Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '10

 
Kategori
Kitap
 

Üç karanfil

II. Karanfil Hüseyin Alacatlı: 

Ben 1987’de Ankara’ya gittiğimde ilk tanıştığım üç şairden biri… Diğerleri Mustafa Muharrem Tüfekçi ve İsmail Karakurt. Onlar bana, ben de onlara şiirlerimizi okurduk. Eksikler, fazlalar bulur, eleştirirdik. Bir gün bir şiirimin içinde iki ya da üç dizeden oluşan kısa bir bölüm daha önce Kemal Karabulut tarafından kullanıldığını Hüseyin veya İsmail’den öğrendim. Hangisi olduğunu şu an hatırlamıyorum. Üzüntüyle şiirin tamamını yok ettim. Bu arada Kemal Karabulut’u da tanımış oldum. 

Hüseyin’in ölümünü basından uzak kaldığım için uzun süre duymadım. Bursa’ya 2005 te gelip, 2007 yılında internetle tanışınca öğrendim. Bir süre bu şoku üzerimden atamadan, bu defa da Nazir’in ölümünü öğrendim. 

Bir gün Emirhan’da Cevat Akkanat’la sohbet ederken konu Hüseyin ve Nazir’in ölümüne odaklandı. Hüseyin’in şaibeli ölümü beni çok huzursuz ediyordu. İntihar söylentileri beynimi kemiren kurtlara dönüşmüştü. Cevat’ın “Evde kimse yokmuş, şofben den zehirlenmiş ve banyoda ölü bulunmuş.” Demesi rahat bir nefes aldırdı. Çünkü Hüseyin gibi dinine bağlı bir insanın intihar girişimi beni hem sarsıyor hem de inanmak istemiyordum. Bu demekti ki ölüm bir kazaydı. Çünkü birçok tanıdık, tanımadık şofben zehirlenmesi yaşamış, kimi vefat etmiş, kimi kurtulmuştu. 

Evet, sen Hüseyin hem Alacatlı, hem de “Alacaklı”sın Cevat’ın dediği gibi. Biz de üstümüze düşeni Allah fırsat verdikçe yapmaya devam edeceğiz. 

Av mevsimi başladığı gün “kurşundan harfleri”ni avlanacağımız hayvanlara kullanacağımızdan şüphen olmasın. 

Hüseyin, Erzincan’da başlayan yolculuğuna birçok il ilçede sürdürerek ilköğretim seviyesine geliyor. Ağrı’da başladığı öğrenimi Ankara, Van, İstanbul’da orta öğrenim bitiyor ve Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile yeniden Ankara… 1989’da mezuniyet ve Isparta… Sonra askerlik için İstanbul ve Araştırma Görevliliği için Erzurum… İnce dostluklar kalın çalışmalar… 1994 yılında “Behçet Necatigil’in Radyo Oyunları” adlı yüksek lisans çalışması. “1886–1901 Arası Türk Hikâyesi Yapı ve Tema Hususiyetleri” adlı doktora çalışması. Şerif Aktaş editörlüğünde ilköğretim 6–7–8. sınıflar Türkçe kitabı komisyonunda çalışması. Muhayyelât-ı Aziz Efendi, Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdene Hanım ve Esaret, Nabizâde Nâzım’ın Zehra, Recaizâde Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası yayına hazırladığı çalışmalar. 1987’den itibaren şiirleri Dergâh, İlkyaz, Ya-Ba, Milli Eğitim, Palandöken Sanat Edebiyat, Hece, Karçiçeği, Taşra, Varide adlı dergilerde yayınlanıyor. 

Hüseyin Alacatlı’nın bu kitapta yer alan yapıtları üzerine birkaç şey söylemek iyi olur, sanıyorum. Alacatlı “Arayınca Bulunan” adlı denemesinde rüya ile gerçek karşılaştırması yaparak insanın kendisini ve yaşadığı ortamı ne kadar tanıdığına dikkat çekiyor. Acaba rüya gördüğümüzü söylediğimiz o an mı gerçek, yoksa rüya dışı yaşadığımız o an mı? İnsan bedeninden sıyrılıp, kendisini seyrederken et ve kemik olan, üzeri insana özgü deri ile kaplanan şeklinden ayrılmıyor. O şekil et ve kemik olmadan ben olan “ruh” dediğimiz olgunun şeklinde de bulunmakta. Ölüm ve rüya üstümüzdeki beden denen elbiseyi soyunmak demek değil mi? Hangisi gerçek? Gündüz uyumadan yaşadıklarımız mı, yoksa gerçekle geçici yüzleşme olan rüya olgusu mu? 

