Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Uludağ'a 'Kaçış'

Eveeeet hoşgeldin Melis bebek ... Pardon Eda Melis :) Miniminnacık bir kız bebek daha dünyaya gözlerini açmış bulunuyor, Ayşegül ile Murat'ın bebeği. Egepol Hastanesi'nde doğum gerçekleşti. 2 Ocak günü arayıp da yarın sabah doğuruyorum deyince Ayşegül, sabah kalkıp beyaz karanfil buketimi kapıp yollara düştüm. Söylemeden edemeyeceğim konuyla alakasız olsada, Karşıyaka'dan Üçyol'a gidebilmek için paşalar gibi 600 numara otobüs vardı eskiden, kaldırmışlar, hemi de bana sormadan! Ben cahil tavuk hasbelkader çiçeği alırken çiçekçiye 600 karşıdan kalkıyor değil mi diye sordum kendimden emin bir şekilde. Çiçekçi abim 600 kalktı deyince, nası olur nidasıyla adama yüklenerekten - adamın suçunu bende çözemedim!- soluğu otobüsçülerin kulübesinde aldım içimden çiçekçinin bilip bilmeden konuşup insanlara yalan yanlış bilgi verdiğini geçirerek. Belki de o an yanlış bilgi vermiş olmasını 'Umarak ' desem daha yeri olur çünkü 600 numaranın kalkması demek 'eee ne yapacağız' modunda bilgisizce ortada kalmam demekti. Acı gerçekle yüzleştim, kalkmış işte otobüs, direnmenin manası yok. Tek kişilik greve gidip otobüsü tekrar çıkarttıracak halim yok. Eskiden olsa çok sık kullandığım bir hat olduğu için böyle bir deliliğe imza atabilirdim, zira artık o taraflarda işim olmadığı için kırk yılın başı işim düşüp gideceğim diye hezeyan etmeye gerek yok dedim sustum. Sustum susmasınada iç sesim sevgili Çitlenbik konuşmaya devam ediyordu : Nası gideceğiz ya şimdi?!

Ülkemin pek bir yardımcı otobüs şoförleri sağolsun -otobüsleri kullanırken de, yol tarif ederkenki gibi anlayışlı ve centilmen olabilirseler keşke- hemen nasıl gidebileceğim üstüne Oxford düzeyinde bilgi verip, sıraladıkalrı yol ve yöntemlerle kafamı karıştırıp, teşekkür edip yanlarından kaçmama neden oldular. Kendi, kendime dedim ki, kızım kereviz, atla Konak'a git, ordan her yere gidersin zaten. İç sesimi dinleyip Konak'a inip yine otobüs kulübesi bulup yine sorma gafletinde bulundum : "İller Bankası'nın oraya gideceğim, nası gidebilirim?!". Tanrım! Bilumum çoğu otobüs numaralarını saydı sağolsun, pek bir yardımseverler anlıyorum ama hepsi aklımda nerden kalsın bu ilk kez duyduğum numaraların. Adam bön bön bakışlarımdan anlamış olacak ki, sayıyı ikiye düşürdü ve 152 ya da 287'ye bin onlar kesin geçer dedi. Bir şey söylememe fırsat bırakmadığı için minnet duyup yanından ayrıldım. Her zamanki ballı halimle kafamı kaldırmamala 152 ile karşılaşmam ve yolcuların biniyor olması bir oldu. Hooop atladım hemen.

Senelerce gittiğim yere gittim yine. Otobüs ile indiğim durakta indim gene, hiç yabancı değildi. Uzun zaman olmuş buralara adım atmayalı diye geçirdim içimden. Bir çok kez otobüse binip indiğim durakta bu sefer daha yabancı hissettim kendimi. Onca sene İller Bankası'nın önünden geçip kafamı çevirip bakmamışımdır, bu sefer hastanenin yerini sormak için yöneldim. Yardımsever insanlarımız hemen gösterdi sağolsunlar. Her zaman yolun sağına yönelirken bu sefer yolun soluna geçtim hastaneye. Ne kadar aşina ve ne kadar yabancı olduğuma şaştım.

Hastaneye girip asansöre atladığım gibi 413 nolu hastane odasını buldum pembiş pembiş süsler asılı olan. Kapıyı tıklatıp hafiften içeri girdim, Ayşegül bebeğini kucağına almış emziriyordu. Pespembe yanaklı, yumurcak bir bebiş, çok güzel nazarlardan saklasın... Sezeryan dedikleri şey ne kadar kısa sürüyomuş yaw, Sevil'in de yarım saate bitmişti, Ayşegül'de 8'de girmiş, 8.30'da çıkmış. Epey bi yanlarında durdum, oda kalabalıktı zaten. Hayırlı olsun dileklerimi iletip, hoşbeş edip gerisin geri evimin yolunu tuttum. Hastanedeyken Refik aramıştı, konuşamadık çıkınca ben arayayım dedim otobüs geldi derken usturuplu konuşamadık bi türlü. Bu çocuk her aradığında böyle oluyo yaw, bi şeyler muhakkak bölüyo, aç-kapa aç-kapa modunda bölük pörçük konuşabiliyoruz. Bir de Serdar ile telefon trafiğimiz dehşettir. Bugün yine genel kural değişmedi ve aradığında duymadım. Hoş bu sefer geçerli bir nedenim var sinemadaydım :) Telefonda bir cevapsız işareti varsa, genelde Serdar aramış oluyo. Çocuk arayıpta açtığım nadirdir. Her zaman mı denk gelir, her aradığında açmıyorum sanacak, yok valla öyle birşey :)

