Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '11

 
Kategori
Blog
 

Turplar vadisi...

Turplar vadisi...
 

Şimdi büyük ihtimal siz bu yazımı da anlamayacaksınız…
Hatta daha da kötüsü, bu defa yanlış bile anlayabileceksiniz.
Hiç olmazsa şimdiye kadar sadece anlamamıştınız.
Oysa son derece net ve açık, anlaşılır yazılardır benim yazılarım...
‘Bana göre’ bile değil üstelik; bilene, anlayana göre… 

Ve en azından şunu biliyorsunuz artık
Bilmek, anlamak için de, önce
Bilmeyi anlamayı istemek gerek. 

Ama benim yazdıklarım, evet, kendi içinde bir sır da taşırlar...
Hani “bir ben var bende, benden içeru” derler ya, o misal… 

Tıpkı matruşka bebekler gibi, biri bir diğerinin içinde,
iç içe açılır kapılar birbiri içre, anlamaya karar verdikçe… 

Çünkü doğrudur
Öyle bir çırpıda anlaşılmaz benim çoğu yazım.
Felsefidir çünkü, gerçeklerle ilgilidir…
Gerçeği içeren şeyler de,
Felsefenin nasıl dışında olsun!
Ayrıca, sosyolojiktir de, psikolojiktir de…
Bilimseldir…
Hatta asıl, bilim onun sadece bir parçasıdır ya,
Ve bilimi kapsayan asıl şey de o'dur hani:
İlimseldir !
Hayata, insana dairdir çünkü
Ve bunlar da birbirinden müstakil, sadece bir tek şeyden mamul, müteşekkil ve mütevellit değildir ki!
Şimdi tam şu an bakın bir de TDK sözlüğüne ve gerektiğinde de Hukuk ve/ya İktisat terimleri sözlüğüne!
Hani birşeyler yazmadan önce hem alışkanlık oluşsun, hem de
Kültürünüz artsın!
Sebepler vardır, sonuçlar vardır zira, zincirleme
Aynen bütün şu baştan beri saydıklarım gibi ince ince, her biri birbirine ilişik, iyice… 

Yazının kendisinde en üstte bir kapı açılır ordan girersin içeri, yine bir kapı açılır, geçersin... bir kapı daha..!
Öyle işte kapı içinde kapı… satır satır, ilmik ilmik… dura dura, sindire sindire… olmadı tekrar baştan sara sara… düşündükçe ancak açılır gider o kapılar da, tıpkı hayat gibi!!
Yazarken de işte aynen yine öyle, ilmek ilmek, işlemek gerek!!! 

Hayatı da zaten insanların çoğu bu yüzden anlayamazlar… sorar dururlar hayatın sırrı ne diye…
Biliyorum, ve o sırrı anlatmak için zaten burdayım, anlatacaktım da ama bundan sonra asıl kısımlarını da anlatır mıyım artık, bilemiyorum… Zira anlattığım ufacıcık bir kısmının bile azıcığını dahi anlamayan, bunu hiç anlayamayacaktır.
Şekilde boğulup, içerikteki doluluğu es geçen de yine zaten anlamayacaktır. 

Aslında Kur’an da zaten öyledir, biliyor musunuz? Okuyanın çapına, karakterine de bağlıdır. Hatta asıl, o anda onu hangi niyetle okuduğuna bağlıdır. Ona göre ya anlar, ya da anlamaz, onu bile boş bulur bazıları ve aydınlanamaz, kararır… çünkü zaten gönlü karanlıktadır. 

Hatta sürekli tekrarlar vardır Kur’an’da…
Bilir misiniz neden?
Bunu bile “neden” diye düşünsün diye insan!
Neden?
Hiç düşünmediniz mi?
Hadi bu da benden ilaveten bir kıyak daha olsun size,
Söyleyeyim:
İnsan hiçbir şeyi asla bir kerede anlayamaz diye!
Ve tekrarlar, o sizin tekrar gibi gördüğünüz çoğu şey var ya,
Aslında birbirinden zaten farklıdır diye!!
Sanmayın diye yani, daha bir düşünün de, asıl görülmesi gerekeni zaten ancak o zaman görebileceksinizdir diye…
Yani… “farkedin” diye… farkı da farkedin diye…
YANILMAYIN diye!!!
Zira farkı farketmezseniz, başka şeyler farketseniz de artık farketmez diye… 

Hani birileri fıtık oluyormuş ya, ortada fıtık olunulacak bir durum yok!
Nesi kötü bunun?
Tam aksine
Ne kadar insanı bilen, insan bilgisiyle dolu bir bilinç…
Ve ne denli insan sevgisiyle dolu bir niyet…
İnsana salt yardımcı olmak için, nasıl da insandan yana bir veri, bir eylem, bir VAR’lık…
Bir bilgi, bir sevgi…
Bilgi ve sevgi sunusu
Sırf insan yanılmasın diye,
Bir kılavuz
Yanılmasın ki, insan da VAR olabilsin, “var”larda olabilsin diye!!!! 

