Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '10

 
Kategori
Psikoloji
 

Tutsaklıktan özgürlüğe uzanan zorlu yol

Tutsaklıktan özgürlüğe uzanan zorlu yol
 

Görsel:Adnan Durmaz "Düş-sel"


İklimlerin birbirine karıştığı hissi veren bir bahar akşamıydı. Sabah pırıl, pırıl açan güneş tenini ısıtmış hatta terletmiş, öğle sonrası birden beliren fırtına ile gelen yoğun yağmur ise üşütmüş ve ıslatmıştı. Perçemleri, ter ve yağmur ıslaklığıyla ortadan ayrılmış eski tür ev perdeleri gibi alnına yapışmıştı. O hep dürüst ve değerleri için mücadeleye hazır olmaya kararlı görünen açık alnına…Dünya nimetlerine karşı tok gibi duran ince ve atletik bedenini selamlayan... 

Gün, akrep ve yelkovanın eskisine göre sanki daha hızlı aktığı, günboyu kesintisizce süren dijital enformasyon yağmurları altında sapla samanın sık, sık karıştığı günlerden biriydi… Süreksizlik, belirsizlik, gelip geçicilik ve kargaşanın hep egemen olduğu şimdiki zamanlarda bir gündü. 

“Ben kimim, yaşamda amacım ne?” şeklinde ontolojik (varoluşcu) soruların peşrevinde, doğası, kaynağı ve sınırlarıyla bilginin bilgisiyle yoğrulan (epistemolojik) kişiliği, bir insan olarak yapması gerekenler (etik) konusunda duyarlıydı. Ama varlığını ve bilincini üzerine kurmaya çalıştığı felsefenin bu üç dev sütunu da sanki o yağmurlarla ıslanmış, hem hâyâl dünyasını hem de benliğini geçici de olsa oldukça kaygan bir hale getirmişti. 

Günün yorgunluğu, zamanın muğlâklığıyla işbirliği içinde, açık tutmaya çalıştığı göz kapaklarını ikide bir aşağıya doğru kaydırıyordu. 

Zihninin derin arka planında dürüst, çalışkan, iyi niyetli, adil, insanları, doğayı ve tüm canlıları ayrımsız seven ve onlara hizmet etmeye çalışan bir insan olduğunu düşünüyordu. Bu özelliklere sahip bir insan olduğunu düşünmesinin dışında, objektif olarak o kimdi? İşte bunu tam olarak bilemiyordu! 

Birdenbire kendisini son derece lüks bir semtte, pahalı, güzel ve uyumlu eşyalarla döşenmiş bir evde buldu. Annesi ve arkadaşları misafirlik için gittikleri bu evden artık kalkmak üzereydiler… Annesine bir jest yaparak iş dönüşü almak için uğramış, nazik ev sahibesinin ısrarı karşısında içeri girerek kısa süreli klasik iltifat ve ikrama mazhar olmuştu. Nedense, annesi arkadaşlarıyla ayakta konuşa, konuşa kapı önüne çıkmış, o ise henüz toparlanamadığından evde tek başına kalmıştı. Garip bir şekilde tabaklarda kalan pastaları, bazı küçük ve değerli süs eşyalarını elindeki evrak çantasına doldururken buldu kendisini... Daha da garip olanı, misafirlerini uğurladıktan sonra içeri dönen nazik ev sahibesinin şaşkın ama kontrollü ve tepkisiz bakışlarının ağırlığını ve utancını da üzerinde hissediyor oluşuydu. Fakat, sanki ayaklarından görünmeyen zincirlerle zemine bağlanmış gibi oradan, bir şeycikler daha alıp çantasını tıka basa doldurmadan ayrılamıyordu! 

Evin içindeki steril hava da, ruh hali de kurşun gibi ağırlaşmıştı… Ve o ağırlık hem geçmişini hem de geleceğe dair ideallerini ezdikçe eziyordu. 

O misafir evi, o an, sanki lüks bir hapishaneye dönüşmüştü. Dışarıya çıkması gerektiğini biliyor ama çıkamıyordu. Oraya girerken hiç planlamadığı, asla düşünemeyeceği bir şekilde küçük, göz alıcı, kullanım değeri düşük ama pahalı eşyacıklarla tatlı, tuzlu ve şişmanlatıcı bazı şeyler utandırıcı bir şekilde onu orada tutuyordu! 

Anlamını, önemini ve etkinliğini yitirdiği halde sırf parası için, ruhsuzca, asalak gibi bir mesleği, işi, hatta hayatı ısrarla sürdürürcesine… 

Kendi ihtiyacı olmadığı hatta beğenmediği halde, sırf başkalarının gözünde değer kazanır diye bir şeyleri alıp biriktirirken yaşanan çaresizlik gibi… 

Değerleri uğruna, idealleri için yola çıkıp başlangıçta hiç düşünmediği sapa yollara girip çıkmaktan bitap düşmüş ürkek ve şaşkın bir yolcu gibi… 

Kan ter içinde kalmıştı. Kıvırdığı kollarını yastık yaparak masa üstünde daldığı bu kısa uykudan uyandığında gördüğü bu rüya onu çok sarmıştı. 

İçinde yaşadığı hapishaneyi işte asıl bu sarsıntı üzerine net olarak hissetmişti. 

Sahip olduğunu düşündüğü özellikler dışında o gerçekte kimdi? Kendini farklı sansa da, o, aslında bir tutsaktı. Yaşadığı çağın, küçük ve geçici şeylerin sahipliğiyle belirginleşen -rüyada su yüzüne çıkan- mülkiyet duygusunun, kâh süre giden kâh dayatılan yaşam tarzının tutsağı! 

Şimdi anlıyordu ki; pek de farkında olmadan seçtiği, dayayıp döşediği, ışıklandırıp pırıl pırıl yaptığı özel hücresinin kapısını bile o kilitlemişti kendi üzerine… Görsel olarak sürekli yenilenirken ruh olarak değişmemek için hep direnen, sürekli büyüyen, her koşulda kendini yeniden var eden o dev hapishanenin özel hücresinde… 

Sarsıldı ve anladı! Önce hücresinden, sonra da o genel hapishaneden çıkmalıydı. 

Tüm o göz alıcı konforuna ve sunduğu tatlı ve yumuşak tembelliğe sırt çevirmeliydi. Kendi anlam dünyasını yeniden kurarak, cesaretini ve direncini yeniden bileyerek ve hep diri tutarak sırt dönmeliydi! 

O, artık bir savaşçı olma yoluna girecekti... Kendi özgürlüğünün bilinçli savaşçısı… 

Zorlu, uzun ve yıpratıcı ama ona kendisini yeniden ve özgürce armağan edebilecek bir savaşın yeni savaşçısı… 

İnsan gerçek olmalı, rüya görebilmek için... 

İ.Ersin KABAOĞLU,  

1 Haziran 2010, Ankara 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..