Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '16

 
Kategori
Eğitim
 

Umut, toplumun ve bireyin can damarıdır

Umut, toplumun ve bireyin can damarıdır
 

www.denkbilgi.com.


Umut, toplumun ve bireyin can damarıdır.

Umut, insanı yaşama bağlar. Umudunu yitiren insanın yaşamla bağları zayıflar ya da kopar. Bu nedenle, umudu canlı tutmak gerekir. Gerekir de darbe girişiminin olduğu, terörün kol gezdiği bir ülkede yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Her an bir olayla, olumsuzlukla karşılaştığımız bir ülkede ,”umudu nasıl canlı tutalım”,diyebilirsiniz de “umutsuzluk” daha mı iyi? Hayır. Umutsuzluk, bireyi yok eder; eğer umutsuzluk toplumda yaygınlaşırsa toplum yok olur, diyor Ziya Gökalp. Doğru der, Ziya Gökalp. Umut, yolumuzu aydınlatan bir ışıktır. O ışık sönmeye görsün! Bizi yücelten, geliştiren tüm değerler; çürür, karanlıklara gömülür.

Şunu da unutmayalım ki, barış ve adalet gibi istediğimiz taktirde kurabileceğimiz şeylere dayandığı için umut, yalnız istem için tutunabilir; umutsuzluk ise olmuş bitmiş şeylere dayanarak kendi kendine yerleşir ve kuvvetlenir. Dinin içinde olduğu halde din yüzünden kaybolan, ama kurtarılması gereken tek şeyi, yani o güzelim umudu, işte bu düşüncelerle kurtarmak olanağı olur.(Alain, İyimserlik, çev: Fehmi Baldaş)

Alain,umudun istekle gerçekleşebileceğini, umutsuzluğun istem dışı yerleşip kuvvetleneceği görüşünde. Öyle değil mi? İyileşme umudu olmayan hastanın sağalma olanağı zayıftır. Başarılı olma, sınıfını geçme umudu olmayan öğrenci; işinde başarılı olamayacağını düşünen öğretmen, doktor, mühendis, mimar… Umutsuzluk girdabından çıkamaz. Bu nedenle her koşulda umudu canlı tutmak gerekli; çünkü umutsuz olmaya hakkımız yok. Kimileriniz, ufukta istediğimiz, özlemini çektiklerimize ulaşma olanağımız yoksa boşa umutlanmanın, düş kurmanın yararı nedir, diyebilir. Zengin olacağım demekle zengin olunamayacağı gibi.

Şair Orhan Murat Arıburnu, fakirin “umut”tan başka bir varlığının olmadığını, şu dizelerde dile getiriyor:

Dünya döndükçe
Umut, fakirin ekmeği

Ye Mehmet ye
Ye Mehmet ye!...

Ümitle ilgili anlamlı sözler ve özdeyişler de ümidin toplum ve insan yaşamındaki yerini vurgulamaktadır.

Ümitsizlik, sersemlerin elde ettiği bir neticedir.(Disraili)

En geveze kuş ümittir Kalbimizde hiç susmaz.(Cenap Şahabettin)

Umut yoksulun ekmeğidir. (Thales)

Ümidini kaybetmiş olanın, başka kaybedecek şeyi yoktur. (Boise)

Ümit, saadetten alınmış bir miktar borçtur. (Joseph Joubert)

Ümit inatçıdır, beklemeyi ancak o bilir. (Comtesse Dyan)

Ümit, en bedbaht insanlardan bile ışığını esirgemez. (Victor von Schetfell)

Akıllı ve uyanık olun; sizi ümitsizliğe götüren hadiseler, saadete de götürebilir. (Delaunay)

Allah bir kapıyı kaparsa bin kapıyı açar.( Hadis-i Şerif)

Bir vaktin insanlarının bozulduğuna alâmet, o insanların korkudan çok ümit içinde olmalarıdır.

En büyük felaketler içinde dahi ümidini kaybetme. Unutma ki ilik en sert kemiğin içinden çıkar. (Hafız)

Hayat dardır, doğru, ama umut da geniş. (Goethe)

Ümitsizliğe kapılıp edilgenleşmeye, deve kuşu gibi kafamızı kuma gömmeye ne gerek var? Kurtuluşu, kendimizden başka yerlerde aramak, ufkumuzu bulanıklaştırır. Çaresiz çırpınışlarda tükenmeden ne yapabiliriz üzerinde düşünerek esenliğe çıkmanın yollarını aramalıyız. Korku ve yılgınlık; barışa, demokrasiye, özgürlüğe, laikliğe gidecek yolu da kapatır. Böyle bir yolu, siyasi erk düşünüyor mu bilinmez! Bir taraftan FETÖ’yü temizleyelim derken Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın dediği gibi “Bir tarikatı bitirirken diğerini yeşertmeyelim.” Çetin Doğan haklı.

