Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '13

 
Kategori
Deneme
 

Üç kişilik yalnızlık

Üç kişilik yalnızlık
 

alıntı


Gözlerindeki hüzün, buğu tadında bir dokunuş bırakıyor tenimde.

Hafifçe dokunduğunda damlalara dönüşüp yitip gidecekmiş gibi. Kırılgan, göçebe ve sonsuz… Sonra yavaş yavaş dönüşüyor o hüzün renkten renge. Hep solgun, hep durgun, hep sakin. Ama hiç gitmiyor. Eski bir alışkanlık gibi yaslanıp kalıyor ruhunun bir köşesine. Dokunuveriyor narin parmakları ile ruhunun kıvrımlarına beyaz bir dantelin masumiyeti gibi. Öylece kalıyor ve git deme n’olur! Diyor. Gidecek hiçbir yerim yok ki senin güvenli sığınağından başka. Gitmek de istemem diyor. Sen öyle bensin ki ve ben de bir o kadar sen.

Gözlerimdeki hüznü seviyorum diyor kadın. Bende eriyip gidişini; sonra yeniden yeniden dönüşünü. Yarattığı ince sızıyı bıçak kesiği misali. Önce anlaşılmayan; sonra derinlemesine hissedilen; zor kapanan ama bir şekilde kapanan, yine de hiçbir zaman yok olmayan. Dokunduğunda: Hey! Ben buradayım, beni görmezden gelemezsin diyen ebedi misafirliğini seviyorum. Kal yanımda diyorum ona ama her zaman gösterme kendini. Ben bileyim orada olduğunu. Nasıl olsa bir şarkı çıkmayacak mı karşıma? Geçmişten bir koku gelip bulmayacak mı beni? Ben, o kokunun peşinde sürüklenip gitmeyecek miyim bilmem hangi zamanlara? Dalmayacak mıyım derinlerine düşünsel girdapların vurgun yeme pahasına. Kal yanımda her zaman ama dokunmadan…

Gözlerinden akan hüznü sevmiyorum diye düşünüyor erkek. Akıyor akıyor; ayaklarımızın dibinde birikiyor ve sonra yükselmeye başlıyor taa ruhumuza kadar. Sarıp sarmalıyor bizi ve aramızda bir buzdağı oluşturuyor sanki. Hiç erimeyen, erime ihtimali bile olmayan! Biraz olsun uzaklaşmasını istiyorum senden diyor erkek ki beni fark edebilesin. Bana yaklaştığın kadar ruhumdan uzaklaşıyorsun. Belki hüznün seni terk ettiği kadar yaklaşırsın bana kim bilir?

Belki; ama ne zayıf bir ihtimal.

Ben, sizin gözünüzde neyim, diyor hüzün Çağrılmadan gelen bir davetsiz misafir? Gecenin bir yarısında kapınızı tıklatan Tanrı misafiri? Üç kişilik aşktan yoruldum diye düşünüyor hüzün. İkincinin üçüncüyü bildiği ama renk vermediği bir soğuk savaş. Ya ben? Diyor hüzün. Ben nerede görüyorum kendimi bu ilişki yumağında? Peki, siz nasıl görüyorsunuz beni? Bir tutku belki, istesen de kopamadığın. Bir çeşit platonik aşk, tek kişinin bedenindeki diyalog. Anlatan da sen, dinleyen de… Yaşa yaşayabildiğin kadar içinde ama sessizce.

Siz dertlenince çağırısınız beni yanınıza, yalnızlığınıza ortak olmam için, ya sonrası? Ya ben, ihtiyaç duyup dertlendiğimde. Bencillik bu diye karar veriyor hüzün. Arkana bakmadan gitmek lazım bir an bile durmadan; eğer durursan dağılıp gideceğini bilerek. İçindeki fısıltı kal dese de; kalmak istesen de.

Kadın, erkek, hüzün yan yana gelip oturuyorlar hayatın kıyısına. Biraz kıskanç, çokça sevdalı; biraz heyecanlı ve telaşlı. Uzatıyorlar ayaklarını iskeleden; durgun suya yansıyan siluetler.

Üç kişilik yalnızlık.

Kadının alnına bir tutam saç düşüyor; yasemin kokulu, bal renkli bir tutam saç. Erkeğin eli uzanıp geriye atıyor o güzelim bukleyi nazik, güvenilir, sevdalı bir koku ile. Kadın bakıp gülümsüyor. Erkek, sarılıp kendine çekiyor onu elini tutarken. Kadın başını omzuna yaslıyor ve gülümsüyor.

Sonra birden bir şey oluyor.

Kadının gözlerinde bir başka ışıltı beliriyor. Affeden, inanmış ve seven. Ve hüzünsüz! Hüzün gözlerinden akıp gitmiş.

Öyle işte.

Hüzün kalkıp gidiyor.

Sessizce.

İçini kanatan bir özlemi de eteklerine takarak. Sonbahar yapraklarının ayaklarının altında çıkardığı usul çıtırtılar gibi yavaşça süzülüyor.

Senin için diyor

Sadece senin

Mutlu ol…

  

 
Toplam blog
: 15
: 1080
Kayıt tarihi
: 18.12.12
 
 

Hayatın sıradan olmadığını düşünen, bir yanı yazma eylemi için deli divane olan, iki harika annel..