Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '17

 
Kategori
İnançlar
 

Umre ziyareti -1. bölüm

1. Bölüm:
 
Kutsallığına inandığımız, yerleri ziyaret edip, gezip dolaşmaktır. Bunun için önce niyet edip, pasaport çıkarmak gerekir. Sonra gidip kalacağın otele göre para temin etmek gerekir. Bundan sonrası Müftülüğe müracaat edip, hangi şartlarda gidip gelmek istiyorsan onu bildirip bekliyorsun.
 
Sonra sana müftülükten telefon geliyor. Sende gidip onların belirleyip, bildirdiği miktardaki parayı, ilgili banka şubesine yatırıp makbuzunu alıyorsun. Daha sonra bir daha telefon geldiğinde pasaportla para makbuzunu, seni oraya götürüp getirecek olan rehber hocaya verip, bizim adımıza, bizim işlemlerin yapılıp, bitmesini müteakip son bir çağrı daha yapılıyor.
 
O çağrıda da sana orada lazım olacak çanta, ihram, bir kaç kitap vs. şeyler veriyorlar. Orada başka nelerin lazım olacağını vs. işleri anlatıp seni umre'ye gitmeye maddi ve manevi olarak hazırlıyorlar. Gidiş gününden bir kaç gün öce de nereden ve nasıl gidip geleceğimizi söylüyorlar.
 
Söylenen gün gelince de ucağın kalkış saatinde üç, üç bucuk saat önce havaalanında, rehber hocanın etrafında toplanıp işlemlerin yapılmasını bekliyoruz. İşlemler bitip uçuş saati geldiğinde de piste gidip uçağa binip gidiyorsun.
 
Hava alanında hiç bir eşya, bavul peşinde koşmuyorsun. Onlar senin kalacağın otele, senden önce görevli biri tarafından getilip resepsiyonda bekletiliyor. Bizler otele varınca da odalarımız belirleniyor. Bizimle birlikte eşyalarımız da önceden hazırlanmış olan odalarımıza çıkarılıyor.
 
Bu konuda ne giderken, nede gelirken hiç bir olumsuzluk yaşamadık. Onun için bu görevleri üstlenip yapanları tebrik ediyorum.
 
Çünkü böyle bir ziyarette, yaşanabilecek en küçük bir olumsuzluk hacı adayını üzer. Moralini bozup, oluşturduğu tüm pozitif enerjisini dağıtıp kaybeder. Aklı eşyasında kalan hacı adayının bozulan moralini toplanıp eski konuma gelmesi zordur.
 
Konaklama ve yemekler de her şeyiyle güzeldi. Elbette güzelin güzeli vardır. Ama biz oraya yemek yiyip yatmak için gitmedik. Yoğun bir ibadetle kirlenen benliğimizi arıtıp, temizlemeye gittik.
 
Buraya kadar anlatt
 
ıklarımın hepsi hizmete yöneliktir.
 
Ben şahsım ve ailem adına, tüm emeği geçenlere teşekkür ederim.
 
UMRE ZİYARETİ 
 
2. Bölüm:
 
Evet, şimdi de maneviyata yönelik aldığım hazla birlikte duygu, his ve düşüncelerimi anlatmak istiyorum.
 
Bunun için size, yıllar önce gördüğüm bir rüyayı anlatmak istiyorum.
 
Geçmişte bir gün, bir gece; Yani yıllar önce gördüğüm bir rüyada, yaşadıklarımı size bire bir anlatıp yazacağım. Çünkü gördüğüm o rüyayı adeta ben orada bir daha yaşadım. O bana çok büyük haz ve moral verdi. Ben o atmosferde manen, yeniden kendimi güzelleştirip, zenginleştirdim.
 
Benim orada manen aldığım haz ve moral beni, adeta yüceltip yükselterek insanlara egosuz, kibirsiz saf bir benlikle yukardan bakmamı sağladı. Maneviyat dünyamda orada yaptığım her tavafta beni biraz daha içine çekerek, orada oluşan o pozitif enerji, benim O'na olan teslimiyetimle birleşerek beni, benden alıp, benliğimden beni sıyırarak adeta rüyamda görüp yaşadığım her şeyi bana tekrar yaşatması, onun bana akıl ötesi yüce bir varlık olduğunu gösteren en önemli işaretlerden biriydi.
 