Bir çatışma halindeyiz; çünkü nefis ve irade denilen olgulara sahibiz. Biri sonsuz isteklerde bulunuyor, diğeri bunları gerekli / gereksiz diye ayırıyor. Bu ayrımın doğru ve yönlendirilmiş olanına yetenek deniyor diye düşünüyorum. Şiir denilen olgu da, bir kelime seçkisi uygunluk imalı olsa gerek. Gerçekle yüzleşerek, içimizdeki özgür varlığı fark etmenin huzursuzluğu bizi farklılaştıran şey değil mi? İşte buna kişilik çatışması diyoruz. 

Alacatlı’nın intihar ettiği görüşüne katılmayışımı, bu denemesinde geçen “Rüyaları da bunun gibi, “bildirilen söz” olarak düşünürsek bu söz perdelerini, gündüzün ve gecenin bize bir fırsat olarak sundukları hediyeler olarak kabul etme durumunda kalırız. Bu da hayatla barışık olmayı gerektiriyor. Bu hediye paketini açarken, ambalajı dikkatli çözmeli ve hediyelere zarar vermekten kaçınılmalıdır.” dediği bu cümle haklı çıkarmıyor mu? Evet, Alacatlı’ya aynen katılıyoruz. “Son olarak perdeleri açmanın yolu, her seviyede uyanıkken bile zaman zaman kendimizi bir başkası gibi seyredebilmeye bağlıdır diye düşünülmesini teklif ediyoruz… 

Bir başka eser İsmail Karakurt’un Simurg adlı şiir kitabı incelemesi… Alacatlı yazıyı iki bölümden oluşturuyor: Birinci bölüm, divan şiiri, tanzimat şiiri, cumhuriyet şiirinin bir değerlendirmesi… İkinci bölüm, Karakurt’un “Simurg” adlı eseri… 

Birinci bölümde divan şairleri arasında kendilerini ön plana çıkarma yerine karşılarındaki varlıkları ön plana çıkarma düşünceleri yaygın bir kabul görme görüşü olarak karşımıza çıktığını Alacatlı söylüyor. Tanzimatla beraber kendilerine yönelen şairlerde benlik duyguları şiire hâkim hale geliyor. Birebir kendi isteklerinin gerçekleşmesi için sürdürülen bir mücadele söz konusu. Oysa aynı olgu Leylâ vü Mecnûn’da yapılan her şey sevgili içindir. Hatta Mecnûn’un Leylâ’ya kavuşması için yapılan savaşta Mecnûn’un Leylâ’nın kabilesinin yenilmemesi için dua ettiği göz ardı edilemeyecek bir özveridir. Tanzimat ve sonrasında bunu görmek mümkün olmadığı gibi, daha da kişiselleşme söz konusudur. Cumhuriyet şiiri de Tanzimat ve Fecr-i Ati devamı niteliğinde. Yalnızca gelenekten koparılamayan mazmunlar… Divan şiirindeki hoşgörü ve özveri artık cumhuriyet dönemi şiirinde 80’li yıllara kadar çok az görülür. Divan şiirinde iki farklı din mensubu birbirleri için fedakârlıkta bulunmalarına rağmen, cumhuriyet yıllarında fedakârlık, aynı dünya görüşü veya ideoloji ile düşünce bağlılıkları olan kişilerde görülebilmektedir. 

80 sonrasında mazmunlar daha farklı bir yapı ve güzellikte yeniden topluma sunan genç şairler arasında divan şiiri geleneğinin fedakârlıklarını şiirlerine taşıyanlar da bulunmakta. Bunlardan birisi yine Alacatlı’nın kendisi… Bakın yok edilmiş bir şehrin yokluğunun sancısı çekiliyor, ama şehri yok edenlere karşı bir tepki, bir karşı çıkış bulunmuyor. 

''Canımız yandı şehir yağmalandı 

Ne çok ahlar yükseldi evlerden 

Kimseler görmedi ayan beyan 

Gagasında iksir taşıyan kuşlarımızı'' 

Aşk öylesine büyük ki, doğru aşkı eksiksiz yaşayan insanların insanlar arasındaki küçük pürüzleri fark etmeleri çok zor. Bu pürüzlere takılanların ise aşkı anlamaları çok zor… 

Ve Karakurt için Alacatlı’nın yaptığı tespit: “Divan şairlerinin gerçekten mecaza yönelmelerinden bahsedilmişti. Karakurt şiirlerinde ise gerçeğe mecazdan geçerek ulaşılmaktır.” 

Ben bundan şunu anlıyorum; evlilik öncesi iki gencin bir araya gelişi gerçek, ama fark edilmemiş gerçek, düğün mecaz, düğünden evliliğe geçiş yine gerçek, hem evliliği, hem düğün öncesini fark ettirip anlamlandıran gerçek. O kadar… Karakurt’un şiirinde kullandığı imgeler ve divan şiiri birlikte irdeleniyor. 

