Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '08

 
Kategori
Siyaset
 

Ulusal egemenlik, Kayseri mantısı ve günışında yönetim ihtiyacı

Ulusal egemenlik, Kayseri mantısı ve günışında yönetim ihtiyacı
 

Fanatizme Hayır, Diyaloga Evet!


Akılların askıya alındığı bir dönemden geçiyoruz..Devletin tepesinde giderek derinleşen bir “yönetimi paylaşma krizi” var.Varolan bu kriz, siyasal rejimden çok toplumsal kesitleri hedef almış görünüyor.

Siyasal düzeyde baş gösteren kriz giderek toplumsallaştırılmak isteniyor.Bir başka deyişle toplumda var olan farklılıklar çatışmaya dönüştürülmek isteniyor.Toplumsal bloklaşmanın siyasi söylem düzeyindeki tezahürleri giderek ürkütücü bir hal alıyor ve eyleme dönüşüyor.

Farklıkları bir arada tutarak yaşatmaya dönük demokratik anlayış giderek aşındırılmak isteniyor. Tahammül yerini tahammülsüzlüğe, hoşgörü yerini horgörüye, diyalog yerini monologa bırakıyor.

Fanatizm giderek boy atıyor.Şiddet duyguları her geçen gün güç kazanıyor.Fanatikler ve şiddet yanlıları tahrik ettikleri toplum kesimlerinden alkış topladıkça daha bir iştahla ajitasyona yöneliyorlar. Sağduyunun sesi giderek kısılıyor.

“Herkes safını belli etsin” mantığı fanatizmi çoğalttıkça çoğaltıyor.Kim haklı-kim haksız tartışmasında “biz de şuralarda hata yaptık, bu hatamızdan vazgeçelim” diyenler hain addedilip sesi kısılıyor.Sağduyu ve barışçıl çağrılarda bulunanlar dışlanıp önleri kesiliyor.

Toplumu Laiklik ile İslam, Demokrasi ile Cumhuriyet, Avrupa Birliği ile Ulusalcılık tercihine zorlayan bu süreç tehlikeli bir süreçtir. Türkiye’nin geleceğini karartan bu sürece seyirci kalmak, affedilecek bir davranış değil…Laik-anti laik, eksenli bir toplumsal çatışmaya taraf olanlar Türkiye’ye çok büyük bir kötülük yapmış oluyorlar aslında.

Demokratikleşme, AB üyesi olma, sivil ve özgürlükçü bir anayasa talebini “ulus-devleti aşındırma” olarak algılamak ne kadar yanlışsa, ulusal değerlere, devletin temel niteliklerine sahip çıkarak sömürgeleşmemeyi savunmaya “oligarşi-darbe taraftarı” olarak değerlendirmek de o derece yanlış.

“Öteki”ni bütün farklılıklarıyla birlikte kabul etmeyen totaliter-otoriter zihniyete karşı mücadele etmek bu toprağı, bu milleti seven her bireyin bu günlerde öncelikli görevidir..

Kimin haklı kimin haksız olduğu tartışmasının bile giderek zararlı olmaya başladığı günümüzde özellikle diyalog yolunun aranması gerekir.

“Hürmetler ve haklar karşılıklıdır” anlayışından hareketle hepimiz birbirimizin kutsalına ve haklarına saygıda bulunmayı anlaşmanın önşartı olarak kabul etmemiz gerekiyor.

Demokratik hoşgörü ve diyalog…Israrla bıkmadan usanmadan diyalog….

Hiç kuşkusuz diyalog beraberinde “güven” duygusunu da getirecektir.Zaten bütün sorun şu veya bu kesimde yer alan bireylerin birbirlerine güven duymamasından kaynaklanmaktadır.İki taraf da birbirlerine yeterince güven duygusu telkin edemiyorlar.Her iki kesim de birbirini “tehdit unsuru” olarak görüyor bu yüzden.

Çünkü, diyalog kurmuyorlar…Karşılıklı konuşmuyorlar….Kiminin elinde mikrofon kiminin elinde kalem sadece öfke ile birbirlerine bağırıyorlar..Kalemlerden, ağızlardan hep “öteki”ni suçlayan sözcükler çıkıyor.

Toplum öyle bir cenderenin içine sürüklenmiş duruma getirildi ki ya Tayip Erdoğan fanatiği ya da Deniz Baykal fanatiği olmak zorunda bırakılıyor.İki siyasi lider bunu “oy hesabı” ile yapıyor ama bu onlara oy getirirken toplumu ürkütücü bir biçimde bölüyor.

