Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '15

 
Kategori
Sosyoloji
 

Üç ölü, bir doğruyu getirmez...

Üç ölü, bir doğruyu getirmez...
 

funda's


Kaburganızın içinde bir kalp taşıyorsanız  ve bu kalp merhamet ve sevgi pompalayan bir kalpse eğer, acılara ve ölümlere duyarsız kalmanız mümkün değildir.  Ancak öyle durumlar  vardır ki bunları anlayabilmek için hissedebilmenin yanında düşünebilen ve sorgulayan bir akıl da taşıyor olmak gerekir kafalarımızın içinde.

Bugün orduların işlevini sorgulamak istiyorum biraz. Amacım bu oluşuma gereksizlik addetmek değil; amacım yalnızca sorgulamak. En yalın ifadeyle hepimizin bildiği bir gerçek; askeriyenin bizlerin evlerimizde sıcak yataklarımızda rahat rahat uyuyabilmesi için var olduğu gerçeğidir. Askerler bizleri ve vatanı korumak için herzaman nöbettedirler. Böyle öğrendik hepimiz.  Ancak burada hemen bir soru takılıyor insanın aklına. Onlar, askerlik yaparken ve her an ölümle burun burunayken bizler evlerimizde rahat rahat uyuyabiliyor muyuz acaba? Oğlu veya yakını askerde olan bir insanın son dakika haberlerini kalp çarpıntıları içinde okuduğu, dinlediği ve izlediği  bir ortamda uyuyabilmek bir lüks değil midir? Askerlik ve ölüm kavramı o denli içiçe geçmiştir ki “Birilerinin yaşaması için birilerinin ölmesi gerek!” düşüncesi bile insanın içini ürpertir. Ama herşey bizler ve vatan içindir...

Askeriyenin bizleri ve vatanı korumak dışında başka işlevleri de vardır elbette. Örneğin askeriye; bir gözdağı verme, hükmetme amacı güder.İnsanları hizaya sokar, emirler verir, süründürür. Öyle ki askerler artık ağaca bile selam verir duruma getirilir. Askerde insanların içindeki direnme ve isyan etme kıpırtıları törpülenir. İnsanlar en mantıksız emirlere dahi itaat ettirilir. Orduda itaat eden, ölmeye hazır, hiç bir şeyi sorgulamayan insanlar yetiştirilir. Halk, devletin ordusu eliyle bir makineye dönüştürülür. Vicdanlar köreltilir; “Ya öldürürsün ya da öldürülürsün.” sözü dağarcıklara mıh gibi çakılır. Başka bir seçenek yoktur. Zira herşey bizler ve vatan içindir...

“En büyük asker bizim asker!” coşkusu ile henüz çocuk yaşta sayılabilecek oğlunuzu askere yollarsınız; devletin  canı savaş çektiğinde veya egemen güçlerin savaş çıkartmaktan başka  kendini kurtarma seçeneği kalmadığında ve hatta egemen güçler  terörün bitmesini istemediği için oğlunuzun cansız bedenini teslim alır ve “Vatan sağolsun!” demek zorunda bırakılırsınız. Ola ki aksini söyleyecek olursanız, “Benim oğlum ne uğruna öldü?” sorusunu sorabilecek denli cesursanız ya vatan hainliği ile suçlanırsınız ya da karaktersiz anne baba ilan edilirsiniz. Zira herşey bizler ve vatan içindir...

Ordunun bir başka işlevi daha vardır. Ordu, toplumun en örgütlü ataerkil kurumudur. Bir çok savaş tabiri erkek egemen dile hizmet eder. Mesela vatan borcu namus borcudur, sarışın-esmer- kumral farketmez komando affetmez, sınırlarımıza tecavüz ettiler v.b.. Çünkü erkek; vatanı, kadını ve tüm herşeyi koruyan bir öznedir. Kadın ise vatanla birlikte korunan, kollanan bir nesnedir.

Burada da akla şöyle bir soru takılıyor ister istemez: Tarih boyunca birilerini kontrol altına almak için öne sürülen en büyük gerekçe “korumak”olmamış mıdır zaten? Neyse ki yine ve elbette herşey bizler ve vatan içindir.

Ordu der ki; benden memnun olsan da olmasan da bana mecbursun. Çünkü başka devletlerde de ordu var. Doğrudur, zaten bir orduyu meşrulaştıran şey  tam da budur: Bir başka devletin ordusunun varlığının yarattığı tehlike duygusu. Ancak ordunun en büyük görevi halkı uysallaştırıp sistemi ve düzeni güvende tutmaktır. Ordunun en büyük korkusu bir başka ordu ile savaşmak değil kendi halkının isyan etme korkusudur. İşte bu yüzden itaat eden, boyun eğen, sorgusuz sualsiz ölmeye ve öldürmeye hazır askerler yetiştirilir. Şehitliğin kutsallığı damarlara zerk edilir. Bir yandan askerliğini sağ salim  bitirebilenler ömür boyu “Biz herzaman savaşmaya hazırız!” diyerek uzaktan kahramanlık gösterisinde bulunurlar, diğer yandan askerliğini yaralı veya psikolojik travma ile tamamlayanlar sa toplumun sağlıksız bir bireyine dönüşüp, yaşadıklarının izlerini bir ömür yüreklerinde ve beyinlerinde.taşırlar.
Herkesin çıkarını sağlamak için örgütlenmiş eşitlikçi bir toplumda orduya gerek kalır mıydı bilinmez ama; üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur bu. Öte yandan sorgulanması gereken bir diğer ve en önemli konu ise; terörün 35 yıldır neden bitirilemediğidir. Julius Caesar' ın şu sözü ile düşünmeye başlayabiliriz mesela... “Bir ülkede aynı terör örgütü 40 yılda bitirilmediyse; sizi yönetenler o örgüttendir.”

İnsanlar bir kere ölür; ama arkalarında bıraktıkları bin kere.

Aydınlık yarınlara...

Sevgiyle…

Funda Kocatürk

funda’s

www.facebook.com/fundaa.kocaturkk

https://twitter.com/funndas

 
Toplam blog
: 33
: 406
Kayıt tarihi
: 17.03.15
 
 

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji. Felsefe Grubu Öğretmeni. ..