Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '07

 
Kategori
Gelenekler
 

Ülkemde niçin sevilen biri olamıyorum

Ülkemde niçin sevilen biri olamıyorum
 

Vatandaşlarımızın büyük bir bölümünün davranışından, yaşam tarzından rahatsız oluyorum.
Bu rahatsızlığımı da belli ettiğim için sevilmiyorum.

On iki yıl oldu ülkeme temelli döneli. Gün geçtikçe mutsuzluğum artıyor.
Üzülmedik günüm yok. Türk insanının nasıl bu hale geldiğini anlamakta zorlanıyorum.

Aslında 1968 yılında Almanya'ya çalışmak ve bir müddet orada yaşamak için
gittiğimde, birkaç yıl sonra geri dönmeyi düşünüyordum. Böyle 27 yıl gurbetlerde yaşamayı, çok sevdiğim vatanıma hasret kalmayı hiç arzu etmiyordum.
Ama daha gitmeden, rahmetli babama şu sözleri söylemiştim:

- Babacığım, kendi ülkemde ufak bir iş açabilmem için bana maddi ve
manevi destek vermezsen, Almanya'ya gideceğim. Kısa zamanda tekrar
geri dönmek istesem de şartlar bunu engelleyebilir. Ne zaman geri döneceğim belli olmaz. Gel etme, eyleme, beni gurbete yollama!

- Cehennemin dibine kadar yolun var!

Rahmetli babamın bu sözleri hala kulaklarımı tırmalar. Mutlaka kızgınlığını belli etmek için, kalpten söylemediği sözler. Bir taraftan beni kaybetmek istemiyor,
bir taraftan da güveni olmadığı için yardım etmiyor. Rahmetli babam da,
annem de yaşadıkları sürece bana hiç güvenemediler. Hep müsrif,
har vurup harman savuran birisi olarak gördüler. Ama tutumlu olmayı da hiç öğretmediler.

Neticede, yirmi yedi yıl sonra da olsa, büyük bir heyecan ve hasretle ülkeme
temelli dönüş yaptım. Çok özlemiştim her şeyi. Özlediklerimin başında annem geliyordu.

Ben geldiğimde 78 yaşındaydı. Ona evlatlık yapmak, yaşamının son yıllarında
yanında olmak için sabırsızlanıyordum. Tüm akrabalarımı çok özlemiştim. Onlarla doyasıya sohbetler etmek, birlikte yaşamanın zevkini çıkarmak istiyordum.
Çocukluk arkadaşlarımı da tekrar göreceğimi umuyordum.

Bu sebepten de iş yapma ve başarma imkanlarım çok daha fazla olmasına rağmen
İstanbul'a değil de, doğup büyüdüğüm şehir olan İzmir'e yerleştim.

Herkesin de beni görmekten memnun olacaklarını hesap ediyordum. Nasıl oldu da böyle bir yargıya vardım, hâlâ anlamış değilim. Buradaki insanlar beni görmekten hiç memnun olmadılar, aksine rahatsızlık duydular.

Kavga etmeyi sevmeyen bir insan olmama rağmen akraba ve dostlarımın,
komşularımın düşmanlığını nasıl kazandım? İşte bunu anlatacağım şimdi.

Temmuz 1995'de indim İzmir Adnan Menderes Hava Limanına. 25 adet büyük karton koli içinde getirdim eşyalarımı. Öyle mobilya, beyaz eşya filan getirmedim.
Hatta DURST marka fotoğraf agrandizörümü bile yer kalmadığı için, birçok eşyamla birlikte Almanya'da bıraktım. Gelişim biraz acele ve heyecanlı olduğu için gözüm bir şey görmedi.

Bir an önce vatanıma, benim sevdiğim ama sonradan öğrendiğim kadarıyla beni
sevmeyen akraba ve dostlarıma kavuşmak istiyordum. Tabii beni sevmediklerini,
artık bu ülkeye yabancı olduğumu önceden bilseydim bu kadar heyecanlanmazdım. Hatta gelmezdim bile ülkeme. Ama bunları öğrendiğimde,
geri dönüşü olmayan bir yerdeydim Artık dönmem imkânsız.

Hava Limanında beni hiçbir akrabam karşılamadı. Sadece ablamın kızının eşi geldi karşılamaya. Onun gelme sebebini de anlamak zor. Kendisini daha önce hiç görmemiştim.

Aşırı bir ilgi göstererek beni şaşırttı. Daha sonra bu ilginin nedenini öğrenince daha da şaşırdım. Bende çok para olduğunu zannederek, limana yanaşmış. Hatta bir ara hiç çekinmeden ne kadar para getirdiğimi bile sordu.

