Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '14

 
Kategori
Çocuklar ve ilkler
 

Turşu çubukları

Turşu çubukları
 

Köprünün üstünden kucağımda oğlum geçiyorum. Korkulukların dibinde balıkçılar;

esmer olanı dudağının kenarına sigara sıkıştıranı oltasının ucuna yem takıyor; tahta bir kasanın üzerine oturmuş başında kasketi var, bacaklarının arasına aldığı yoğurt kabından minik parçalar alıyor parmaklarıyla, yavaşça geçirmeye çalışıyor oltanın iğnesine bir türlü denk getiremiyor. Diğer kasanın üzerine bırakıyor oltayı sertçe. Sigarasından bir nefes daha çekiyor ve kalanını yer atıyor, ayağını bir böceği ezer gibi döndüre döndüre bastırıyor üzerine. 

Başımı kaldırıyorum vapurun tiz düdüğüyle… Simit atıyorlar yolcular denize martılar vapurun peşinde, karınlarını doyurma telaşındalar. Oğlum inmek ister gibi kıpırdandıkça daha da ağırlaşıyor. Dayanamayıp indiriyorum. Hemen yandaki kovaya eğiliyor, parmaklarıyla iki balık sayıyor. Göz ucuyla bakıyorum kovaya… Oğlum balıkçıya merakla  “Ne zaman gelin sen buraya? ”diyor. Beyaz saçlı takkeli balıkçı oltasını atmış bekliyor. Boynunu bizimkinden yana çeviriyor, “Sen de büyüyünce avlarsın” diyor dingin sesiyle. Kahverengi kadife pantolonu yağ lekeleriyle dolu… “Balıkları elleyebilir miyim?” diyor balıkçıya. Balıkçı gözlerini evet der gibi kırpıyor. Oğlum hemen kovanın yanına çömeliyor. Ellerini dibinde su olan kovaya daldırıyor. İki balığı avcunun içine alıyor usulca. Bir tastan diğerine boşaltır gibi bir elinden diğerine boşaltıyor. “Bunları yiyecek misin?”  diyor başını yukarı dikerek. Balıkçı gülümsüyor, dudağının kenarındaki yara izi kırışıyor “Çok tutarsam belki…” diyor.  “Hadi yavrum” diyorum sıcak bir sesle… O da ellerini sudan çıkarıp bana uzatıyor sileyim diye. Siliyorum birkaç defa, burnuma götürüp kokluyorum parmaklarına balık kokusu sinmiş. Kaşlarımı çatıyorum ellerini bırakırken sonra hemen gülüyorum. Yere çömelip “Benim balıkçı oğlum” diyerek sarılıyorum sıkıca.

Yanımda ablam var. Sık dokulu, siyah Afgan şalına sarınmış. Ocak ayının ortasındayız. Sabah yumuşakça kar yağdı mahallelerine. Evleri orman manzaralı, mutfak camının önünde saatlerce oturup karın yağmasını izleyebilirim hiç bıkmadan… Bir kar küresinin içindeyim sanki… Ama İstanbul burası… Deniz kenarına inmeden İstiklal’ de, Tünel’ de, Beyoğlu’ nda yürümeden, Tophane’ ye gitmeden geri dönemem Ankara’ya… İstanbul işte… Hayallerimi süsleyen tek şehir… Biraz param olsa da ev alsam daha sık giderim dediğim yer... İstanbul’ da yürürken tarihi fotoğrafların içinde ilerliyorum sanki… Tünelin açılışında bando çalıyor bir yandan… Diğer yandan Babıali yokuşu…

Kayıkların yanına ulaştık. Yerler cıvık karla kaplı… Fesli aşçılar kayığın içinden balık ekmek uzatıyorlar, masalara servis yapan garsona… Bir yer buluyoruz kendimize. Üç yarım ekmek balık ve turşu suyu istiyoruz. Kar serpiştirmeye başlıyor, masaların üzeri şemsiyeyle kaplı… Balıkla turşu suyu çok iyi gidiyor. Suyun içinde çubuk çubuk doğranmış salatalık turşuları var. Oğlum yüzünü buruştura buruştura içiyor… Büyük bir balık parçasıyla küçük bir ekmek lokması uzatıyorum her defasında balığını bitirsin diye… Kar hızlanmadan metroya binmeliyiz. Son lokmalarımız ayakta attık ağzımıza. Oğlumun eline kalan ekmeğinin yarısını tutuşturuyorum. Ablam alıyor ekmeğin diğer yarısını eline.

Köprünün altına indik bu sefer… Sanki denizin üzerinde yürüyoruz. Vapur daha yakın şimdi… Yanımızda sıralı kafeler var… Bir dahaki sefere söz bira içeceğim içinizden birinde diyorum kendime… Martılara atıyor elinde tuttuğu yarım ekmeği ablam… O sırada oğlum martılara bakarken elindeki ekmeği yere düşürüyor. Yere eğiliyor ekmeği almak için ağzına götürürken yakalıyoruz elini. Ayaklarını yere vurarak çığlık atıyor “Ekmeği istiyorum, niye denize attınız” diyor. On dakika ağlıyor hiç ara vermeden… İstanbul’un sesini bastırıyor oğlumun yaygarası… Kucağıma alıyorum biraz sakinliyor. Anlımı kapatan saçları balık kokulu elleriyle arkaya itiyor. Boynuma sarılıyor. Yanakları hala ıslak, öpüyorum onları.

Metro girişine ulaştık. Yarın diyorum içimden yarın… Vapura binmeliyim… Ortaköy’ de kumpir yiyip karşıya Üsküdar’ a geçmeliyim. Kanaat Lokantası’nda tatlı yiyip Kuzguncuğa doğru ilerlemeliyim.  

 
Toplam blog
: 58
: 484
Kayıt tarihi
: 04.01.12
 
 

Kendinin farkında olmakla başlar herşey.  Akar giderken birşeyler insan tutunmak ister hayata. Bu..