- Kategori
- Öykü
Uçuşan güvercinler
O gün Nilüfer gelecekti. İzmir motorlu treni sabah saat 10’da gara girdiği zaman onu karşılaması, öğrenci oldukları Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin yurduna yerleştirmesi gerekiyordu. Sevinçliydi, içi içine sığmıyordu. Erkenden uyandı, kahvaltısını yapmadan ayrıldı okuldan. Gara vardığında saat 8.30’u gösteriyordu. Daha uzunca bir süre vardı trenin gelmesine. Garda bir iki tur attı sıkıntılı. Kafasını kaldırıp tepe deki camlarla kaplı yüksek tavana baktı. Devlet Demir Yollarında yüksek bir memur olan eniştesi nin yaşadığı yıllarda tam altı yaşındaydı. Eniştesine oturması için garın üstünde bir daire vermişlerdi. Evin arka tarafındaki penceresi garın tam üstündeki kalın camdan çatıya açılırdı. Yeğenleriyle birlikte gizlice pencereden dışarı çıkıp çatının üzerindeki güvercinleri kovalarlardı. Bir keresinde, “İnönü geliyor..” demişlerdi.
Yine çatıya çıkıp aralıklardan aşağıda minik minik görünen insanları incelemişlerdi. Ne kadar küçücüktü insanlar tepeden bakınca. Siyah elbiseler içinde ne kadar çok yaşlı başlı amca vardı; aralarında bir çok da subay görünüyordu. Belli ki bir tren bekliyorlardı. Altı yaşındaki çocuk aklına gelen ilk şeyi yaptı. Tuu diye tükürdü kalın camların arasından. Tükrüğün bir siyah elbiseli adamın sırtına indiğini görünce, korktu, çekti kafasını oradan. Adam anlamadı. Yukarıya baksaydı bile, küfredeceği tek şey kuşlar olacaktı herhalde. Altı yaşında, zayıf bir kuş gibi çocuktu o zamanlar. Daha sonra kalabalık dalgalandı; gara yeni giren, ötekilere hiç benzemeyen güzel, süslü bir trene doğru hızla hareket etti siyah elbiseli insanlar. “İnönü.!.İnönü..!” sesleri arasında ve alkışlarla siyah elbiseler içinde bir kaç adam trenden indi, kalabalık onları arasına alıp, kapılara yöneldiler, dışarıya akmaya başladılar. On dakika sonra bir iki aylak adamdan başka Garda kimse kalmamıştı.O gün kalabalıktan İnönü’yü görememişti bile; görseydi acaba tanıyabilir miydi?
Zaman kolay geçmiyordu. Gardan çıktı. İstasyon tarafındaki kapıdan geçerek Gençlik Parkı’na girdi. Derenin üzerindeki köprüye çıkıp,dereyi seyretti bir süre;kimse bu derenin İncesu deresi olduğunu bilmezdi. Nazlı nazlı kenardan akar kaybolurdu. Merdivenlerden inip sola saptı. Gazinolar gece geç saatlere kadar müşterileri eğlendirmişler;saz sesleri havuz kıyısına kadar taşmıştı. Şimdi sabahın ölü vaktinde artık Kemancı Yusuf Efendi otel odasında uykudaydı. Çevrede yalnız gazinoları temizleyen gündelikçiler görülüyordu. Onlardan başka, kendisi gibi amaçsız parkı dolaşan bir iki ne idüğü belirsiz genç adam.
Kıyıda,çay bahçelerinin arasındaki alanda,genellikle çay bahçelerine gitmeye gücü yetmeyenlerin oturduğu selvi ağaçlarının altındaki sıralardan birinin üzerine ilişti. Bu sıralarda çevrede kimseler görünmüyordu; hatta kaçak sevgililerden hiç biri de yoktu.
İzmir’den gelen treni Balıkesir’de yakalamak için ya erkenden Bandırma’dan trenle hareket etmek gerekir yada vakitlerini Balıkesir’e İzmir treninin geleceği saate ayarlayan otobüsler vardır;onlardan birine binilir. Genç kız da öyle yaptı. Otobüs onu tam vaktinde Balıkesir garının önüne getirdi. Ufak valizini kendi taşıyarak trene bindi;numarasının bulunduğu yeri bularak oturdu. Karşısında otuz yaşlarında gösteren bir adam oturuyordu. Tren hareket etti. Genç adam bazısorular sordu,bazı ortak konulara girdi,arkasından kıza sigara tuttu, kız almamazlık etmedi.
“Bandırmadan mı geliyorsun?” diye sordu genç adam.
“Evet,”dedi.
“Öğrencisiniz.?”
“Evet,”
“Hangi okulda ?”
“Siyasal Bilgiler..”
Adam da yıllar öncesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmişti. Ve şimdi bir sınır ilimizde yüksek dereceli bir memurdu;arabası vardı. Avrupaya bir kaç kez çıkmıştı.Kızın çekingenliği çok çabuk geçti. Isındı genç adama.Polatlı’ya kadar hiç durmadan konuştular. Nasıl olsa ikisi de “Mülkiye”liydi; adamın bir çok anısı vardı geçmişe ilişkin; eski “İnek Bayramları”nı anlattı. Tren Ankara’ya girdi sözler bitmedi. Ve tren gara girerken kız adamın sözleri bitmesin istiyordu. Tren peronlar arasından yavaş yavaş ilerlerken kızı garda bekleyen gencin gözleri önünden akıp geçen trenin pencerelerindeydi. Acaba hangisindeydi? Sonunda gördü onu,elini salladı. Tren durur durmaz kızın uzattığı ufak çantayı aldı. Fakat bir an için karşısında oturan öteki adamı görünce,titredi,anlamsız bir kıskançlık bulutu geçti gözlerinden. Yoksa.. İncecik kız merdivenlerden inerken her şeyi unutmuştu.
Tokalaştılar. Fakat kız onun gözlerine bakamıyordu. Bir şeyler değişmişti.
“Nasıl,yolcuğun iyi geçti mi?”diye sordu.
“İyi,” dedi kız, durgun. Oysa giderken her şey ne kadar başkaydı. Gardan dışarı çıktılar. Bir taksi tuttu. Doğru yurda gidiyorlardı. Her şeyin hazır olması gerekiyordu. Okulla bir kaç güne kadar ilişkileri kesiliyordu. kendi aralarında nikah yapacaklardı. Düğün düşünmüyorlardı.
“Nüfus kağıdını getirdin mi?”diye sordu çocuk.
“Hayır.” dedi kız. Oysa gerekli kağıtlar çantasındaydı. Bir daha konuşmadılar okula kadar. Öğleden sonra kantinde buluştular belki de son kez. Kız evliliğe hazır olmadığından sözetti. Daha geniş düşlerinin bulunduğundan söz etti. Amerikaya gidecekti. Öğrenimine orada devam etmek istiyordu. Dünyayı görecekti. Evliliği şimdilik düşünmüyordu. Dünya çok hızlı döndü,döndü ve sanki birden durdu.. Bitmişti. O adam yıllar sonra yine geldi gara. Tavanda gezen güvercinlerin ayak seslerini işitmeye çalıştı. Trenden İnönü çıkmadı. Nişanlısı çıkmadı. Bir tren geldi İzmir’den .Bomboştu.