Ülke, imamlardan, tarikat şeyhlerinden, müritlerinden geçilmiyor. Kimilerine göre bunlar sivil toplum örgütü liderleri. Ülkenin can damarlarına FETÖ girmiş. Sivil toplum örgütlerinin amacı, çalışanların hak ve özgürlükleri için çalışmaktır; oysa FETÖ’ da görüldüğü gibi cemaat ve tarikatların amacı, köşe başlarını tutarak devleti ele geçirmektir. Müritlerinin kafasını yıkayarak biat etmelerini sağlamaktı. Bunda da belli oranda başarılı oldular diye karamsar olmaya, umutsuzluğa kapılmaya gerek yok da ülkede tarikatlardan geçilmiyor. İleride, bu tarikatlardan birinin de devleti ele geçirmek istemeyeceğini kim garanti edebilir? Aydınlık yazarı Sabahattin Özkibar 23, Sözcü yazarı Necati Doğru (17 Ağustos 2016) 37 tarikat olduğunu yazmış.

Görünüşte tarikat ve cemaatler sivil toplum örgütü! Ama ne sivil toplum örgütü! Dini, mitolojik düşünceyi temel alarak mistik düşünceyi, insanlara aşılamaya çalışarak toplumu, us dışı düşüncelere yöneterek şeyh ve tarikat liderlerinin ağına düşürmek.

Özellikle FETÖ çocukları, gençleri, abla ve ağabeylerin arcılığıyla Cemaat’e bağlayarak Fetullah Gülen’e biat etmelerini sağlayarak amacına ulaşmayı hedeflemiştir.

Kimsesiz, yoksul, desteksiz gençler, eğitimlerini gerçekleştirmek için Cemaat’e sığındılar. Oysa Cumhuriyet’in ilk yıllarında gençlere devlet sahip çıkar; onları Cumhuriyet’i yüceltecek güç olarak görür Mustafa Kemal Atatürk.

Mustafa Kemal Atatürk,”Bütün ümidim gençliktedir. Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk, O'nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz”der. Atatürk, gençlere güvenmektedir; çünkü gençlerin geleceğimiz ve ümidimiz olduğunun bilincindedir. Ne yazık ki Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gibi gençliğimize kol kanat geremedik. Kol kanat germek bir yana Cumhuriyet’e yapılan darbelerden onları sorumlu tuttuk. Oysa onlar, emperyalizme karşıydılar.

12 Eylül 1980 Darbesini yapan Kenan Evren,12 Eylül 1980’den önceki olayların sorumlusu olarak gençleri görmüş. Yargılananlardan 50 kişi asılmıştır. Bunların çoğunluğu gençlerdir. Ne acıdır ki“Asmayıp da besleyecek miyiz ?” demiştir.

Peki, ülke neden bu duruma geldi?

Mustafa Kemal Atatürk,gençlere güvenerek Cumhuriyet’in bekçiliğini, korunmasını gençlere bırakmış; ne yazık ki 1968’li 1980’lı yılların gençliğinden emperyalizme karşı olan özgürlükçü, demokrat, sosyalist, ülkücü gençlerin bir kesimi idam edilmiş, tutuklanıp zindanlara atılmış; ülke “Işık Evleri”nde yetiştirilen cemaatçi ya da tarikatçı gençlere kalmıştır. Sonunda, Türkiye Cumhuriyeti,16 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’yle karşı karşıya kalmış; Cumhuriyet tarihinde ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi bombalanmıştır.

Üniversite sınavlarını kazanıp İstanbul, Ankara, Bursa, Eskişehir, Konya, Adana… gibi kentlere giden gençler, otogarlarda karşılanarak FETÖ’ nün yurtlarında konuk edildi. Kafaları, Cemaat suyuyla yıkandı.Fetullah Gülen’ in olağanüstü bir insan olduğuna inandırıldılar.

