Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tütün sevdam

Altı yaslarındayken köye gitmeye bayılırdım. Sabahları horozlara sinirlenerek uyanmayı, büyük ninemin beni bastonuyla kovalaması, hep renk cümbüşü içerisinde hafizamda duruyor.

Kovaladığım civcivler, sakalını çektiğim keçiler, yolun ortasında saatlerce duran inatçı eşeğimiz, tütün tarlalarının mayhoş katran kokusu...

O yaşlarda basladı bende bu tütün hastalığı. Garip gelecek belki ama çocuk iken mütemadiyen sorulan sorulardan bazıları vardır: İşte efendim büyünce ne olacaksın, büyüyünce ne yapmak istersin diye. Bense hep zıtlıklarla yoğrulmuş bir çocuk olarak bir bakan edasıyla bu sorulara bilmiş, bilmiş ama büyük bir aptallıkla cevap verirdim. “Büyünce Tır şöförü olucam, ve sigara içip dövme yaptırıcam.” O yaşınla sigaradan ne anlarsın demeyin; olay söyle başladı.

Babaannemin ilmihal kitabında anlatılan cehennem tasvirlerini andıran yaz sicaklarında köye her gidişim tütün tarlaları içindi. Tütün fidanlarının boyu o kadar uzun ki, büyüklerimiz bile tarlanın içinde biribirilerini zorlukla buluyorlardı. Ekimi zordur, toplaması cabası, ama ben hep hayranlıkla her devresini izledim. Ninem elinde deleç ile (bizim oralarda toprakta delik açmak için kullanılır, toprağa ekilecek fidan için delik açılır) dizeyi bacaklarının arasına almış önden gider, arkasından ise dedem elindeki fidanları açılan çukurlara yerleştirir, arkasından gelen ben fidanların dibini toprakla örter ve su dökerdim. Kusursuz işleyen bir sistem. Ekim tamamlandıktan sonra belli aralıklarla tütün tarlası sulanır ve yaz sonuna kadar yaprakların serilmesi beklenir. Nihayet fidanlar boyu aştığında sabahın ilk ışıklarıyla yüzümü bile yıkamadan yataktan firlayışımı hatırlarım, normal zamanlarda küfür ettiğim horozun kart sesi en güzel melodi gibidir.

ĺçilen taze süt ve tereyağlı ekmeğim elimde tarlaya doğru yola koyuluruz. Őnümüzde bir deniz gibi tütünler. İnanılmaz güzel bir görüntü. İlk önce dip yaprakları toplanır, sol elinle fidanı tutarsın sağ elinle ise seri bir şekilde yaprakları üst üste pastallayarak toplarsın. Deste deste toplanır, en çok sevdiğim olayı ise ellerime birikmiş olan simsiyah katran, ellerimi yıkamaya kıyamazdım dakikalarca sırf ellerim katran olsun diye oradan buradan düzeni bozarak yaprakları toplardım ninemin bağırışlarına aldırmadan.

Büyü öğlen yemeği çığlıklarıyla son bulurdu. Ninem nasırlaşmış elleriyle o mis görüntülü kaymak tereyağını çıkınından çıkarıp, buram buram kokan kül ekmeğine (mısır unu yoğurulduktan sonra bahçelerde bulunan ateş kuyucuklarında üzeri külle kapatılarak pişirilirdi) sürerdi, yazınca bile ağzım sulandı, sanki elimi uzatsam bu kül ekmeği yazdığım yerde bir lokma tadımlık alacakmışım gibi.

