Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '19

 
Kategori
Deneme
 

Una Bouna Giornata

Az evvel banyo yaptırıp çocukları uyuttum. Ecrin’in uzun ince sarı renkte saçını tel tel açıp tek tek kuruttuktan sonra öpücüğü yanağına yapıştırıp tertemiz bir uykuya saldım onu. Yetkin’in de kafasından, ensesinden öpüp mis gibi sevgiyi içime çektim. Neredeyse uykuya dalmıştı zaten Red Kit okurken...

Arkasından bir cigara yaktım; keyif sigarası. Acı kahveli sütümü içerken içimden yazmak geldi. Başlığı nasıl olmalıydı? İtalyanca olsun dedim, bugünü tarif etsin, hatta İngilizcesini de yazayım şimdi: One Fine Day. Türkçesi Güzel Bir Gün!  

Bugün öğleye doğru Kızılay’dan SMS geldi; şöyle yazıyordu: “Vermiş olduğunuz kanla 3 kişinin hayatını kurtardınız ve doğaya bir fidan hediye ettiniz”...

Tam 26 yıldır, kim bilir kaç kişi yaşatmışımdır? Senede 3 defa verdiğim düşünülürse, hadi ortalamada 2 diyelim; bu hesaba göre her kan verişimle 3 kişi x 2 x 26, tam 156 kişi eder. Fidan dikme uygulaması son 10 yıldır var. Buna göre 20 ağaç, küçük bir orman eder. Bir kişi cebinden beş kuruş harcamadan neler yapabiliyor görebiliyor musunuz? Ne kadar basit, o kadar anlamlı... Bununla ilgili yazmış olduğum “Yüzük” adlı bir hikayem var. Mutlaka okuyunuz...

Üniversite sınavı öncesi tercih sıralaması yaparken garip bir şekilde annem ve babam odama girmişti. “Tıp yazıyorsun değil mi?”.

“Nereden çıktı?” dedim. “Tıp yazmazsan bu odayı terk etmeyiz!” dediler.

Huylarını bildiğim için 15. tercihime Hacettepe İngilizce Tıp, 16. Tercihime Cerrahpaşa Tıp yazmıştım. Tabi ki ölü tercihlerdi ancak beni o andan kurtarmak için yeterli olmuşlardı. Bu arada birinci tercihime yazmış olsaydım; kazanıyordum da!

Nereden mi geldim buraya? Hayat kurtarmaktan...

Doktor olmuş olsaydım on binlerce hayat kurtarmış olacaktım.  Niye tıbbiyeyi istemediğimi düşünüyorum birkaç gündür. Ve bu sabah cevabını buldum. Çünkü yenilgiye dayanamazdım; yani herhangi bir hastanın ölmesine. Doktor olsaydım her zaman ölümü yenmenin yeni bir yolunu araştıracaktım ve huzurlu olmayacaktım. Oysa, kaderde varsa, ne kadar engellenebilir ki? Belki sadece geciktirilebilir. Yalnız sorun bu da değildi, sistem o kadar para esaslı çalışıyor ki, birçok kavgalar edecektim hem doktor arkadaşlarımla, hem de baş tabiplerle ve durmadan sürülecektim o hastaneden, başka hastaneye. Bunu gerçekten düşündüm mü o karar anında? Kesinlikle evet.

Parayla ciddi bir savaşım var. Onu bükemiyorum çünkü kağıttan yapılmış. Onu yırtamıyorum nitekim değerli. Ondan nefret ediyorum ancak onsuz da yaşayamıyorum. En büyük kabusum para! Onu sevmediğim için o da benden nefret ediyor. Aramız yıllardır hiç iyi değil... Bu durumdan tek karlı çıkan çalıştığım şirketler; sadece  girerken yaşayacak kadar para istiyorum, zamları hep patron grubuna bırakıyorum ve onlar da sağ olsun hep kendilerine dedikleri için 3 sene sonra yine parasız kalıyorum. Ve sonra yine yeni bir maceraya atılıyorum. Yepyeni ürünler, markalar, üretim sistemleri üzerine çalışıyorum ve girdiğim şirketlerin verimliliklerini ve karlarını artırıyorum bir işletme mühendisi olarak, karşılığında ise sadece yaşayabileceğim kadar parayla hayatımı idame ettiriyorum. Fasit bir döngü bu...

Öğrencilerime tavsiye ederken farklı davranıyorum oysa ki ve diyorum ki amacınız para kazanmaksa, gerçekten bunu gönülden istiyorsanız, bu yolda çalışın Allah size verir diyorum. Ve Allah kırmayıp veriyor da kullarına ama... Karşılığı mutlu bir hayat mı? Kesinlikle tartışılır.

Artık ormanda da yaşayabilirim. Kendi evimi yapabilecek kadar teknik becerim var. Bir tek toprağı ekmek konusunda yardıma ihtiyacım var. Onun için de bir kitap alıp okurum. Ama biliyorum ki annesi çocuklarımı salmaz bana bu durumda! