Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ufak anekdotlar

Ufak anekdotlar
 

Tuncay Özkan, emek harcadığı, kendi çabaları ile kurduğu televizyonu satmış, herkes de bir eleştiri bir eleştiri ki sormayın.Kendisini satmış gibi düşünüyor sanırım.Olan ve olmuş olaylardan çıkarmamız gereken ders, sanırım bu olmamalı.

Tuncay Özkan’ın televizyonunu sattığı kendisini ve sahip olduğu ideolojileri sattığı anlamına gelmez, ama şunu çok iyi kanıtlar herkesin bir fiyatı olduğu gerçeğini.Bu gerçek, yalnız herkes için geçerlidir.Sadece Tuncay Özkan için değil.Herkesin bir fiyatı vardır.Kime veya nasıl satıldığı hikaye kısmı ile kimse alakalı olmamalı.Her insanın bir bedeli vardır ki Tuncay Özkan bunu ortaya koymuş ve satmıştır.Şimdi onu değer yargıları üstünden yargılamak, biraz abesle iştigal değil midir?

Hele köşelerinden ona saldıranlar, kendi patronlarının durumlarının farkında mıdır?Çok iyi televizyon kanalları, daha düne kadar bizim çizgimiz diye lafa girenlerin artık bugün bir çizgileri bile yoktur.Hayat felsefesi olanların hemen bundan çark ettiği bir sistemdir bu.Evlilik dışı yaşayanların hemen evlendiği, herkesin vicdanı ile baş başa kaldığı bir dönemdir, ve bu dönemde bundan istifade edenlerin olduğu bir dönemdir.Tuncay Özkan'a hiç kızmamak lazım.

Şu meşhur PARKADA ‘ya gittik.Hani Başbakanımızın attan düştüğü yer.Hani atın sonradan kulağının çekilip eğitildiği yer.Belki İstanbul gibi bir yerde olmasaydı kesinlikle çok güzel diyebileceğim bir yer.Ama İstanbul gibi ne idüğü –metropol mu?, sultanların şehri mi?, yetmiş yedi milletin yaşadığı yer mi?, kozmopolit bir yer mi?, yoksa hepsinden azıcık azıcık mı?- belli olmayan bir memlekette tam bir ticarete dönüşmüş.Acaba denetleniyor mu?Ördeklerin yüzdüğü göl berbat, su kirli.Bir de o suyun kenarına balık lokantası kurulmuş.Olmazsa olmazlarımızdandır.Olmadık yerlere kurmaya bayılırız.Her şey para ve birileri bu işten bayağı iyi götürüyor.

En azından şunu söyleyeyim, oğlum çay istediği için bir çayhaneye oturduk, önce eşim ve oğlum tuvalete (lavabo mu? desem acaba) gittiler, geldiklerinde eşimin yüzü alt üst olmuştu, tuvalete para vermişlerdi.Hiç tuvalete gitme isteği yokken, bende gideceğim dedim.Eşim ne yapacağımı anladığı için "istersen dışarıda git" dedi.Ben gayet kabadayı bir şekilde, kafasına kavga etmeyi koymuş bir vaziyette, lavabonun yerine doğru yürüdüm.İşimi gördüm.Çıkışta, çocuk parayı ver der gibi baktı, bende, benim seninle işim olmaz der gibi bakarak yanından geçtim. Kasada duran gence “tuvaletiniz paralı mı?” Dedim.

Genç hemen,

-Abla o tuvalet bizim değil.

-NE demek o, bu ticarethanenin tuvaleti yok mu şimdi.

-Var abla,

-Nerede?

-Gittiniz ya,

-Niye paralı?

-Bizim değil de ondan.

-Bana biraz anlatırmısın?

-Orayı Bayrampaşa belediyesi kendi çalıştırıyor.

-Nasıl yani?

-Orası abla belediyeye ait.dedi.

Ben de,

-Yani şimdi bu ticarethaneyi bu parkta çalışma iznini ve ruhsatını belediye veriyor.Tuvalet olacağını da biliyordur herhalde ruhsat verirken sonra da tuvaleti kendi çalıştırıp para mı alıyor?

Şimdi ne bu? .Ben bunu anlamadım.Buna takıldım.Tuvaletten geldiğimde eşim gülerek bana bakıyordu. Bende güldüm.İşte Türkiye’nin gerçeği bu...

Ülke elden gidiyor gibi bir felaket senaryoları üretmek istemiyorum ama bir kısır döngü müdür bu.Ülke elden gitmiş, yanlış yapanlar, yada doğruyu bilip yapmayanlar bu ülkede.

Star Tv de bir şehit cenazesinin nasıl verileceği anlatılıyor.Niye böyle bir şeyi televizyon da veriyorsun ki?Verenler bir de şöyle bir sunum yapıyor “Biz bu haberi vermek istemiyorduk ama, bir şehit haberinin nasıl verildiğini göstermek istedik.Bir daha böyle bir yanlış yapılmasın gerçeği ile veriyoruz” gibiymiş söylüyorlar.Esas yanlış bence bu ülkede canların gidiyor olması. Gerçek öğrenilecek, zor veya kolay.Bu yaşanmak zorunda ise yaşanılır.Ama en güzeli doğruyu araştırmak zorunda kalacağımıza hiç şehit haberi vermesek mi idi.

Oğlum ile iki katlı otobüse bindik, sırf o istiyor diye.İki tane genç ile tanıştık, daha doğrusu oğlum ile konuşurlarken onlar bende lafa girdim. Sevgili olduklarını hallerinden anladığım için "en güzel günleriniz, bu günlerin tadını çıkarın" dedim.Sonra laf aşk meşk işine girdi, oradan üniversite gençliğine geldi.Üniversitedeki anti demokratik şeyleri anlattılar.Sosyal demokrat bir tavır gördüm çocuklarda ve sohbet konusu o yönde geliştiği için, beni can kulağı ile dinlediler.Kitaplardan bahsettiler.Kıza -muhakkak yanlış yap- dedim.Aslında ona bir kişiye kapılıp, hayatını bu kişi üzerinde yatırım yaparak geçirme.Hata yapma lüksün şimdi var demeye getirdim ama beni anlamadığını gözlerindeki ifadeden anladım.

Gülerek, cevap verdi.
-Tabi öyle yapacağım.dedi.Artık durağa yaklaştığımız için
-Nereye gideceksiniz? diye sordum.Genç delikanlı
-otogara
-Niye
-Kocaeli üniversitesine (Kız Kocaeli üniversitesinde okuyor) gidiyoruz.
-o güzel bir hafta sonu olacak öyle mi? dedim.

Ben olsam sevdiğim ile bir haftayı neler ile değerlendirirdim o yıllarda diye düşündüm.Sanırım konuşmanın başı çok sosyal demokrat başlayınca sonunda "biz çok planlar yaptık, gezeceğiz" falan demesini beklerken ben genç delikanlıdan beni şok eden sözler geldi.

-Yok abla ya. Diğer erkekler kız arkadaşıma nefes aldırmıyor. Arada sırada ortalıkta dolaşmak lazım dedi.

-Çok feodalca olmadı mı bu.Bu kadar şey konuştuktan sonra dedim.

Delikanlı ile kız belki biraz bozuldu.Belki değil bayağı bir bozuldular.Ama birilerinin onlara birer birey olduklarını hatırlatması gerekiyordu.Sisteme ve birbirlerinin karşılarına kendilerini bularak çıkmaları gerektiğini anlattım ama umarım anlamışlardır.

Böyle şeyler yaşadım işte.

Sevgilerimle.

YASEMİN YENİL

 
Toplam blog
: 96
: 369
Kayıt tarihi
: 05.09.07
 
 

Size hikayeler anlatmamı beklemeyin, halen büyümek istemeyen birisiyim. Daha çocuk, daha yaramaz ..