Neyse yemek faslından sonra tarlaya yardıma gelen komşular işçiler tekrar işlerinin başına dönerler. Canım ninem bir sultan edasıyla sofrayı toplar, kırıntıları basılmayacak bir yere silkeler, Allah’a karnımızı doyurduğu için ellerini gökyüzüne açıp şükreder ve evden getirmiş olduğu, gölgede beklettiği çıkınlara sarılı güğümden insanları bir bir dolaşıp soğuk limonata dağıtırdı. Limonata kokusu ilk etapta o kadar boğucu dağılır ki etrafa, genzini yakar insanın katran dalgalarıyla çakışırken. Kadınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta, kadınlar günlük köy dedikoduları yaparken erkekler ise üstü kapalı güya benim anlamadığım müstehcen espriler yaparlardı. Benden daha büyük olan diğer akraba çocukları sağda solda bıldırcın kovalamakla meşgul iken ben de tarlanın ortasında büyüklerle ne yapıyorum katran kokusu içinde diye hiç merak etmezdim. Öğlen yemeğinden bir saat sonra tam güneşin tepe vakti sıcaktan dolayi toplama bırakılır ve sepetlere yerleştirilir desteler halinde. Sepetlerde eşeklere yüklenir, kadınlar önden giderler -ki yemeği hazırlasınlar, etrafi toplasınlar diye. Erkekler arkadan eşeklerle birlikte dönerler. Gidişte farkına bile varmadığım patika dönüşte gözümde öyle büyürdi ki, “bırakın beni burada öleyim” diyesim gelirdi. Hele ki dedemin biricik eşeğinin her gün aynı yerde, güneşin alnında inatla durması kımıldamadan beni iyiden iyiye dellendirirdi, bir o kadar da sevindirirdi. Cünkü dedem hemen gölgeye çekilir, tütün tablasını açar ve geçen yılki mahsulü olan tütün parçacıklarını ovuşturur koklar, daha sonra da tablanın hemen kapağında sıkıştırılmış olan kağıdı çıkarır büyük bir özen ve sabırla sarardı. İnanmayacaksınız ama, bu hayatımın belki de en güzel anlarıydı. Dedemi öyle görünce saatler geçmesin, ben hiç büyümeyeyim, dersler olmasın, ben hep orada o şekilde kalayım isterdim. Ve büyünce yapacaklarımın arasına yeni bir hedef girmişti, sigaramı kendim saracağım ..)))) Benim için o kadar ilahi bir görevdi ki sigara sarmak, ifade edecek kelimeler bile aklıma gelmiyor.

Akşam eve vardıktan sonra tütünlerin kindap ipi dediğimiz iplere dizelenmesiyle devam ediyordu. Kocaman iğneye benzeyen şişlere geçirilir, şişin dibindeki kindapa sıralanır ve kurutma seralarına asılırdı. Seraların içinde asılmış dize dize tütünler, kururken bıraktıkları o nefis koku, ahhhhhh ne diyebilirim ki, insanlar çimenlere uzanıp gözyüzünü seyretmeye bayılırken ben seralara uzanır başım dönene kadar asılı tütünleri seyrederdim. Sonra dedem gelip beni zorla dişarı çıkarır, zehirleneceğimi söylerdi. Ninemlerin süt ve yoğurt kokulu evlerinde sabahlara kadar sigaramı kendim saracağım yaşa gelmek için dua ederdim.

Yatağımın hemen yanında sedire oturmuş iki yaşlı dedenin sigara içen silüetleri resmedilmişti, hemen onun üstünde -hangi savaştan kalma olduğunu bilmediğim- eski bir tüfek vardı. Karşımda babaannemin geçen yıl hediye olarak göndermiş olduğu guguklu saat, (ama guguk kuşu nedense hiç ötmezdi) vakti zamanında Türkiye'ye gitmiş olan dedemin oradan almış olduğu 1979 yılına ait olan üzerinde Mekke'nin resminin olduğu bir takvim ve etrafinda anlamadığım bir sürü yazıya benzer şekiller vardı. Süt kokusuna eşlik eden gül suyu kokusu camdan içeriye esen rüzgarla gelen tütün kokusu beni resmen sarhoş ederdi. O kadar değişik bir ambiyans ve kurgu içerisindeydim ki, ellerimi yıkamış olduğum halde sinmis olan tütün kokusunu koklamaktan geri kalmıyordum. Tırnaklarımın arasında kalmış olanın tadına bakardım, acı acı gelirdi dilime, tiksintiyle karışık bir hayranlık seli başlardı içimde. Büyüyünce, büyüyünce, büyüyünce derdim. Yıllar geçti hala hatırımdadır. Bu kadar kısa değil elbet tutkumun tarifi, ama tadını kaçırmamak gerek. Artık büyüdüm, kocaman bir kız olduğumu söylerler.)))

Sigara içiyorum, severek içiyorum, “lanet olsun, bu mereti bir gün bırakacağım” demiyorum, sağlığım elbette önemli biliyorum ama, tutkum benim yaşam bağlarımdan biri, buna el atılsın istemiyorum. Her sigara arasında dedemin sardığı sigaralar gelir aklıma, içime dumanını çektikçe çocukluğuma döner gibi olurum. Beş dakikalık bir sigara molası bana bu kadar zevk veriyor iken açıkçası ondan şimdilik vazgeçmek istemiyorum.

Her seyden önemlisi; böyle bir dünyada yaşar iken kısacık dumanlı bir kurtuluş benim için fazla olmasa gerek.

Ben biliyorum ki: İçime çektiğim her nefeste aslında dumanını değil, çocukluğumun o katran kokulu, limon aromali, TÜTÜN aşklarımı çekiyorum....

(yazı tarihi 2000 - hala sigara içiyorum)
 
Toplam blog
: 18
: 280
Kayıt tarihi
: 07.05.09
 
 

Kedileri, bisküvili pastayı, pazar günlerini uyuyarak geçirmeyi çok severim. Yeni ayakkabı kokusu..