O işaretleri idrak edip yaşamam için hem bana güç verdi, hem de moral verip, beni manevi aleme çıkarıp gezdirmesi, benim hayal gücümü artırıp, benim daha çok düşünmemi sağlaması, elbetteki benim için çok büyük bir olguydu. Bu olguya ulaşmam benim için bir erdem, bir olgunlaşmaydı. Yani artık kendimi tanıyıp bilme zamanı gelmiş geçiyor, gibiydi. Çünkü ben orada mekan ve zaman merhumundan sıyrılıp, ben onları orada unutmuş ya da kaybetmiş gibiydim. Çünkü ben taafa başladığımda saat 23.05 ti. İkinci taafın namazını kılıp, şükredip kendime geldiğimde saat, 03.15 ti. O kadar zaman nasıl gelip geçmişti de ben hiç mi, hiç farkına varmamıştım. Halbuki, başka zaman, o kalabalıkta, o kadar sürede en az on taaf yaptığını söyleyen insanlar vardı. Bunu söyleyenler her halde koşarak yapıyorlardır. Yoksa hakkını vererek bunu yapmak herhalde imkansız. Bunu bu kadar hızlı yapmak bir marifet mi, onu bilmem ama, benim sağlığım zaten bu işi bu kadar hızlı yapmaya müsait değil.
 
Artık bu konuyu burada bırakalım. Hiç kimsenin günahını da üzerimize almayalım. Çünkü herkes kendi aklını beğenir. Kendi akıl ve gücü oranında iş yapar. Onun için bizim burada hiç kimsenin ibadetine karışıp söz söylemeye hakkımız yok. O, iş onunla Allah arasında olan bir şey. Onun için herkes kendi payına düşen işi yapar.
 
Demek ki ben de orada o işi öyle yapıp, öyle yaşamam gerekiyormuş ki ben de öyle yaşadım. Elbeteki her şeyin bir kuralı var. Ama insan bazen şekilcilikten kurtulup, kural dışına da çıkabilir. Yani herkesten bire bir aynı şeyleri söyleyip, aynı duaları etmesi de beklenmez. Yeterki söyledikleri Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik güzel sözler olsun.
 
Allah, hiç kimsenin emeğinin boşa çıkmayacağını söyleyip, vaat ettiğinden olacak ki, kulun her gösterdiği gayret, çaba ve çalışmasının sonucunda oluşacak olan hak, emek ve alın terinin karşılığını, hardal tanesi kadar bile olsa, onu zayi etmeyip, sahibine vereceğini, söyleyip, vaat etmiştir. Onun için bize düşen tek görev, onun rızasını kazanmak olmalıdır. Bundan gayrısı onun bileceği iştir. Bizlerin değil. Biz ancak onun rızası için umut tarlasına ektiklerimizin karşılığını, onun rıasıyla yeşerip hasada dönüşmesini yine ondan umar, ondan bekler, ondan isteriz. Çünkü o vaat etmiştir. Çalışıp, çabalayıp, gayret gösteren, emek verip, alınteri döken herkesin hakkı, Hak tarafından hak ettiği şekilde verilip, ödenecektir. Bu bir Allah vaadidir. Allah vaadinde durandır.
 
Ama ben o rüyayı gördüğüm yıllarda akılda, duyguda, düşüncede, bilgide, irade de duygu ve düşüncelerimin oluşmasında o zaman gösterdiğim itina ve hassasiyetin şimdi üçte biri yok. O zamanlar taat ve ibadette çok sıkı ve hassastım. O hassasiyetle de yaptığım her ibadetin hakkını vererek yapıp yerine getiriyordum. Yapıp yerine getirmem de bana çok şeyler kazandırıyordu.
 
O'nunla aramdaki bütün mesafeler sanki kısalıp, yok olup, kalkıyor gibiydi. Sanki aramızda bir perde vardı. O, perde de açılıp kalkacaktı da ben de onu görecek gibi, oluyordum.
 
Gördüğüm rüyaların rahmani mi? şeytani mi? olduğunu artık ayırt edip biliyordum. Onun için o zamanlar rüyamda görüp çıkar dediğim her rüyam artık bire bir çıkıyordu. Çünkü biliyordum ki, o rüya Allah'tan ya da melekut aleminden gelen rahmani rüyaydı.
 