Peygamber’den sonra gelen en büyük din bilginiydi, O.O,Peygamber’den emir alan bir” mit “ti. Bu gençler, artık Cemaat’ ın silahlı ya da silahsız askerleriydi. Cemaatten besleniyor, emir alıyorlar. Cemaat’ ta bağlılıkları, hizmetleri oranında yükseldiler. Umutlarının, Cemaat’ ın desteğinde gerçekleşeceğine inandırıldılar. Öyle de oldu. Cemaate  bağlananlar, orduda generalliğe yükseldiler. Bürokraside, kilit noktaları ele geçirdiler.

Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile uygulamaya konmuş bir Atatürk Devrimi’dir.

Konya milletvekili Refik Bey (Koraltan) ve beş arkadaşının önerisiyle meclise sunulup kabul edilen Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Reddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun:

Bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir.(Vikipedi,9 Haziran 2016)

Yasayla kaldırılmasına karşın şeyhlik, dervişlik, müritlik… Tarikat ve cemaatlerde etkinliğini,1950’den sonra tüm Cumhuriyet Hükümetleri’nde sürdürdü.

Öyle ki 1950’li yıllarda,Diyarbakır İlköğretmen Okulu’nda şeyhliğe özenen arkadaşlarımız vardı.Şeyh Cuma, Şeyh Ergün…gibi.

1961’de Mardin Gülharrin (Ortaköy) öğretmeniyim. Kavis (Yaylı) Köyü öğretmeniyle Suriye sınırındaki Aşağı Muhbil Köyü’ne gittik. Köylüler, bir evde toplanmışlar  Said-i Nursi’ nin risaleleri okunuyor; zikrediliyordu. Said-i Nursî, şeriatçı Kürt’tü. Cumhuriyet’in ilkelerine ve Atatürkçülüğe karşıydı.1963’te,Nurcularla Bursa’da da karşılaştım.

Said-i Nursî’nin görüşüyle Fetullah Gülen’in görüşleri birçok konuda örtüşmektedir. İkisi de Atatürk Devrim ve İlkelerine karşıdır. Olağan üstü güçlerinin olduğuna inanmaktalar; topluma da bu gücü Allah’tan O’nun elçisi Peygamber’den aldıklarını söylemekte, böylece kimi dindarları inandırmaktadırlar. Amaçları, mistik, çağdışı, dogmatik, us dışı düşüncelerle insanların beyinlerini yıkayarak kendilerine bağlamak. Böylece, toplumun kılcal damarlarına dek bir kanser virüsü gibi girdiler. Ankara Bahçelievler ‘de bir sokakta 10 tane “Işık Evi” olduğu, söyleniyordu.

Fetullah Gülen,sıradan bir imamken, dini kullanarak her kesimden destek almayı başardı. Öyle ki cemaat üyeleri onun her sözünü, Allah’ın emri gibi algıladılar. O’ nun etki alanın dışına çıkamadılar. O’nun etki alanında kimler yoktu ki…

Bugün, özellikle, eğitim-öğretimde Atatürkçü düşünceye yer verilmemektedir. Atatürkçü,demokratik eğitim, Atatürk ilkelerini içeren izlencelerin (programların) uygulanmasıyla gerçekleşir. Ne var ki okulların yeniden yapılanmalarıyla, çağdaş, bilimsel araştırma bulgularına dayanan eğitim-öğretim izlencelerinden uzaklaşarak gelecek kuşakların beyinlerini Orta Çağ’ın dogmatik soyut bilgileriyle doldurarak düşünme, irdeleme, eleştirme yetilerini yok etmeye çalışmakla ümmet toplumu yetiştirme amaçlanıyor. Bu eğitim-öğretim programlarıyla Cumhuriyet’in temel ilkelerinden, felsefesinden uzaklaşılacak din temeline dayalı izlencelerin uygulanmasıyla “dindar toplum” yetiştirilecektir. Eğitimin amacı, dünyanın hiçbir ülkesinde dindar toplum yetiştirmek değildir.

Eğitim politikasının Cumhuriyet’in temel felsefesinden uzaklaşarak cemaatlerin, tarikatların amaçları doğrultusunda yapılaşması,16 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nin nedenlerinin en önemlisidir. Okul yönetimleri, cemaatlere ve tarikatlara yakın kişilere verilerek.”Dindar toplum yetiştirme” hedefi, belli oranda gerçekleştirilirken genç beyinler, mistik, dogmatik düşüncelerle doldurulmuş. Sonunda, gençlerin bir kesimi, cemaat ya da tarikatların kucağına atılmıştır

1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanuna dönülmeli

(Değişik: 16.6.1983 - 2842/1 md.) Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek.

