Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '20

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Uçuk Bir Hayal!

Karanlık dışında hiçbir şeyden korkmadığım zamanlardı çocukluğum. Sabah evden çıkar, akşam bilmem kaçta gelirdik eve... Annemiz çok endişelenmezdi. Mahalle bizim mahalleydi. Kimin evinin önünde oyuna dalsak, susamış olsak, aç olmuş olsak; biz acıktık ya da biz susadık derdik.Hemen ev sahibi ihtiyaçlarımızı giderirdi. bazen bizlerle oturup sohbet ederlerdi. oyunlarımıza bile eşlik ederlerdi. 

Yasaklarımız elbette vardı. Özelliklede bisiklete binip mahalle dışına çıkmamız yasaktı. Her çocuk gibi bizde çaktırmadan yasakları delerdik. Her seferinde daha uzaklara giderdik.Bizim için en büyük maceraydı. yakalandığımız anlarda olurdu, üstelik bizim tanımadığımız ama bizi tanıyanlara. Sen falanın kızı değil misin? Diye sorarlardı. Annenin ya da babanın haberi var mı? Eğer sevecen biri ise selam söyle derdi. Bilirdik o selam sorulacak.

Yaramazdık ama hem ailemiz hem sokak sakinleri tarafından duyarlı yetiştirildik. Çok güzel gaz verirlerdi. Hadi bakalım kim evinin önünü güzel süpürecek ( yani sokağın kendinize kalan kısmını )

Nasıl tatlı bir yarış olurdu aramızda. Kendimizce tiyatro hazırlardık. Malallemizde düğün solanu vardı. O zamanlar sandalyeler pek yoktu bank tarzı oturaklar vardı. Gider o salon sahiplerinden bank isterdik. Kırmazlardı bizi, yüklenir tiyatro yapacağımız alana götürürdük. Büyüklerde gelir izlerdi bizi. En unutumadığım ise çıkardığımız gazetelerdi. Fotokopi makinası henüz yoktu. Gazete çıkarmaya karar vermiştik.Bir sürü A4 alıp yazdığımız şeyleri, diğerine tekrar yazardık. Bileklerimiz ağrırdı.yine de bulmacasına kadar 2 sayfalık bile olsa gazetemiz olurdu. Tiyatro oyunundan ve çıkardığımız gazetelerden kazandığımız paralar tabiki dondurmaya harcanırdı. Elimizde dondurmaların tadının ve içimizde iyi bir şeyler yaptığımıza dair oluşan o hissin tarifi yok

Mallemize yakın bir de lisemiz vardı. Nam-ı değer Kozan Lisesi. Öğrencilerin yarı kapalı ceza evi dedikleri lise. Mahallemiz okul zamanları çokça kavgaya sahne olurdu. Kavga eden öğrenciler yanlarına bir büyük geldiğinde hemen dağılırlardı. Ya da birbirlerinden özürdiler barışırlardı. Çok nadirdi polislerin karıştığı. Polis geldiğini duyan mahalleninin kavga eden öğrencileri sakladıklarını bile bilirim.

Eskilere dalarsam anlatacak ne çok anı var birbirinden değerli. Fakat fazla uzatmaya niyetim yok. Anlayacağınız üzere, o dönemler yani 90'lı yıllar en güzel yıllardı.büyükler küçükleri sever, küçükler büyüklere saygı duyardı. Tabi arada çatışmalar olurdu ama kimse çizgiyi aşmazdı. Yanlış bir davranışa herkes tepki gösterirdi. Bir olur, birlik olunurdu. Kimin ne görüşte olduğunun bile önemi yoktu. Bizbirimizi tanır ve sahip çıkardık. Mahallenin öbür ucunda biri ölürdü ama bizim televizyonlar kapanırdı, radyolar açılmazdı.

Pandemi öncesine kadar, sanırım iş mücadelesi falan derken pek farkına varmamışım insanlıktan ne kadar uzaklaştığımızın. Uzun uzun gördükleirmi yazmayacağım. Tek söyleye bildiğim, eğer ki bu salgına 90'lı yıllarda yakalansaydık emin olun daha çabuk atlatmıştık. Daha duyarlı ve de daha bilinçli hareket ederdik. Emekli amcalar gibi evimde oturup herkese ve her şeye kızarken buluyorum kendimi. Çünkü biz böyle büyütülmedik.Bir doktor, bir öğretmen çok kıymetliydi. Doktora şiddet uygulamak bir yana karşı bile çıkılmazdı. Öğretmenlere öncelikle kendi anne ve babamız saygı duyardı. Şimdi şuanı getirin gözünüzün önüne tam bir hayal kırıklığı. Gerçi hoş artık çoğu öğretmende doktorda kendini pek geliştirmiyor ne yazık ki? İdealistlik yok. Peki kızabilir miyiz yok diye, bence ona da kızamayız. Çünkü değerlerimiz yok edildi, yok ediliyor. Okumak önce büyük bir erdem iken şuan hayatını kurtarmak, geleceğini garantiye almak olarak görülüyor. İşinde ne kadar önemli olduğunun önemi yok.Televizyon kanallarında yayınlanan programlara bir bakın. Özellikle sabah programlarına... Saçma sapan insana bir şey katmayan içi boş, kalitesiz programlar.

Şiddet, tecavüz, cinayet gibi konular bu programlarda ele alınıyor. Belki niyet hepsinin önüne geçmek ama bence teşvik oluyor. Çünkü her geçen gün bu sayılar artıyor. Yarışma programlarına bakın, her türlü çirkeflik, çirkinlik var. Sonra da saygı bekliyoruz. Güzellikleri öğretmek yerine çirkinlikleri öğretiyoruz. Bu da büyük bir şeymiş gibi izlenme rekorları kırdırıyoruz.

Sosyal ağlardan yapılan saçma sapan paylaşımları görmek zorunda kalıyoruz. Brinin hasta olduğunu kolundaki serumdan ya da elindeki ilaçtan görüyoruz. Yakının yoğun bakımda olduğunu fotoğrafı ile beraber yine sosyal ağlarda görüyoruz. hele mezarları, tabutları paylaşanlar....

Paylaşılan şeylere yapılan yorumlar, hakaretler.....

İşte bunların asıl nedeni eğitimsizlik. Eğitimi önce aileden almak gerekiyor, sevgiyi, saygıyı ve görgüyü. Sonra televizyona el atılmalı; şiddete, çirkefliğe, ikiyüzlülüğe teşvik eden programlar kaldırılmalı.bir çocuk, bir genç çevresine duyarlı yetiştirilmeli. 

Lakin ben bugün annemi: aman annem kimseye karışma, birbirlerini öldürseler bile görmezden gel diyorsam. onun canından endişe ediyorsam. sevdiğim ve değer verdiğim insanlara içimden gelerek  hediye alamıyorsam, aldığım hediye kabul edilmiyor altında başka nedenler aranıyorsa, bir nedenim olmadan insaları arayamıyorsam vs... az önce dediklerimin yapılması uçuk bir hayal olarak kalıyor.

 Bizi biz yapan değerleri yitirmek, insan olmayı unutmak, doğayı, hayvanları acımasızca katletmek. Birbirini doğramak. hakaretler, küfürler....

 

İşte yeni dünya düzeni....

 
Toplam blog
: 28
: 163
Kayıt tarihi
: 16.05.14
 
 

Yazmak heves, yazmak tutku... Sadece amatör yazar, İçinden geldiği gibi yazar... ..