Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '08

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Uç, uç böceğim

“Annem sana terlik pabuç alacak… alacak”

Çocukken bulduğumuz uğur böceklerine söylerdik… Uğur böceği elindeyken, bu şarkıyı söylerken uçarsa şans getirir diye inanırdık… Buna İNANIRDIK… ( İtiraf : Hala bir uğur böceği bulduğumda müthiş bir sevinçle aynısını yaparım… Oğlum yanımdaysa O’na da söyletirim. Değilse, kimse duymasın diye sessizce söylerim. E, yaş kemale erdi artık. İçinde çocuğunu, çocukluğunu barındırmayanlardan korkarım ben.)

Ve çocukluğunda buna inanmış dostlar arasında, çok özel bir hafta sonu geçirdik.

Yorgunluğunu yeni yeni atan blog-daşlardan yorumlar gelir yavaş yavaş…

İnönü’deydik…

Gittik, gördük, uçtuk geldik…

Sevgili Pirmete Abimiz, Hatiice, Firuze, ben ve kendimle Ankara’dan güle oynaya başlayan yolculuğumuz, Asiyazar, Adem bey ve Arif Öğütçü’nün de konvoya katılmasıyla zenginleşti. Afyon patlatan ilk çay molamızda, Nezom’un kulaklarını çınlattık. Çıtayı yüksek tutmuş geçen sene, yol için leziz sandviçler hazırlamış. Konuyu kadın erkek eşitliğine getirerek sıyrılmaya çalışsam da olmadı… Neyse ki Pazar sabahı Asi Bey’i tavlada yenerek intikamımı almış oldum.

“Ben” rahat durmadı bu arada “kendim” ile sürekli çekişme de… Çok çocukken uçmuş olmasına rağmen “ben” korkuyor uçmaktan… O, temkinli tarafı aklımın. “kendim” deli çılgın “geldiysen taa buralara kadar kanatlanmadan dönme” diye ikna etmeye çalışıyor beni. Yol-daşlarımıza bahsetmiyoruz bu konudan…

THK İnönü tesislerinde, Sayın Talip Bölükbaşı, O’nun güleryüzlü, konuksever çalışma arkadaşları ve elbette kampa bizden önce ulaşan blog-daşlarımız karşılıyorlar bizi…

Bir tatlı kaşığı bal sohbetten sonra, odalarımıza yerleşip, ünlü “efsane” için yemekhanenin yolunu tutuyoruz. Farkında değilim, bizler yemekhaneye girerken sırada bekleyen pırıl pırıl gençlerin sırasını aldığımızın. Sonradan anlıyorum. “Ben” de “kendim” de üzülüyor buna. Sıraya girebilirdik. Madem biz de ev sahibiydik…

Nihayet pist başındayız…” Ben” ayak diriyor gelmemek için, ama ipler “kendim” de. Grubumuz hevesle gidiyor pist başına… Başımızda THK şapkaları…

Ve nihayet planörün yanındayım. “ben” sessiz, içinden “ayol plastik bunun her yanı diyor”, “kendim” heyecanlı. “gözü görmüyor, etrafındakileri…” Yüzlerini fark etmiyor. Oysa ne çok sever insanları inceleyip onlar için hikayeler yazmayı… O, yemekte sırasını aldığımız kursiyer gençler var ya, canla, başla ve hızla önce paraşüt olduğunu düşündüğüm bağlantıyı giydiriyorlar bana, sonra da halatı takıyorlar planöre… Sonra planörün birkaç metre ilerisinde hizaya geçerek kalkış sırasında selam veriyorlar uçaktakilere ciddiyetle… Ben ne anlarım ciddiyetten el sallıyorum gülerek, bir kaçı karşılık veriyor. Kusura bakmayın çocuklar sıranızı aldık. Hem yemekte, hem uçmakta… Misafir duyarsızlığı deyin, uçma hevesi deyin… Parlamaya, devam edin…

Havadayız.

Nasıl anlatabilirim ki duygularımı? Ben bunca zaman uçmadan nasıl yaşadım? Ee, bundan sonra nasıl yaşarım? O özgürlük duygusu, o hakimiyet duygusu, o bulutlara değme arzusu… Nasıl anlatılabilir ki? “Ben” bile neşeleniyor iyiden iyiye… “Kendim” geçmiş zaten kendinden… İnmek istemiyor hiç yere… Mecburen iniyoruz… Diğerlerinde (yelken kanat, AN-2 ve tandem) de benzer duyguları yaşıyor “kendim”, “ben”se değişiyor giderek tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi. Mutlu. “kendimden” önce davranarak akrobasi uçuşu için edepsizlik yapıyor. Nihayet yine havadayız. “ben”de, “kendim de, pilotumuza güveniyoruz… Referans mangal partisinde Talip Bey’den nasıl olsa…

Planörün durakaldığı o an… Ne indiği, ne çıktığı. Durakalmak denilebilir ancak, o ana… Dünyaya tersten bakarken, gözlerimi kapatıyorum… Oğlum geliyor aklıma, sevdiklerim, seveceklerim… Annen çoook mutlu kuzum… Kendini uzun zamandır ilk defa evinde hissediyor. ( demek ki dünyaya tersten bakmalıymışım bu güne kadar “benim ve kendimin” oraya ve birbirlerine ait hissetmesi için. ) Sevgili pilotumuzun “iyi misiniz” diyen sesiyle açıyorum gözlerimi. “ben” de “kendim” de bağırıyorlar bir ağızdan “müthiiiiş”…

Bütün güzellikler çabuk biter maalesef. “Bu kadar yeter sana” diyor pilotumuz. İniyoruz. Neden öyle dediğini birkaç saat sonra başlayan bel ağrısıyla anlıyorum.

Müze gezisinden sonra, vedalaşıp yola koyuluyoruz. “ben” üzgün biraz. Geç açıldı tabii… “kendim” gerçekçi… “güzeldi, bitti” diyor.

Dostlar arasındaydık bu hafta sonu… Konuğu ve ev sahibiyle… Hepinize teşekkür ederim. İyi ki oradaydınız. İyi ki “ben” i dinlemedim de gittim. “Kendim”le orada barıştılar, sizlerin huzurunda… Gurur duydum onlarla…

Geç bulup, yitirmekten korktuğumuz dostlar…

Paylaşmanın mutluluk olduğu dostlar…

Seneye var mısınız yine?

NOT: Evde. Bir ılık duş, bir ağrı kesici, bir bardak süt… Uykuya dalıyorum.

Rüyada ( elbette ) uçtuğumu görüyorum.

Anneme söylesem, terlik pabuç alır mı acaba bana?

Bitti.

 
Toplam blog
: 3
: 551
Kayıt tarihi
: 31.12.07
 
 

1971, Kayseri doğumluyum. Yakışıklı bir oğlum var 6 yaşında... ARAGON düşüncelerimize çeki- d..