Fetullah Gülen, Nurculuktan beslenmiş ve gelişmiştir. FETÖ’ nun bu denli güçlenmesinde, 1950’den sonra gelen tüm hükümetlerin destek ve rolü olmuştur. Özellikle, AKP İktidarında orduda ve diğer kurumlarda palazlanmışlardır. Dini kullanmaları, önceleri AKP iktidarının gücüne güç katmıştır. AKP, iktidarının kurucuları ve ileri gelenleri, her konuşmalarında, Fetullah Gülen’den saygı ve sevgiyle söz etmişlerdir.

Bir atasözümüz vardır: “Besle kargayı, oysun gözünü” Beslenen, korunan karanlık, şeriatçı düşünceden ülke şimdilik kıl payı kurtuldu. Bu iktidar, dindar toplum yetiştirme amacını sürdürürse bu sefer de başka bir cemaat ya da tarikat ülkeyi ele geçirmeye kalkarsa ümitler tümden tükenir.

Kötümserliğe kapılıp edilgenleşmeye, değişimin ertelenmesine, değişimi kendimizden başka yerlerde aramaya kalkmamalı. Okuru, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden ne yapabilirim üzerine düşünmeli…

Bu ulus, umudunu canlı tuttuğu için Gelibolu’da düşmana geçit vermemiş. İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Anafartalar’da emperyalizmin ağlarını, umudunu canlı tutarak yarmıştır.

29 Ekim 1923 Türk ulusunun yeniden varoluşudur. Cumhuriyet devriminin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarı, Samsun’a çıkarak düş evreninde oluşturduğu Cumhuriyet’i ilmik ilmik dokur. Yoluna çıkan engelleri; bilimin, askeri yeteneğinin ışığında eritir, yok eder.19 Mayıs 1919’da Samsun’da bir kıvılcım çakarak, karanlıkları yırtar; Anadolu’yu aydınlatır. Bu aydınlıkta uyanır; yürür düşman üstüne eriyle, kadınıyla, kızıyla Anadolu insanı. Tutsaklıktan kurtulmanın yollarını arar. Kurtuluşa, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in izinden giderek ulaşacağına inanır; çünkü Mustafa Kemal’e güvenmektedir. O,tutsak bir ulusu, bağımsızlığına kavuşturmak için emperyalizme savaş açan ilk Doğulu liderdir. Emperyalizmin olduğu yerde; nemelazımcılık, kadercilik her şeye boyun eğiş vardır. .Sivas ve Erzurum Kongreleri’nin amacı, ulusu bu felsefeden kurtarmaktır. Mustafa Kemal, tutsaklığın Türk ulusunun yapısına aykırı olduğunun bilincindedir. Anadolu insanına ulus olma bilincini aşılamaya çalışır. (Osmanlı, imparatorluktur. Uluslar vardır. Bu uluslar, imparatorun uyruğudur.)

Türk toplumu, ulus olma bilincine Cumhuriyet’le erişir.Misak-ı Milli’yle bağımsız, çağdaş bir devletin sınırları çizilir. Bu sınırlar içinde yaşayan tüm toplumlar, Cumhuriyet’in bireyleri olarak yaşamlarını sürdürür; ülkenin kalkınıp gelişmesine katkıda bulunurlar. Her birey, yasalar karşısında eşit haklara erişir. Osmanlının yıkılışıyla ağalık, şeyhlik tarihe karışır. Ağalık, şeyhliklerini sürdürmek isteyenlere de fırsat verilmez; çünkü Cumhuriyet, özgürlüğe, toplumsal uyanışa, değişime de yol açmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, dünyaya kapalı bir doğu ülkesini; cumhuriyete, aydınlanmaya, uygarlığa, çağdaşlaşmaya adım adım hazırlar.”Ama ya Atatürk’ün büyüklüğünü anlamayan vatan kardeşlerimiz? Onların anlamaması yetişmelerinden, telkinlerden kaynaklanıyor. Böyle yetiştiriliyorlar. Oysa tarihimizi bilseler, düşünseler, kafalarına yerleştirilen önyargıları, yanlış bilgileri aşabilseler onlar da bu büyüklüğü benimseyecek, Atatürk’ün Allah’ın bir lütfu olduğunu anlayacaklar” (Özakman,2010,s.9)

Son söz

Ülkemizin cemaat ve tarikat sarmalından kurtulması, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine dönmesiyle gerçekleşebilir. Bu da Kuvayi Milliye ruhunu canlandırmakla olur.

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..