Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '10

 
Kategori
Siyaset
 

Ülkemizdeki gazeteci suikastlerinin arka plan işareti

Ülkemizdeki gazeteci suikastlerinin arka plan işareti
 

“Türklerin en belirgin özelliği nedir?” diye bir soru sorulsa şahsıma, vereceğim en yalın yanıtın gazeteci katletmek olduğu yönünde bir ifade olacağıydı.

“Vatan ve millet adına fazla geveze olan ve yazdıkları ile olmadık akıl ve izan yaratan eli kalem tutanların bir bir ve sistemli bir şekilde ortadan kaldırılması memleketin bekası için vazgeçilmez bir olgudur” Yollu veciz düşünce dünyası, daha cumhuriyet kurulmadan önce gelenek haline gelmiş bir durumdu. Bu konuda İttihatçilerin eli kanlı çetesi Teşkilat-ı Mahsusa, engin ihtisas sahibi olmuştu. Pek tabiki gazeteci katli bize Osmanlı’dan ve onun son dönemindeki İttihatçi zümre-çete kastından kalmış bir mirastı. Ve cumhuriyet rejimi, bu mirası bir kenara itmedi. Sonuna kadar sahiplendi. Çünkü; Memleketin bekasının sağlanması için kaçınılmaz yöntemlerden birisiydi gazetecilerin sistemli bir şekilde suikastlerle ortadan kaldırılması.

Kuşkusuz çete türü yapılanma konusuda İttihatçiler her zaman verile gelen bir örnek olmuştur. İktidara gelirken öne sürmüş oldukları daha fazla özgürlük, daha fazla hürriyet idealleri, ittihatçilerin iktidarı ele geçirdikten sonraki süreçte pekde itibar etmedikleri hususlar oldular. Aksine, Osmanlı’da var olan baskı rejimini ortadan kaldıracaklarına tümü ile Osmanlı’yı bir baskı rejimine çevirdiler. İşte bu duruma eleştirel bir gözle yaklaşan dönemin gazetecileri, o ittihatçi yapının bir bir kurbanı olup çıktılar.

Bilindiği gibi o yıllarda ilk olarak öldürülen gazeteci Hasan Fehmi’ydi.

İttihatçiler, kendi uygulamalarını gazetesinde eleştiren Hasan Fehmi’yi 06 Nisan 1909 tarihinde Galata Köprüsü üzerinde öldürdüler. Katili bulunamadı Hasan Fehmi’nin ama tarihimize suikastle öldürülen ilk gazeteci olarak geçti. Arkasında kalan izler, bu suikastin İttihatçiler tarafından bizatihi işlendiği yönündeydi. Hemen sonrasında, 09 Haziran 1910 tarihinde, gazeteci Ahmet Samim’de Hasan Fehmi gibi suikast kurbanı oluyordu. Benzer yöntemler Ahmet Samim suikastindede uygulanmış ve geride kalan deliller İttihatçileri işaret etmişti. Ahmet Samim’de İttihatçilerin uygulamalarından yakınan ve gazetesinde devamlı olarak İttihatçilerin kurmuş olduğu baskı rejimini eleştiren yazıları yazıyor ve yayına alıyordu. Gazeteci Zeki Bey ve Silahçı Tahsin’nin öldürülmelerinde benzer yöntemler kullanılmış, geride kalan izler katilleri yakalanamasada İttihatçileri işaret etmişti.

1922 yılında öldürülen İştirakçi Sosyalist Hilmi’nin ise neden ve niçin öldürüldüğü hiçbir zaman saptanamamıştır.

Cumhuriyet öncesi ve Osmanlı’nın son dönemlerindeki gazeteci suikastleri hakkında Hıfzı Topuz’un “Özgürlüğe Sıkılan Kurşun” isimli kitabı okunmaya değer. Tavsiye ederim.

Osmanlı’nın son dönemlerinde yapılan gazeteci suikastlerinin arkasında kalan izlerin, sürekli devleti yönetenleri işaret etmesi önemli bir veridir. Sonraki dönemlerde Hasan Fehmi, Ahmet Samim, Zeki Bey gibi gazetecilerin öldürülmesinde İtithatçilerin önemli ismi Şükrü Beyin olduğunu görmekteyiz. İngilizler tarafından Malta’ya sürgün gönderilenlerin arasında yer alan Şükrü Bey aynı zamanda Teşkilat-ı Mahsusa’nın has fedailerindendir. Yurda döndükten sonra tekrar siyasete girmesi ve sonrasında Mustafa Kemal’e düzenlenen 1926’daki İzmir Suikastine karışması İttihatçilerin ne denli post sevdalısı olduğununda en yalın ifadesi oluyordu.

Aradan bir asır geçmesine rağmen gazeteci katliamları bu ülkede süre gelmiştir ve öldürülen tanınmış gazetecilerin birçoğunda devletin parmak izleri alenen orta yerde durmaktadır. 1948 yılında öldürülen Sabahattin Ali’nin durumu ise malumunuz. Geçtiğimiz dönemlerde, hatırlarsanız, CHP milletvekili Mustafa Gazalcı, Sabahattin Ali suikastinin tekrar araştırılması için önerge vermişti. AKP iktidarı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu araştırma önergesine burun kıvırmıştı.

1970 ve 1980’li yıllar arasında yaşanan en önemli olaylardan biriside hiç kuşku yokki Gazeteci Abdi İpekçi cinayetidir. Bir muammadır Abdi İpekçi cinayeti. Suikastin kendisi başlı başına önemli bir olay olmakla beraber sonrasındaki gelişmeleri ise tam bir belgesel tadında incelenmesi gereken bir olaydır. Suikastin zanlısı Mehmet Ali Ağca’nın yakalanması ve sonrasında, son derece korunaklı bir cezaevi olan Maltepe Cezaevinden kaçırılması ancak kara mizah tadında değerlendirilecek bir olaydır. Abdi İpekçi suikasti ile ilgili en kapsamlı araştırmayı yapan kişi yine bir gazeteci olan Uğur Mumcu’ydu. Uğur Mumcu’nun Abdi İpekçi ile ilgili ulaşmış olduğu verilerin ışığında bu cinayeti değerlendirdiğimizde, bu suikastin tetikçisinin esasen Mehmet Ali Ağca olmadığı gibi bir saptama yapmak hiçde abartılı olmaz. Tüm verilerin işaret ettiği tetikçinin Oral Çelik olması aslında çokda yabana atılacak bir iddia değildir. Ama sadece bir iddiadır ve kesinliği olmayan bir saptamadır.

Nitekim o yılların Ülkücü Komando Kamplarının müdavilerinin tümünü birçok olayda birer tetikçi olarak görüyoruz ve 1996 yılındaki Susurluk Kazası, 1980 öncesi işlenen birçok cinayette devlet ve Ülkücülerin nasıl bir organik bağ içerisinde olduğuna dair somut verileri önümüze koymuştur.

27 Ocak 1993 tarihinde katledilen Uğur Mumcu’nun ise katillerinin halen bulunamamış olması bir tesadüf değildir. Komiser Colombo’nun en meşhur sorusu olan “Bu cinayetten kimin ne çıkarı vardır?” sorusunu sorduğumuzda, verilecek yanıtlar ne yanı işaret ediyor, işte bu işaret tam anlamı ile bir ibretlik vesikadır. Alın önünüze koyun Hrant Dink cinayetini. Hrant Dink cinayetinin fotoğrafının bize işaret ettiği tarafın ne yan olduğunu bir kez daha buraya yazmanın bir anlamı olmasa gerek.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..