Hakikati anlatan bu bilgi dolu rüyalar bana, hiç ummadığım yer ve zamanda gösterilerek, şayet hep o şekişlde yaşayıp ölürsem, sonuçta bana; ne dereceler, ne payeler verilip, bir fani için erişilmesi çok zor olan ne büyük ikram ve kazançlar elde edebileceğim gösteriliyor gibiydi.
 
Nasıl gösteriliyordu derseniz, önce gördüğüm rüyayı anlatmam gerekir.
 
Geçmişte bir gün, bir gece; gördüğüm bir rüya, benim aklımı başıma getirdiği gibi, aklımı başımdan da alabilirdi.
 
Gördüğüm o, rüyada ben ölüyorum. Beni sorguya tabii tutan melekler, bana dünyada ki, hayatımla ilgili bir çok sorular sorup, cevaplamamı istiyorlardı. Ben de onlara usulünce cevap veriyordum.
 
Bir ara bana, bunları yapıp, yerine getirdiğime dair, şahidin var mı? Diye sorduklarında, ben de var dedim. Peki o kim dediler. Ben de onlara dedim ki, ummeti olduğum, Hz. Muhammed (s.a.v.) dir. Dedikten sonra, sesleri duyulup, kendileri görünmeyen meleekler, kendi aralarında benimle ilgili konuşurlarken, (Bura da riyadan Allah'a sığınırım. ) benim günahsız olduğumu söylüyorlardı. Ancak hala benim akibetim belirsizdi. Çünkü hükmü verecek olan Allah'tı.
 
İşte tam da o anda bir ses, bir nida duyuldu. Kendisi görünmediği gibi, sesin geldiği yönü de tesbit edilemiyordu. Çünkü ses her yönden aynı tonla geliyordu. Ama söz, meleklere seslenip, meleklere söyleniyordu. Çünkü bu aşikardı. Ve de çok net anlaşılıyordu. Şimdi siz, o kuluma şu soruyu sorun. Sonra da kulumu rahat bırakın. Dedikten sonra, şimdi hatırlayamadığım, ahirete kadar da hatırlayamacağım, o soruyu bana soran melekler, Allahh'u taalaya evet, söylemiş dediklerinde, benim sorgu ve sualim o anda bitmiş oldu.
 
Biten sorgu ve sualimim ardından, melekler önce bana, dördüncü kat semadaki yerimi gösterip, yetkilerimi söyleyip anlattıktan sonra ilk gördüğüm şey, köyümüzde bizlerin çaresizlik içinde koşarak doğumumuzu sağlayan Ayşe adlı ebenin orada yattığını görüp sorduğumda meleklerin bana cevabı, o seni bekliyor. Neden diye sorduğumda, senin doğumunu yaptırabileceği halde ikiz olduğumuzu öğrenince yaptıramam korkusuyla annemin ve bizim canımızı kanamalı bir halde hiçe sayıp, babam asker olduğu için, annemin babasını yani dedemi çağırıp ona demişki kızını ve torunlarını sağlıklı görmek istiyorsan al ve derhal hastaneye yetiştir.
 
Hastene köyümüze bir saat uzakta, üstelikte gece göz gözü görmüyor. O günün şartlarında at yok. Araba yok. Hemen komşulardan biri, öküz kağnısı hazırlar. Dedem hastaneye vardığında annem baygındır. Bu seferde hastanede doktor yok. Dedem sokak, sokak dolaşarak doktorun evini arayıp bulur. Ve doktoru alıp hastaneye getirdiğinde annem bitkin bir halde, bir de ikiz olduğumuz için birbirimize dolaşıp ters gelmişiz. Dolayısıyla bu durumda doğumumuzu bir hayli zorlaştırmış. Sonuçta biz doğunca annem de rahatlamış.
 
Şimdi geri başa dönüp, meleklerden Ayşe ebenin orada neden yattığının sebebini öğrendikten sonra, meleklere diyorum ki, o zaten burada yeteri kadar yatıp cezasını çekmiş, artık onu buradan kaldıralım dediğimde, o yetki sizde dediler. Peki ben neyi nasıl yapmalıyım ki, o, buradan kalkıp asıl yerine gitsin. Deyince melekler bana, söyleyeceğim sözü söyleyip, bana onu orada öğrettiler.
 
Ben de öğrendiğim gibi o sözü orada söylediğimde Ayşe ebe, ayağa kalkıp, bana minnet duygusunu ifade ettikten sonra kalkıp, önceden hak ettiği yere gitti.
 