Onun için benim yazılarımı okurken sizin de hangi niyetle okumaya başladığınız çok önemli... Hatta asıl, okumaya niyetiniz olup olmadığı önemli.
Okumaya niyetiniz yoksa zaten okumayınız ve okumadığınız bir şeye yorum yapmak hele…
Hele de henüz hiç tanımadığınız biri hakkında yorumlar bir de… neyin nesi… bir düşünün bakalım…
…………
…………
Yeterince açık değil mi?
Yine ben aralayayım kapıyı o halde:
En hafif ifadesiyle
Abesle iştigal!
Ama asıl,
Sadece kendi bilmezliğinizin, kötü ve yokluktaki o “hiç”liğinizin kanıtı olur, o kadar!! 

Kıyamadım yine size,
Halbuki boşlukları doldurmayı size bırakacaktım bu sefer,
Gerçi hala daha var bu yazıda size bıraktığım boşluklar, merak etmeyin.
Ben sadece birkaç tanesini dolduruverdim.
Çünkü kimilerinin özellikle de bazı boşlukları hiç de doğru dolduramayacağını gayet iyi biliyorum… Buna rağmen,
Bir de diyorlar ki, kısa olsun yazılar… oldu canım…
Kısa olsun da hiç anlamasın karşımdaki…
Hem benim amacım yanılgıyı anlatmak zaten.
Yanılgı, yanılana kısa kısa, hele de bir kerede anlatılabilir mi...
Bir düşünün!
Bak şurada bile neler anlatmak, ne kapılar aralamak zorunda kalıyorum. 

Sadece bir tek konunun, sadece bir tek hususunda, onda da yine en fazla bir-iki şeyi anlatacaksa
Ancak o zaman kısa olabilir yazılar. Biliniz!
Ama aynı konuda, birbirine benzer ve ilgili hususların, ister istemez bir çoğunu da anlatmak durumundaysa, tabiki uzun da olacaktır.
Yoksa bunun dışında, ya eksik yazmıştır, bilinçli veya bilinçsiz…
Ya da öylesine yazmıştır işte…ya laf ola beri gele, veya eğlencesine, dinlencesine.. ya da içinden o an öyle gelmişçesine… kendincesine… o kadar… 

Bilinçsizce eksik yazmışsa, zaten yanlış da bir yazıdır, çünkü yazan bilinçsizse yanılgılardadır, yazdıkları nasıl bilinçli ve yanılgısız olsun… 

Bilinçli olarak eksik yazdıysa da, sadece çok özel bir durum hariç, zaten etik değildir bu defa.
Zira o zaman amacı ve sebebi sorgulamak gerekir ki, bu da okumanın ötesinde size ayrıca bir külfet de yüklemiş olur…
Çünkü iyi niyetli bile olmayabilir, hatta sizi pekala yanlış bir şeylere yönlendiriyor da olabilir…
Ama aksine sizi iyi bir şeylere yönlendirmek için özellikle öyle yazmış da olabilir…
Hatta mecburen öyle yazmak zorunda kalmış da olabilir…
Üstelik siz eksiğin nerede olduğunu her zaman, hatta bir eksiğin olup olmadığını bile hiçbir zaman saptayamayabilirsiniz de…
Yani çık işin içinden bir durum :)) 

Ve evet upuzun yazdığım halde, upuzuun bir yazımı bile anlamadığınız için, hala daha neler neler anlatmak durumunda kalıyorum. Bir de kısa yazsaymışım, kimbilir daha neler olacakmış… Aaaa bi dakka yalnız, uzun olduğu için anlamadıydınız, uzun uzun cümleler, duvar gibi paragraflar yüzünden anlamadıydınız… öyle sanıyorsunuz… Yanılıyorsunuz! 