Serdar aradı dedim, sinema dedim, ben yine nerelerdeyim ne haltlar etmekteyim değil mi :) Bugün Sevtap ile buluştuk sinemaya gittik. Bu sefer Kaçış filmine gittik başrolünde Alacakaranlık filminin kurtadamı Taylor Luether oynuyordu. Uçmalı, kaçmalı, kovalamacalı bir filmdi, bu çocuğa böyle aksiyonlu filmler gidiyor zaten. Sportif kişiliğini ortaya koyabileceği, gücünü gösterebileceği filmler :) Yapmış yani çocuk vücudu, göstersin anacım hakkı çocuğun, güzel vücut, bakalım hep beraber :) Filmin konusu, kahramanımızın bir gün anne ve babasının gerçek anne babası olmadığını öğrenmesiyle başlayıp, içine CIA'in de karıştığı bi aksiyon filmi. İzlenmeli mi? E yani, Taylor için gidilip izlenilir :) Konu itibariyle çokta dikkatimi çekecek türden bir film değil, bu tarz çok filmler var. Konu sıkıntısı çekiyolar artık filmcilerde. Ama yaratıcı birşeyler olsa diyorum. Tekrarlara giriyoruz artık. İçinde Yaşadığım Deri filmi mesela, konu farklı, acayip izlemek istiyorum ama İzmir'de gösterimi yok ne yazık ki :( Hayal kırıklığı ve muz kabuğu yani...

Sinemaya girmeden tüm cephaneyi hazırladık Sevtap ile, cipsler kekler çikolatalar kolalar allah ne verdiyse :) Ağzımız film boyunca durmadı desem yeri. Sanırım film izlemekten ziyade, bu aburcubur kısmını daha çok seviyoruz biz! Film işin bahanesi olmaya başladı :) Film esnasında da Serdar aramış, bir de Ankara'da ki Burcu aramış. Çıkışta geri dönüşlerimi yaptım hemmen. Serdar yapmayı planladığımız rakı-balık faslı için aramış. Yılbaşı gecesindeki faciamdan haberi yok sanırım (içme ve kusma). Aman aman bilmesin, içirmez etmez sonra :) Cumartesi akşamı evde toplanalım dedi, tamam dedim. Cumartesi gecesi ateşini Serdarlar'da yakacağız biz yani efenim :) Söz, çok içmek yooook...

Bugün annemin de günü vardı Bornova'da. Döndüğünde güzel bir sürprizle geri döndü : Uludağ'a gidiyoruz!! Yuppiiiiiiii... Epeydir gidelim diye konuşuyorduk zaten ama bir şeylerin vesile olmasını bekliyormuşuz demek ki, gelecek değil sonraki haftasonu kaçanzi... Aramayın anacım ulaşamazsınız kayıyoruz moduna gireceğim, şimdiden söyleyeyim :))

Kar görmeyeli epey olmuştu, en son, Kars'a gittiğimde 2006 yılında görmüştüm. Vaay be, özlüyo insan. İstanbul'da doğup büyüyüp de hele ki çocukluğunu babasıyla havuç burunlu kardan adam yapmakla geçiren bir çocuk olarak o bembeyaz karların içinde, özlüyorum yani...

Kıssadan hisse, bunada can derler yoruldum. Kimbilir yine neyi anlatmayı unuttum. Hatırladığım kadarını yazabiliyorum, eve gelene kadar hafızamın yarısını delik cepten para düşürür gibi düşürüp kaybettiğim için, kalan kısmıyla idare ediverin gari :)

Sevelim sevilelim öpelim öpüşelim, kartopu oynayalım üşüyelim sarılalım ısınalım :)) Sahi ya, kimbilir kayarken bir centilmen ile çarpışırız, kalkmama yardım ederken gözgöze geliriz, aşık felan olurum belli mi olur :)) Ben ve aşık olmak, umudu kesmeyin anacım, 2012'den umudum var demiştim, ya olacak ya olacak!

S.B.Ş.
 

 
Toplam blog
: 6
: 415
Kayıt tarihi
: 04.12.11
 
 

Seyehat etmekten inanılmaz keyif alıyorum. En büyük tutkum yazmak, ama ne olursa, kısa öyküler şi..