Orada bana diyorlar ki, efendim, sizin yetki alanınız dördüncü kat ve aşağısındaki her kat ve alanda istediğiniz her şeyi Allah'ın izniyle yapmaya müktedirsiniz. Ancak siz istediğiniz de yukardaki her kata çıkıp, oraları ziyaret edip katlarını gezip, onlarla konuşabilirsiniz. Ama onları sizin, yapıp ettiklerinden dolayı afedip bağışlama yetkiniz yok. Dedikten sonra beni, öyle büyük bir alana götürdüler ki, sanki orada milyarlarca insan var. Hepsinin içinde benim adımı okuyup, söyleyerek bura, Allah'ın sana, dünyadaki yaşantından dolayı tevdi edip, teveccüh göstererek vermiş olduğu yüce makamdır. Geç otur. Diyerek, sanki onlara bir duyuru, bir tebligat yapılır gibiydi. Sanki benim oraya varacağım, oradaki herkese daha önceden duyurulup, bildirilmiş gibiydi.
 
Melekler beni oradaki bulunmam gereken yere oturttuktan sonra, Allah için önce onlar bana "Bismillahi Allah'u Ekber" diyerek beni selamlayıp, bana bu dünyada yaşarken hiç duymadığım bir sesin anlam ve güzelliğini bana orada yaşatttılar. Bana gösterilen bu yoğun ilgi, alaka, sevgi ve saygıdan dolayı o an öyle huzur duyup, öyle çok mutlu oldumki, şimdi onu burada yazıp, anlatmam imkansız. Hani bazı şeyleri kelimlerle yazıp anlatmak nasıl mümkün değilse, şimdi bende orada aldığım o hazzı, beni hoşnut eden, o güzel duygu, düşünce ve hisleri, şimdi benim burada anlatıp, tarif etmemin ne kadar zor ve imkansız olduğunu elbette sizlerde takdir edersiniz. 
 
Onların bana söyleyip yaşattıkları bu hoşnutluğun aynısını, ben de onlara yaşatmak için aynı kelimelerle, aynı şeyleri söyleyip onlara karşılık vererek tekrarladığımda o koca meydandaki tüm insanların benim sözlerimin ardından hep birlikte "Bismillahi Allah'u Ekber" diyerek üç kere tekrar edip söylediklerinde de yine aynı şeyleri duyup hissettim. Onun için o, sesin verdiği hoşnutluğu, benliğimde oluşturduğu o hazzı, o hissi ölene kadar kulaklarımda duyup, benliğimde hissederek o, güzel söz ve sesle yaşayacağım.
 
Şimdi rüyadan çıkıp, kabede yaşadığım gerçekleri anlatayım..
 
Kabe'de bulunduğum ikinci günün sonunda tavaf ederken her yeşil ışığa geldiğimde Allah için Kabeyi selamlarken üç kere tekrarlayıp söylediğim, "Bismillahi Allahu Ekber" cümlesi rüyamda gördüğümle bire bir aynıdır. Orada şunu da fark ettim. Ben yeşil ışığa geldiğimde, sanki herkes susuyordu da sadece ben söylüyormuşum gibi oluyordu. Sonra anladım ki, rüyamda görüp söylediğim o sözlerin bire bir aynısıydı. Fark ettiğimde çok mutlu oldum.
 
orada da söylemiş olduğumu fark ettim. Ancak orada söylenen ile burada söylenen sözler bir birinin aynı olsa da tat ve lezzet olarak elbetteki birinden çok farklıdır.
 
Ancak rüyamda görüp söylediğimle, Kabede söylediğimin arasında çok fark vardı. Tabiki, ahirette söylediğim ile Kabe de söylediğim arasında da çok büyük bir farrk vardı.
 
Bütün bunları bana ölmeden önce bir daha farkına varıp yaşamamı saylayan her kese teşekkür ederim.
 
Tüm "HACI" ve "UMRE" ziyaretinde bulunan ve hakkı geçen herkese benden selam olsun...
 
20 / 22.02.2017
 
Cahit KARAÇ
 
Toplam blog
: 124
: 519
Kayıt tarihi
: 27.09.11
 
 

1953 yılında Kahramanmaraş İli, Elbistan İlçesi, Akveren Köyü doğumluyum. Ankara Kimya Meslek Lis..