Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Nedim Bahçekapılı

http://blog.milliyet.com.tr/fikih

26 Ocak '21

 
Kategori
Üniversitelinin Sesi
 

Ümmulkura mı? Ortadoğu mu?

Ümmulkura mı? Ortadoğu mu?

 

Hegemonyacılığın siyasi, iktisadi, kültürel boyutları olsa da, her birinde bir zümrenin diğer bir zümreyi kendi üstünlüğüne inandırma olgusu yatar. Böylece özne olması gerekenler, bu üstünlüğe inanır ve mücadelesinden vazgeçerek nesne olmaya razı olurlar. Biz bilhassa şu son iki yüzyılda bunun acı örneklerini yaşadık. Coğrafyamızdan kültürümüze, hatta inancımıza varıncaya kadar başkalarının müdahalesine, dikte ve belirlemesine maruz kaldık.

 

Mesela “Ortadoğu” kavramı günümüzde sık duyduğumuz coğrafi terimlerden biridir. Bilmem ki, ülkemizi de kapsayan bu tanımlamanın, kim tarafından ne zaman yapıldığını merak edeniniz oldu mu? Bizim tarihi kaynaklarımızda böyle bir tanımlamaya rastlanmaz. İnsanlığı etkileyen en köklü dinî ve kültürel oluşumların zuhur ettiği, medeniyetlerin ve semavî dinlerin beşiği olan bu bölgede yer alan Mekke, Kur’an’da “ummulkura-kentlerin ve medeniyetlerin anası olarak nitelenir. “Sana, şehirlerin anası-esası olan Mekke halkını ve çevresindeki bütün insanları uyarman için bu Kitabı indirdik.”En’am; 92.

 

19. yüzyıldan itibaren güç Avrupa’ya kayınca, Roma merkezli yaklaşım, en eski medeniyetlere beşiklik eden bizim coğrafyamızı bir çırpıda merkezin dışı ve edilgen bir alan olarak tanımlandı. Osmanlı coğrafyasının zenginliklerine göz diken batılı devletler kendilerini merkeze koyara,k yeni bölgesel tanımlamalar yapmaya ihtiyaç duydu. Kendilerine göre bu bölge artık ortanın doğusunda kalıyordu. Hindistan gibi daha uzak sömürü alanlarına da uzak doğu dediler.

 

Coğrafi tanımlamaları kültürel tanımlamalar izledi. Batı artık bilimi de kendi tekelinde görüyordu. Ünlü sosyolog Max Weber medeniyet ve modernliğin, belli aşamalardan sonra Batılı toplumların ulaştığı bir seviye olduğunu, Batı dışı toplumlarda modern anlamda sosyal ilimlerden söz edilemeyeceğini iddia etti. Bu düşünce büyük oranda kabul gördü.

Artık İslam kültür ve medeniyeti, bu medeniyete ait kurumlar da Batılı şablonlara göre tanımlanıyordu. Müslümanlara ait, özgün bir ilim dalı olan “fıkıh” ilk defa Hollandalı doğu bilimci-oryantalist S. Hurgronje (ö. 1936) tarafından batılı terminoloji ile tanımlanmaya çalışıldı. Ancak “fıkıh” terimini ne hukuk ne etik ne de sosyoloji terimleri tam karşılıyordu. Sonuçta fıkhı deontology-değerler ve vecibeler sistemi olarak tanımlayan bu zat, oryantalistlerin fıkıh üzerinde görüş serdedecek donanımdan yoksun olduklarını da itiraf etti. Daha sonra gelen Schacht gibi oryantalistler “fıkıh” ilmini “İslamic Law-İslam Hukuku” deyimiyle karşıladılar.

İşin ilginç tarafı fıkhın tam karşılığı olmayan, ancak bir kısmına tekabul eden “İslam Hukuku” deyimi İslam ülkelerinde de fıkıh yerine kullanılmaya başlandı.

1980 li yıllarda Türkiye de “al Baraka” diye bir banka kurulmuştu. Neden sonra bu ismin aslında “el Bereke-bereket” olduğunu, bize gelebilmesi için şöyle Avrupa’yı bir dolaşması gerektiğinden(!) oralarda al-Baraka ya dönüştüğünü anladık.

 

Coğrafya, kültür derken sıra inanca da geldi. Kutsal Kitap denilince ne anlaşılması gerektiğini de Batı’nın belirlemesi gerekiyordu, öyle de oldu. Batılı oryantalistler kendi kafalarındaki “kutsal kitap” şablonuna gore bir Kur’an algısı geliştirdiler. Bizde bu etkiye maruz kalanlar, Kur’an’a İncil muamelesi yapmaya başladı. Batı’daki, Kitabı Mukaddes okumalarına benzer

Kur’an okumaları-değerlendirmeleri yapmaya başladılar. Böylelerinin sayıları az da olsa gürültüleri çok çıktı.

 
Toplam blog
: 13
: 110
Kayıt tarihi
: 05.01.21
 
 

Özgün düşünceye saygılı, bilimsel kriterlere riayet etmek prensibimdir. Tarih felsefesi, hukuk ve i..