“Sonrasız Albümler” şiirsel bir ifadeyle yazılmış bir öykü. Mükemmel betimlemeler ve buna dayalı ruh çözümlemeleri… Kalabalık bir yalnızlık üstüne çöken bir adamın kendine ve çevresine yabancılaşması… 

“Sezen Aksu’ya Mektup” adlı yazı son derece samimi, Alacatlı’ın kendi deyişiyle “saf” duygularla kaleme alınmış bir mektup. Yazar iki farklı düşüncesini Sezen Aksu’ya açarken, birinci düşüncede toplumsal yozlaşma içinde saf olan şeylerin, tıpkı kumsala düşmüş elmasların parladığı gibi parladığını bu parlaklığın diğer unsurların gözü yoran nesneler olarak gösterdiğini belirtiyor. Bu saflık ne kadar çoğalırsa huzur ve mutluluk buna bağlı doğru orantıyla artar. Saflık yağmalanıp azalırsa, mutluluk ve huzur da azalır. 

İkinci düşünce şiirlerin melodileşmesi birilerinin dudağından doğaya yayılırken bunu duyabilme özlemi… Bu özlem küçük büyük her çocuğun yüreğinde gizli kalmış büyük ödüllendirilme… Ben de hece ile yazdığım bir şiirimin rahmetli Mahzuni tarafından bestelenmesini ve yorumlanmasını gönlümden geçirmiştim, ama nasip olmadı. Hüseyin de muhayyilesinde “Aşk Çalınmış Elmalardı” adlı şiiri Sezen Aksu’dan çok dinlemiştir, ama bunu halkın da dinlemesi ve halktan biri olarak, dinlemeyi umut ederek bu mektubu kaleme alıyor. Birçoğumuzun da duygularına tercüman oluyor. 

Günlükten yapılan alıntılar, ilkyaz dergisinin 8. sayısında I, 15. sayısında II yayınlanmış. İlkyazın 8. sayısında I diye yayınlanan günlük yazısı Alacatlı’nın Richard Bach’ın “Uzak Diye Bir Yer Yoktur” adlı eseriyle sosyal yapımızın kişiliğimizin kısa bir analizi gibi… Bize en yakın ve vefakâr dost kitapların bıkmadan usanmadan hayatın yaşanmaya değer olduğunu öğretiyorlar. Zaten ölmek için acele etmeye de gerek yok, o zaten gelecek, gelecek olan da sefa geldi hoş geldi. 

II diye yayınlanan günlük yazısı ise hüzün, yorgunluk, yılgınlık, yalnızlık kokularıyla sunuluyor. İnsan bir kere yalnızlık duygusuna kapıldı mı, kurt düşmüş ağaç eşyaya dönüyor. Biz yalnız değiliz, hâlbuki yalnızlık ateşimizi ya şeytan fitne körüklüyor, ya rahman rahmetiyle sulayıp söndürüyor. Alacatlı’nın yazısındaki kadar ıssızlığa düşmeye gerek yok. 

Ve şiirleri… Bir çocuk heyecanı, sevecenliği, umutları, hayalleri… Büyümeyen bir çocuğun şiirleri… Saf ve içten… Karşılık beklemeden sevmeler… Melodilerini harflerle kelimelere gömen şiirler… Okuyanlar bilirler… 

Hüseyin Alacatlı hakkında yazılanlar… Nazir Akalın “Alacatlı, Güzel Adam, Bizi Bırakıp Nereye?”, Bahattin Karakoç “Acı Bir Firkatin Resmidir Bu Şiir”, İsmail Karakurt “Mehmet Oğlu Hüseyin Alacatlı, Muhammed Can Alacatlı’nın Babası İçin Söylediği Şiir”, Tacettin Şimşek “Harflerin Ülkesi Issız, Güzelim”, Mehmet Aycı “Bir Masal Çocuğunun Yolculuğu Üzerine, Böyle Sefer mi Olur, Eski Sıra”, Osman Gündüz “Bir Dostun Arkasından”, Rıdvan Canım “Hüseyin’imiz Nereye?”, Yasin Mortaş “Alaca Atlı”, M. Hanifi İspirli “Hüseyin Alacatlı Ya Da Bir Şairin Ölümü”, Ekrem Karadişoğulları “Hüseyin Alacatlı ve Harflerin Ülkesi Üstüne”, Mehmet Ali Çağıran “Alacatlı’ya Kırk Yıl Hüzün”, Yalçın Bayar “Sen de mi Hüseyin”, Murat Tokay “Bir Selamın Gelmedi Çoktan”, Selami Şimşek “Harflerin Ülkesinde Yunus Ruhlu Bir Şair, Çocukların Parmak İzleri”, Başaran Gençdoğan “Mutluluk Var mı?”, Ali Kurt “Kerbela’da Bir Hüseyin”, Nuray Alacatlı “Bilmece”, M. Yaşar Genç “Alacatlı’ya” Ve fotoğraflarda anılar… 

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..