Hatta sırf görün işte diye sizin isteğiniz üzerine bazı şeyleri de özellikle havada bıraktım şimdi şu yazımda…
Okuyucuyu da düşünmek lazımmış ya,
Bazı şeyleri de okuyucunun zekasına bırakmak gerekirmiş…
Hangi zeka?
Var tabi de zeka,
Kimde o zeka, hani nerde acaba?
Anladınız mı şimdi peki, anlatabilmiş miyim,
Kısa anlatayım ki, okunabilsin ve anlaşılabilsin, öyle mi?
Ben de uzun yazdım yine o halde, madem fıtık oluyormuş birisi
Bir de özet çıkarayım istersen, ne dersin...
Ah canım benim,
Daha o kadar çok yol var ki katedeceğin… 

Havada bırakıyorum şimdi yine işte, bağlantıyı siz kurun bakalım...
Çünkü hepsi zaten bir bütün, ve hepsi birbirine bağlı… birbiri ardınca sıralı ve doğru bir şekilde de tane tane akıp gidiyor. Az önce yazdıklarımla, az sonra yazacaklarım arasında, siz de peki şimdi görebildiniz mi bunu?
Bakalım kurabilecek misiniz bağlantıyı, görebilecek misiniz, anlayabilecek misiniz bunu da…
Eğer okuyacaksanız da, bunu yazanın zaten insanı çok seven, insana değer veren, ve her yaptığını insan için, hep daha iyisi olsun diye yapmakta olan biri olduğu bilinciyle,
ve aynen benim su katılmamış iyi niyetime eşdeğer bir iyiniyetle okursanız, size de ancak bu yardımcı olacaktır yazdıklarımı anlamanız için…
Yani sadece kendi iyiniyetiniz varsa ancak yazdıklarımı anlaya-da-bileceksinizdir. Niye yazdığımı ve niye böyle yazdığımı da…Yoksa ben uzun yazmışım, kısa yazmışım sizin için hiçbir şey farkettirmeyecektir. 

Hele de peşin hüküm ve bir önyargıyla başlarsanız, o kapılar hiç açılmayacaktır size yazılarımda. Böyle bir kilidi vardır çünkü kendine has. Hem gerçekten değerli ve doğru birşeyler anlatır, gerçekleri anlatır, hem de kendini de anlatır benim yazılarım. Benden kaynaklanmıyor, hayattan kaynaklanıyor, gerçeklerin derinliğinden… Ve tabii bir de, “bilgi”nin ve “sevgi”nin o çok kendine özgün özelliğinden… 

Ve tekrar hatırlatayım, herkesi ilgilendiren yazılardır benim yazdıklarım, öyle 1 kişiyi 3 kişiyi 5 kişiyi değil…
Şahsi değildir yani, toplumsaldır.
Ama şimdi bu yazım, sırf bu defaya özel… onlar kendi yazılarında beni şahsen hedef olarak kullandıkları için, ama aynı zamanda da, hani bana…
ortak bir kararla, ya da öteden beri de zaten burda öyle bir durum olduğu için belki,
ve bu da tam da burada öyle bir “sorun”un bulunduğunu da gösterdiği için besbelli, özellikle, kasten çok özel bir karşılama hazırlayan o 10-15 kişi var ya, kurtlar vadisi, pardon turplar vadisi çetesi, onlar için tabii…
Ama, şimdi şöyle bir okudum da yine tekrar tekrar, asıl onlara ithafen yazmış olmama rağmen bu yazımı,
Nalet olsun şu içimdeki insan sevgisine…
Bu bile herkes için, tüm insanların yararına, insanlık için olmuş yine… 

Varsın öyle olsun, aksi mümkün değil zaten
Hem burada şimdi asıl önemli olan şu:
Bu defa gerçek kadar, gerçek gibi sert,
Ve doğru kadar iyi, yalansız+riyasız+dolambaçsız = (dürüst+ mert) (cesur+yürekli)
Hak kadar, haktan ve haklıdan yana, hakça, güçlü ve asla aşınmayan, yılmayan, yorulmayan
Olduğu ve durduğu yerde zaten alnı ak, onurlu, dimdik ve ağır
Bir kayaya çarptınız arkadaşlar…
Oysa daha en başında bunu profilimde bile zaten yazmıştım.
Ve her yazdığım, özenle seçtiğim her kelimede bile olduğu gibi, onu da hiç laf olsun diye, düşünmeden, bilmeden, gerçekleri hesaba katmadan yazmamıştım.
Bunu dahi anlayamayanlar var ya bu ortamda…
Siz bana malzeme verin yeter ki
Ben onları öyle bir ilmek ilmek işlerim ki…
:))))
Kolay gelsin!! 


Filiz Alev
04.04.2011 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..