Bu ortamda söylediğiniz her söz sizi birinin taraftarı olduğunuz ile yaftalıyor.Sağduyu , diyalog çağrısı bile bu kör dövüşün taraftarı haline dönüştürülmenize yol açabiliyor.

Çok değil beş on yıl öncesine kadar birbirini önyargısız anlamaya çalışan toplum kesimleri, bu gün birbirlerini suçlamak için bahane aramaya başladılar yeniden…Oysa soğuk savaş yıllarının sona erdiğini, artık sağ-sol çatışmalarının, ideolojik ayrışmaların bittiğini zannetmiş, toplumun her kesimi birbirini anlamak için karşılıklı konuşmaya, diyalog kurmaya başlamıştı..Ama görüyoruz ki bizzat ülkeyi yönetenler devlet gücünü paylaşım savaşında “öteki”ni tasfiye edebilmek uğruna toplumu giderek derinleşen çatışma ve ayrışma ortamına sürüklemekten çekinmiyorlar.

Gerilim sürdürülebilir bir yönetin biçimi değildir.Bir süreliğine öfkeli fanatik taraftarlar oluşturularak iktidarda kalınabilir ama ülkeye ve topluma açtığı derin yaralar çok uzun yıllar tedavi edilemez.

Gerilimin dozu yükseltildikçe herkes sadece kendini haklılaştırma ve meşrulaştırma yoluna gider.Bütün argümanlar “öteki”ni haksız görme ve gösterme üzerine kurulur.Her biri suçu “öteki”nin üzerine yıkmakla rahatlayacağını zanneder.”Öteki”ni suçlu ilan etmek bir parça rahatlatsa da krizi açıklamaya ve çözmeye yetmez.Tersine çözümsüzlüğü arttırır.

Toplum tam bir kör dövüşün içine sürükleniyor.Sürüklenmek istendiğimiz kavganın galiplerinin biz olmayacağını bile bile niçin bu kavganın tarafları haline gelmekten yakamızı kurtaramıyoruz?

Siyasal bir körlük ve bilinç kilitlenmesi hepimizi ciddi düzeyde tehdit ediyor.Göz göre göre uçuruma dört nala at koşturduğumuzun ne zaman farkına varacağız.?

Düşünün bir kere..Tayyip Erdoğan %47 ile tek başına iktidar olmuş.Yerel yönetimler kendi partisine mensup.Partisinin Dışişleri Bakanını Cumhurbaşkanı olarak seçtirmiş.Siyaset alanında kendine ve partisine rakip olabilecek bir başka parti veya lider yok.ABD ve AB’nin desteği arkasında.Bir iki gazete haricinde ona muhalif medya yok.Öylesine güçlü ki rahatlıkla gönlündeki, dağarcığındaki projeleri icraata dökebilir..

Bu güce sahip Tayip Erdoğan neden sürekli gerilim ve öfke içinde?..Bütün konuşmalarını neden kendisine asla rakip olamayacak, farklı seçmen kitlesine sahip, son seçimde kendi aldığı oyun yarısını bile alamamış Deniz Baykal’a laf atıp, onunla sert polemikler yapıyor?…Neden uyumlu çalıştırma görevi ve yetkisi kendisinde olması gereken devletin kurumlarıyla çatışma içine giriyor?..Neden Siyasi Partiler Kanunundan başlayarak bütüncül bir demokratikleşme hamlesini yapmıyor?

Türkiye’ye ufuk açması topluma heyecan vermesi , ülkeyi birlik ve dirlik içinde yönetmesi gereken iktidarın başı Tayip Erdoğan neden sürekli toplumun farklılıklarını kaşıyarak gerilimi tırmandırıyor?. İktidarda daha fazla kalmak uğruna neden toplumu dinamitleyerek “yaşasın dışımızdakiler için cehennem” anlayışının tarafı oluyor?

Bu bağlamda Deniz Baykal ile Tayip Erdoğan’ın tarzı arasında fark kalıyor mu?

Otoriter zihniyetin mağduru olarak demokrasi kahramanlığına soyunan Tayip Erdoğan’ın kendi partisini, Meclis Grubunu parti içi demokrasi anlayışından uzak mutlak otorite olarak yönetme çelişkisini ve bu alanda Tayip Erdoğan ve Deniz Baykal’ın benzeşmeden öteye aynılaşmasını nasıl açıklayacağız?

Deniz Baykal nasıl oluyor da geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetine icabet edip Çankaya’ya çıkıyor ve çıkışta “Mantı yedik” diye açıklama yapıyorken 23.Nisan Ulusal Egemenlik resepsiyonunu “boykot” edebiliyor?

CHP lideri için Kayseri mantısı mi yemek önemlidir Ulusal Egemenlik mi?

