Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tuzluk mevsimi geçti mi ne?

Tuzluk mevsimi geçti mi ne?
 

Çocukluğumda yaz tatillerini köyde geçirme imkânı olan şanslı kişilerden biriydim. Yarım asır öncesinin köy şartlarını düşününce, şehir yaşamıyla aradaki farkı tahmin edebilirsiniz sanırım.

Meselâ o zaman bizim köyde elektrik yoktu. Çoğu insanın bugün nostaljik bir gözle bakıp seyrettiği gaz lambası ve kandil, benim bizzat kullandığım aydınlatma araçları arasında yer alıyordu.

Evin önünde çeşmeden su da akmıyordu. Annemler içme suyunu 10 dakikalık mesafedeki dağın yamacından fışkıran pınardan, kullanma suyunu ise aksi istikamette 10 dakika yürüyerek ulaşılan dereden, sırtlarında güğümlerle taşıyorlardı.

Her şey o kadar ilkel ve o kadar doğaldı ki, yiyecek ekmeğimiz, kendi tarlamızda yetişen mısır ve buğdayın, değirmende öğütülerek un haline getirilmesi ve 10-15 günlük periyotlarla yakılan fırında pişirilmesiyle elde ediliyordu.

Giyeceklerin büyük bölümü de, yine kendi ektiğimiz ketenlerden önce iplik yapılması, ipliklerin dokunarak bez haline getirilmesi, sonra da elde veya makinede dikilmesiyle temin ediliyordu.

O günlerden bugünlere, aradaki farkı bir gelişme olarak mı, değişme olarak mı, geriye gidiş mi olarak mı algılamalıyım, doğrusu bu soruyu cevaplıyamıyorum. Çünkü her şeyi kendi üretip sıfırdan imal eden bir köylü yerine bugün, her şeyini çarşıdan pazardan alıp, tüketen bir köylü var.

Üretimimiz nasıl artıyor, bu kadar millete nasıl yetiyor, onu da pek anlamış değilim.

Aslında bu anlattıklarım çerçevesinde köy hayatı yaşamış olmayı bir şans olarak kabul etmek zor. Ancak bunun yanında şimdiki şehir çocuklarının tadamadığı öyle lezzetler tatmıştım ki... Siz meyveleri kendi ağacına çıkıp toplayarak yemenin zevkini bilir misiniz?

Bugün tek tük orda burda kalmış erik ağaçlarını saymazsanız, şehir çocuklarının dalından toplayabildikleri hiçbir meyve yoktur. Dalını, yaprağını, çiçeğini tanıdıkları da ağaç da yoktur. İşte ben bunları tattım, yaşadım, gördüm. Kendimi şanslı saymamın sebebi budur.

Çıplak ayakla toprağa basmanın öyle anlatılmaz bir tadı vardır ki... Şimdi uzmanlardan bunun ne kadar faydalı bir şey olduğunu öğreniyoruz.

Köy var, köy var. Köyden köye fark da var. Bizim köyümüz ormanın yamacında kuruluydu. Nedense ormana "dağ" denirdi. Coğrafya dersinde dağları öğrenirken ben ormanlardan bahsediyoruz zannederdim. Meğersem gerçek dağ çıplak kayalardan oluşurmuş.

Bizim dağlarımızda çeşit çeşit ağaçlar vardı. Dağ çilekleri vardı, al al... Nefis kokusu ve tadı hâlâ damağımdadır. Ve tuzluklar vardı, siyaha yakın, koyu lacivert renkte, küçücük küçücük yemişler...

Bu mevsimde olurdu tuzluklar... Temmuz ayında... Bugün temmuzun sonu ya, tuzlukları hatırladım. Şöyle bir düşündüm de köyde olup da şehirde olmayan başka bir şey hatırlamıyorum. Bir daha göremedim o tuzlukları...

Daha da acısı, son yıllarda gittiğim köyde de bulamadım. Nesli mi tükendi, ben mi rastlayamadım bilemiyorum.

Tuzluklar tane tane toplanmaz. Yoğun olduğu dallar kırılır ve bir yemiş buketi şeklinde kucakta toplanır. Sonra oturulur bir ağaç gölgesine, bir yandan konuşulur bir yandan yenir. Buruk, ama kendine has güzel ve değişik bir tadı vardır.

Bence şimdi artık köyün özlenecek başka bir şeyi yok. Elektriği var, suyu var... şehir gibi... Ama buz gibi duru suları olan pınarları yok. O içilen berrak su yerine de dereden maalesef lağım akıyor.

Tarlaları, bahçeleri de insanlar ekip biçmiyorlar. Evinin önünde kırmızı bir domates, yeşil bir biber, mor bir patlıcan görüntüsü oluşmasından zevk alan bile kalmamış.

Varsa yoksa fındık yapmışlar her tarafa... Bir yıl boyu yat, fındığı topla ve parayı kap... Kolay para kazanmanın yolunu onlar da bulmuşlar...

Ben bu kadar yıl aradan sonra damağımdaki tuzluk tadını arıyorum. Onlar sanırım tuzluğun adını bile unutmuşlar...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..