Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '14

 
Kategori
Öykü
 

Uçuşan yıllar

Uçuşan yıllar
 

https://www.youtube.com/watch?v=ezUStdH4dv8

Omuzlarında annesinin gençliğini taşıdığını hissederdi, o şalı hâlâ narin olan bedeninden sarkıtırken. Bir zamanlar onun vücudunu süsleyen sarı şalın her bir ilmeğine kendi kokusu sinmişti çoktandır. Kitaplığın yanındaki sallanan koltuktaydı, dizlerinde eski bir kitap, Hoşgör Köftecisi, kitabın iç kapağındaki tarih: 21 Mayıs 2012. O duru, billur ses daha keskin ve yorgun çıkıyor ama yirmi yıl önce okuduğu o satırları, yeniden çıkarıyordu dudakları;’’ - Musa Kaptan, dedim, şu balıkçının kızı ne güzel kız, değil mi?

-Hangisi?

-Canım şu kambur kız işte.

-Ha! Güzeldir. Ama biz, aramızda çalışan kadınlara kötü gözle bakmayız.

-Canım,  dedim, kötü gözle bakmayız elbet. Kötü gözle bakan mı var ki? Allah Allah, sen de amma adamsın yahu! Güzel dedim; hepsi o kadar.

Bu kötü göz lafı beni düşündürmeye başladı. Öyle ya, ben bu kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım? Büsbütün tersine, iyi gözle bakmışım ki sevmişim.’’

Ara verdi okumaya, kitabı göğsüne yasladı, hafifçe salladı koltuğunu. Saçlarını kırlar doldurmuştu, gözleri kısılmıştı, kenarlarında asil kırışıklıklar, bir ömrü temiz yaşamış olmanın haklı gururu bakışlarında; evin duvarlarında oynaşan, şöminenin geçkin ateşini izliyordu sıcak bir yuvada olmanın huzuruyla… Yalnızdı oysa; yaşadığı yer bir yuva mı yoksa ev mi? Acı bir düşünceye daldı… Ocakta pişirmeye bıraktığı taze fasulyenin kokusuyla bölündü düşünceleri…

Ağır adımlarla mutfağa yöneldi. Kapattı yemeğin altını. Salona geçip yemek masasına annesinin işlediği beyaz iş keten; her zaman ütülü, lavanta kokan masa örtüsünü serdi. Fağfur yemek takımını, kristal kadehini itinayla yerleştirdi masaya…  Bu akşam mumda olmalı yemekte, yiyeceğim altı üstü taze fasulye ama olsun, diye geçirdi içinden. Sofra sanki altın tozları dökülmüş gibi parıltılı olmalı...

.................

Kuru bir öksürük peyda olmuştu birkaç gündür. Gelince de hemen gitmiyordu meret, bayağı hırpaladı boğazını. Gözlüklerini bulamadı bir türlü, temizlikçi ne zaman gelse aradığını bulamazdı. Yemeklerini de o yapardı. Hiç yemek kokusu yoktu evde. Sabahtan yapıp dolaba kaldırmıştı hepsini… Açıp baktı buzdolabına, taze fasulye pişirmişti temizlikçi kadın. Tencereyi alıp tezgâha koydu. O küçük, ölgün ışıklı mutfakta onu izleyen biri hareketlerini hiç yadırgamazdı. Öyle ki; yapması gereken işleri, yemesi gereken yemekleri, yaşaması gereken bir hayatı vardı. Sıraya konmuş gibi her gün aynı şeyler, hiç atlanmazdı . Mutfaktaki masanın muşamba örtüsünün üzerine, bal sarısı kalın bir cam tabağa yemeğini koydu. Birkaç lokmadan sonra gözlüğünü gördü masanın üzerinde; Hoşgör Köftecisi isimli öykü kitabının yanında. Az önce okumuştu ya, nasılda unutmuştu. Birden yirmi yıl öncesine gitti. O ses yankılandı kulaklarında… Sevdiği kadının bebeksi, billur sesi ; ‘’Büsbütün tersine, iyi gözle bakmışım ki sevmişim. ‘’Sevme’’ sözü de geniş bir söz. İnsan bir yemeği seviyor, bir rengi seviyor, bir kadını seviyor. Hele kadını sevmenin türlü bin çeşidi var.’’

Sonra dönüp; sen beni nasıl seviyorsun, derdi. Bembeyazdı, ela-bal renkli gözleri, ilkyaz kirazı gibiydi dudakları… Muşamba örtünün üstüne düşüp pıt pıt, diye ses çıkarmasaydı gözyaşları ağladığının farkında olmayacaktı. Nerden aklına gelmişti bu uzak zaman anıları… Koca adamı çocuk gibi ağlatmıştı.

..................

Mumun alevi, şöminenin geçkin ateşi bir parça aydınlatmıştı koca salonu…  Bir kadeh kırmızı şarap doldurdu. ‘’ Gamaya’’  diyordu geçmişte bir ses dün gibi kulaklarında…

‘’ Bu şarap yıllanmaya uygun değildir. Kokusu çilekli sakız gibi, tıpkı senin dudaklarının tadı …’’

Lanet olası yaşlar hemen de hazırdı dökülmeye, ıslatıverdi beyaz örtüyü, has ipek bluzunun açıkta bıraktığı kuğu boynunu… Öyle derdi; ‘’ Kuğu boyunlu, ilkyaz kirazı dudaklı, ela tatlılıklar tanrıçası…’’ 

Uçuştu yıllar yine gözünün önünden bir bir acı, tatlı… Elinden kayan gençliği, kadınlığı, göz alıcı güzelliği… Olsun dedi, her şey yaşanması gerektiği gibi yaşandı.

 ...................

Bir sigara yaktı adam, yalnızdı, ama doyasıya yaşamıştı aşkı… Ona göre aşkı bulmak için yaşardı insanoğlu. Bulmuş fakat tutamamıştı, beyaz bir düş  gibi kayıvermişti ellerinden çok derinlere...Kalbinin derinliklerine... Daha ne isterdi ki! Daha ne!

   * ''insanlar Yalnız Yaşarlarsa'' adlı yazısıyla bu öyküye esin kaynağı olan, Erdal Ceyhan Hocama sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..