Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Umurumda değil(!)

Umurumda değil(!)
 

Saygıyla..


Bugün; hani “Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni” diyen Nazım Hikmet’in 107. doğum yıldönümüymüş… “Yirmi Kasım doğumlu olmasına rağmen kırk gün için bir yaş daha fazla görünmesin diye kendinin de kabul ettiği 15-Ocak tarihi” doğum günü olarak anılmaktaymış.”… “Soyadını alırken çevresindekilerin, ‘Türkkan’, ‘Özkan’, ‘Soylukan’ vs. gibi hamaset belirteci soyadları adeta yağmalarken, biraz alay, biraz da ‘kafiye bozulmasın’ diye Ran soyadını seçmekle safını seçmiş ve kafatasçılara gerekli dersi vermiş” olan şaire memleketçe itibar(!) iadesinin derdine düşülmüş… Öyle ki Meclis Başkanı “Nazım bizim malımız, oralarda başkalarının etiketi ile bulunmasına gönlümüz razı olmaz.” diyerek materyalist Nazım’a “mal” sıfatını uygun görmüş… “Bel kemiği oynak, medya artığı liboşlar, Nazım’ı sadece içki masalarının ve kifayetsiz ikili ilişkilerinde tüketme alışkanlığında...” imişler… “Onu herkesin şairi konumuna sokup komünistliğini ayıklamak, onu kendi düzlem düzeyine indirgemek ve alttan alta değersizleştirmek, sıradanlaştırmak” çabasındaymışlar… Hatta ona “kartpostal şairi” bile diyen olmuş da, Can Yücel’den gereken yanıtı almışmış... Hakkında açılan 12 ceza davasından bir tanesinin duruşmasında, Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, yaptığı savunmasında; “ İddianamede komünist olduğuma dair suçlama var. Evet, ben komünistim. Bu muhakkaktır. Komünist şairim ve daha esaslı bir komünist olmaya çalışıyorum.” diyen Nazım’ı bilen de seviyormuş, bilmeyen de… Ve o Anadolu’da bir köy mezarlığında üstelik bir çınar ağacının gölgesinde yatar gibi, 45 yıldır Moskova’da Novodeviçi’de yatıyormuş…

Hiç ama hiiççç umurumda değildi bütün bunlar. Ben bugün; öğle tatilimde, şehrimi yaşamanın derdindeydim. Sanki her taraf beyaz papatyalara kesmiş de, ardından kırmızı laleler açacakmış gibi bir hava vardı güzel şehrimde. Attım kendimi mavimin kıyısına, grinin en güzelinden yansıyordu mavi. Ağır ağır yürüdüm “sahilde”. Bulutların arasından göründükçe yüzümü ısıttı; yaktı güneş. Yalıdaki köprüden geçip, hemen oradaki “çaycı” ya daldım bodoslama. Daha dışarıdaki masaların üzerini örten naylonları toplamamışlardı, sandalyeler üst üste yığılıydı. “Dışarı servis yapmıyoruz” diyen çocuğa derdimi anlatıp, mavi mavi gülümseyince, bir masanın örtüsünü kaldırdı, bir koltuk koydu yanına ve ben az sonra “İzmir” tostumla, ince belli cam bardakta çayımı içiyordum; köprünün altından görünen denizin maviliği eşliğinde. Yani ben bugün Şair’in dediği gibi, “yaşamanın” derdindeydim.

“Yasamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yasayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani yasamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün isin gücün yasamak olacak.

Yasamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda

insanlar için ölebileceksin.

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek seyin
yasamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölümüne inanmadığın için,

yasamak, yani ağır bastığından.”

1947 / NH

Not: Tırnak içindeki, Nazım’a ait yorumlar, önerilerimde bulunan, sevgili Birkan Can’ın; emek verilerek ve son derece belirgin bir bilinçle yazıldığı belli olan, Nazım Hikmet’i anmak” güncesinden alıntıdır.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..