Ulusal egemenlik, hakimiyetin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olmasıdır oysa.Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal, ulusal egemenliği, bir vatan üzerinde yaşayan bir halkın bütün kararlarını kendisinin verebilmesi, yönetimini demokratik seçimlerle gelen siyasal partilerin oluşturduğu TBMM aracılığıyla kullanması gerektiğini söylemiş ve askeri-siyasal-iktisadi bağımsızlığı ulusal egemenliğin ayrılmaz üç kavramı olarak belirmişti oysa.

Ulus-devletin egemenliğine sahip çıktığını ilan eden ulusalcı olduğunu vurgulayan bir kitle hangi akıl karmaşası ve öfke nöbeti etkisiyle “ulusal egemenlik” bayramının resepsiyonunu boykot edebilir?

Bir devletin ordusunun kuvvet komutanları nasıl oluyor da Cumhurbaşkanı’nın eşinin başında örtü var gerekçesiyle ulusal egemenlik veya diğer resmi davetlere icabet etmiyorlar?Nasıl oluyor da devletin bazı memurları devletin en üst görevlisine “senin davetine geliriz ama eşin gelmesin” diyebiliyorlar?

Bu manzara binlerce yıllık bir devlet geleneği olan millete reva mıdır?Bu görüntü Türkiye Cumhuriyeti Devletine yakışan, devletimizi yücelten bir manzara mıdır?

Gerçekten akıllarını askıya almış, sağduyusunu kaybetmiş, kendisinden başka herkesi horgören ve görmeye bile tahammül edemeyen, karşılıklı konuşmayı unutmuş kişilerin yönetimi bizi yormaya başladı.

Ankara’da konuşulanlar, Ankara’da yapılanlar Anadolu’nun canını fazlasıyla sıkıyor..Ankara’dan yayılan öfke ve gerginlik toplumun her katmanın ruhunu ve aklını çürütüp hepimizi mutsuz ve umutsuz ediyor.

Mevcut siyasi yapı siyasi anlaşmazlığı tehlikeli bir biçimde toplumsallaştırdığı için sadece fanatikler yaratıyor.Fanatizm kendisini mutlak doğru, diğerlerini ise hain ve devlet millet düşmanı olarak gösteriyor ki bu psikoloji giderek ülkenin insan kaynaklarını yok edip kısır kavgalara kurban ediyor.

Anadolu bu kör dövüşten çıkış yolunu mutlaka bulacaktır.Açıktır ki mevcut siyasal sistem günümüzü yönetmek açısından yetersizdir.Çünkü, mevcut siyasi aktörlerin ellerindeki gücü +öteki+ni sistem dışına itmek için kullanıyor olmaları milletimize derin bir dram hazırlamaktadır.

Hoşgörünün, birbirine tahammülün, diyalogun, farklılıkları zenginlikten öteye zorunluluk kabul eden, kendi görüşünü karşısındakine dayatmaktan uzak, sağduyunun hakim olduğu, başkalarının görüşlerini aramayı onların ihtiyaç ve isteklerini fark etmeyi zorunlu kılan yeni bir anlayışa ihtiyacımız var.

Millet aleyhine daraltılan siyaset alanının genişletilerek nefes alınan, üretim orijinli, liyakatin hakim olduğu, milletin inanç ve düşüncesine bakmaksızın tümünün kucaklandığı ve temsil edilebildiği, siyasetin bütün alanlarının herkese açık olduğu, askerin vesayetinden ve liderlerin sultasından kurtarıldığı, dünyaya adaptasyon yeteneğine sahip yeni bir heyecan, yepyeni bir anlayış zorunluluk haline gelmiştir.

Kaldı ki Türkiye’nin içine sürüklendiği bu içe dönük kör dövüşten mutlaka ve ivedilikle kurtularak yeniden dışa dönük, uluslar arası alanda etkin rolleri alabilen büyük devlet statüsüne sahip olması gerekir.Bu vizyonu iç kavgalarla her yeri yara bere içinde kalmış bu siyaset aktörleriyle ve siyasi parti yapısıyla değil bütüncül bir demokratikleşme hamlesini yapabilecek yeni bir anlayış, yeni bir yapı, yeni siyasi liderler eliyle yapılabileceği açıktır.

Önümüzdeki dönem akılların askıdan inip yeniden başlara devşirildiği, yeni anlayış arayışının giderek çoğalacağı günler olurken gerginliğin tarafı siyasilerin toplumsal desteklerinin azalacağını görüyoruz..

Yeni anlayışla günışığında yönetilme ihtiyacı toplumun her katmanında giderek büyüyen bir biçimde olgunlaşmaya başlamıştır.
 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..