Neyse, ülkeme ilk geldiğim yıl pek sıkılmadım. İzmir'in güzel semtlerinden
biri olan Basın Sitesi’nde 4 odalı bir daire kiraladım ve yıllardır hasret kaldığım annemle birlikte oturmaya başladım. Ama annem maalesef bana küçük bir çocuk muamelesi yaparak ikimize de hayatı yaşanması zor bir hale getiiyordu. Devamlı ısrarlarım, yalvarmalarım, yakarmalarım fayda etmedi. Aslında annemin
huyunu bildiğim için Almanya’dan gelmeden önce kendisiyle defalarca telefon görüşmesi yaparak, pazarlık etmiştim. Beni rahat bırakacağını, her şeye karışmayacağını, kendisine evlatlık yapmama yardımcığı olacağını vadetmişti bana. Ama olmadı. Her şeyime karışıyordu. Ben, annemin rahat etmesi, bolluk içinde yaşaması için her gayreti gösteriyordum. Ama annemin tepkisi yüzünden tedirgin oluyordum. Pazardan aldığım meyve ve sebzelere, hatta nane,
maydanoz ve rokaya bile karışıyor, çok müsrif olduğumu söylüyordu.

Annemle anlaşmakta çok zorlanıyordum. Ablam ve diğer akrabalarımın hiç birisi de bize yardımcı olmuyordu. Utanarak düşünüyorum ama benim annemle anlaşamamam onları mutlu ediyordu belki de. Türk insanının çok kötü bir huyu var, genellikle kıskançlar. Başkalarının mutluluklarından rahatsız olanlarımız çoğunlukta. Başkalarının mutsuzluğundan mutlu olanlar da fazla. Akrabalar, hatta kardeşler arasında bile aşırı kıskançlık, fesatlık, çekememezlik var.

Annemle aramın açılmasına seyirci kalarak, uzaktan kıkır kıkır güldüler. Daha sonra da beni yapayalnız bıraktılar. Tek sebep kıskançlık ve birtakım meziyet eksiklikleri.

TÜRKİYE'DE İNSANLARIN ÇOĞU DÜŞÜNCELERİNİ AÇIKÇA SÖYLEMİYORLAR
İnsanlarımızın büyük bir bölümü düşüncelerini açıklamaktan çekindikleri gibi,
açık açık konuşanları da sevmiyorlar. Dini konularda bazı düşüncelerini
açıkça söyleyenler hemen ağır tepkilere maruz kalıyorlar. Hatta dinsizlikle bile itham ediliyorlar. Minarelerdeki, çoğu kalitesiz hoparlörlerden avazı çıktığı kadar bağırarak ezan okuyan müezzinlere reaksiyon gösteren çok az.

İslamda reform dendiğinde dindar geçinen kesimin gazabına uğruyorsunuz. İslamda reform olur muymuş? Neden olmaz? Allah'ın sözleri değiştirilemezmiş? Kim değiştirelim diyor? Kimse. Reform demek, Kuran-ı Kerim'i değiştirmek demek değil ki...

İletişim çağındayız. Saat denen bir şey var. Hong Kong'dan gelen Çin malı saatler 2-5 YTL'ye yerlere serilen tezgahlar üzerinde her köşede satılıyor. 1 YTL'ye küçük çalar saatler var. Müslümanlığı bu kadar küçültmenin ne alemi var? Allah; sesi bozuk müezzinlerin, hiçbir makama uymadan avazları çıktığı kadar kalitesiz hoparlörlerden bağırmalarını mı emretmiş? Hangi surenin hangi ayetinde? Her köşede bir cami var. Çoğu; cemiyetler kanalıyla, kar amaçlı olarak ihtiyaç fazlası inşa edilmiş. Herkes saatine baksın, isterse camiye gitsin, isterse kendi mekânında kılsın namazını.

Sabah saat 04:00 civarında her köşeden bir ezan sesi geliyor ama sabah namazını camide kılanların sayısı 3-5'i geçmiyor. Gece geç yatan birçok kimse sabah ezanıyla uyanıyor ama ne camiye gidiyor ne de evinde sabah namazı kılıyor. Sadece uykusundan ediliyor. Bu insanlar tabii ki işlerinde de randımanlı çalışamıyorlar.

Bir de SALA konusu var. Hiç tanımadığımız birisinin öldüğünü avazı çıktığı kadar arapça bağıran bir müezzinden duymaya mecbur muyuz? Bu ülke müslüman halktan oluşuyor diye her gün arapça dinlemeye mecbur muyuz? Biz arap mıyız? Burası Türkiye mi, Arabistan mı? Herkes ölülerinin yakınlarına telefon veya diğer iletişim araçlarıyla bildiremez mi? Müslümanlık neden bu kadar gürültülü bir din?

Politikacılarımızın oy kaygıları yüzünden semalarımızdan ezan sesi eksilmeyecek parolasıyla hareket etmeye mecbur muyuz? Müslümanlığın daha çağdaş hale getirilmesi için bir şeyler yapılamaz mı?

İşte ben bunları söyleyip yazdığım için pek sevilmiyorum ülkemde.

 
Toplam blog
: 324
: 2811
Kayıt tarihi
: 10.04.07
 
 

06. 06. 1945 İzmir doğumluyum ve İzmirli olmaktan da gurur duyuyorum. 1968 yılında birkaç yıllığın..