Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '09

 
Kategori
Futbol
 

Üç büyükten iki büyüğe doğru mu?

Üç büyükten iki büyüğe doğru mu?
 

Beşiktaş başkanı Sn. Demirören'in geçtiğimiz senenin son günlerinde sarf ettiği “iki takımlı bir lig yaratılmaya çalışıldığı” yönündeki sözlerinin bir diğer okuması “Türkiye'de iki büyük takım olduğu gerçeği”dir.

Bu sözler anlamlıdır ve üzerinde düşünülmesi, altının kalın çizgilerle çizilmesi gerekir.

Üç büyükler kavramı futbolumuzun içine yerleşmiş çok önemli bir tarihselliktir. Aslında kimse bu tarihsel gerçeği değiştiremez. Ancak konuya farklı bir bakış açısı getirerek tartışabiliriz.

Profesyonel ligin kurulmasından oldukça zaman sonra Trabzonspor'un da aldığı başarılı sonuçlar ve şampiyonluklarla dördüncü büyük olarak ismi anılmaya başladı.

Bu dört takımın bugün geldiği nokta neresidir?

Hala dört büyükten ve hatta Sn. Demirören'i bile rahatsız eden üç büyükten söz etmek mümkün müdür?

Çok kısa yoldan söylemek gerekirse, Beşiktaş bugün hala büyük bir kulüp olarak ayakta durabiliyorsa taraftarı ve mazisi sayesindedir. Beşiktaş özellikle son beş yıl içinde çok ciddi “zihniyet” erozyonuna uğradı.

Ancak kulüpleri sadece tarihleri büyük yapmaz. Büyük duruşlar sergilemesi beklenir. Beşiktaş son yıllarda bu duruş yeteneğini kaybetmiş gözüküyor.

Beşiktaş'ı bugünlere getiren sürecin köşe başlarında ne var peki?

Beşiktaş 100. yılında büyük bir başarıya imza atarak şampiyon olduktan altı ay sonra İstanbul'da oynadığı ve 4-1 kaybettiği bir Samsunspor maçıyla hala atlatamadığı bir travma yaşamış ve o günden sonra da kendine gelememiştir.

Beşiktaş'ın başında o gün teknik direktör olarak bulunan Lucescu neredeyse bütün Türkiye'yi kendi şampiyonluğunu çalan hırsızlar topluluğu olarak suçlamış, Beşiktaş yönetimi de bu adama çıkıp "yahu sen ne diyorsun?" diyememiştir. O sene Beşiktaş'ın hakem hataları sorunu yaşamadığını iddia etmeyeceğiz.

Fenerbahçe'nin 1997 yılından itibaren altı yedi yıl hakemlerden şikâyeti sırasında Beşiktaş hep suskun kalmayı sürdürmüştür. Kuşkusuz bu yıllar Beşiktaş'ın tarihinde en parlak yıllarını yaşadığı Süleyman Seba dönemine denk gelmiştir. Beşiktaş'ın ortalığı ayağa kaldıran bu feryadının Seba döneminin sonrasına rastlaması da ayrıca anlamlıdır.

O sene kaybedilen şampiyonluk sonrasında Sn. Serdar Bilgili'nin yerine gelen Sn. Demirören'in, Fenerbahçe'yi hedef alan, tek rakibinin (hatta savaşımının – savaş varsa ortada bir düşmanlık vardır) Fenerbahçe olduğu yönündeki açıklamaları;

"Kupayı biz alalım, şampiyon Galatasaray olsun" tarzında bütün Beşiktaş taraftarını titreten yorumları, Beşiktaş'ın zihniyetini hızla küçülmüştür.

Bu dönem Fenerbahçe'den Beşiktaş’a transfer olan futbolcu sayısında da büyük bir artışın olduğu bir zaman dilimidir.

- Mustafa Doğan
- Ali Güneş
- Murat Şahin
- Mert Nobre
- Mehmet Yozgatlı
- Rüştü Reçber

İsmini bir çırpıda yazacağız futbolculardır. Beşiktaş’ın aklında hala Fenerbahçe’de oynayan futbolcular vardır.

O günlerde herkes şaka da olsa Sn. Demirören'den Sn. Ali Şen'i ve Sn. Ömer Çavuşoğlu'nu da Beşiktaş'a transfer etmesini beklemekteydi.

Sn. Demirören'in Fenerbahçe’nin ligde yabancı futbolcu sayısının arttırılması yönündeki mücadelesi karşısında tutunduğu tavır:

"Altı oyuncu neyinize yetmiyor?" Olmuştur.

Fenerbahçe ile tek başına savaşacağını ilan eden Sn. Demirören'in yaptığı yanlış transferler ve anlaşmalar sonrasında Beşiktaş'ı milyonlarca dolar borç yükünün altına sokup, Rıza Çalımbay'ı takımın başına getirmek için Real Madrid'in “efsane” olmuş teknik direktörü Del Bosque'yi sepetleyip, 8.5 milyon euro'luk ceza ile karşılaşınca da olayı "milli dava" haline getirmeye çalışması da tarihe ayrıca not edilmiştir.

Aynı zaman diliminde Sn. Demirören'in "benim Beşiktaş'tan 35 milyon dolar alacağım var" diye kulübe temlik koymayı sürdürmesi de çok ilginç bir rastlantı olmuştur.

Bir borç nasıl oluşur?

Beşiktaş’ın yanlış transfer politikaları yüzünden içine girdiği borç yükünün sorumluluğu o kulübü yönetene sorulmamalı mıdır?

Sn. Demirören'in geçen sene yine bir hakem hatası sonrasında yöneticilerinin televizyon kameraları önüne geçip PAF takımı ile sahaya çıkacaklarını ilan ettikten sonra taraftarına maçlara gelmemelerini söylemelerine izin vermesi ve sonra da sanki bu sözler hiç söylenmemiş gibi maçlara çıkılması çok ciddi bir yöneticilik hatasıydı.

Beşiktaş bugün Fenerbahçe’nin on yıl, hatta yirmi yıl önce yaptığı şeyleri yapmakta, onun bastığı ayak izlerini takip etmektedir.

Beşiktaş’ın Ertuğrul Sağlam dönemine son vererek, Denizli’yi takımın başına getirmesi bir hatanın dördüncü kere tekrar etmesinden başka bir şey değildir.

Del Bosque’yi gönderilip, Rıza Çalımbay takımın başına getirilirken bir hata yapıldı.

Sonra Rıza Çalımbay gönderildi (ki bence hiç gelmemeliydi) Tigana geldi;

Tigana gönderildi; Ertuğrul Sağlam geldi;

Ve sonuncusu…

Ve bu dört hata beş yıllık dönem içine sığdırılmış oldu.

Beşiktaş’ın büyüklüğünü konuşmaya benim yaşım da yetmez; kalemim de… Ancak zihniyet değişikliği konusunda dilim döndüğünce bir iki laf edebilirim diye düşünüyorum.

Son Galatasaray – Beşiktaş maçında Sn. Demirören’in maçı izlerken ve maçtan sonra yaptıkları bütün spor kamuoyunun ilgisini çekmiştir. Demirören’in gönülden ve çok samimi, büyük bir Beşiktaşlı olduğunu görebiliyorum. Ancak bazen tutkularımız ve kontrolsüz heyecanımız sevdiğimiz şeye zarar da verebilir.

Beşiktaş’ın üç büyük içinde giderek ikinci plana düşmesinin gerisinde yine kendi içinde olan bu olaylar vardır diye düşünüyorum.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..