay çıkarabilir ki İstanbul’un ve tüm Türkiye’nin değerlerinden kendilerine… 

Yalnızca Haydarpaşa mı? Barbarca bir bir kundaklanan ahşap ve tarihi konaklar, ormanlar vs.vs. taşınamaz değerler oldukları yerde böylesine değersiz muameleye maruz kalırken, bugün kendi Ülkemizde kendi müzelerimizde sergilenmesi gereken tarihi eserlerimizin de birçoğu şimdi Ülke sınırlarımız dışında yabancıların ellerinde değiller mi? Koynundan yavrusu çalınmış bir Anne’nin, yavrusuna duyduğu özlem gibi, hasret var bu toprakların da yüreğinde… 

Ve bütün bunlar olup biterken İstanbul, ‘’2010 Avrupa Kültür Başkenti’’… Öylemi (?) 

_Nasıl oluyor da oluyor…? 

_Biz yaptık, oldu. Diyor birileri… 

Evet o eski Türk filmlerindeki en çok yinelenen repliği gibi ‘’hey gidi taşı toprağı altın İstanbul’’ meğer altın devrini yaşıyormuş o zamanlar… 

Şimdilerde ise çok katlı binaları, yeşile hasret sokakları, iç içe geçmiş yapılarıyla ve belki de günden güne bağnazlaşan insanlarıyla ‘’taş devrini’’ yaşıyor, türlü türlü küllerini savuran ‘’Kül/tür’’ Başkenti İstanbul’um

 

Rahşan ATAR / 15/12/ 2010 

 
Toplam blog
: 25
: 598
Kayıt tarihi
: 18.08.10
 
 

Resim yapıyorum... Ustası değilim bu işin... Ama en iyi kendimi resmederim... Bembeyaz boş bir tu..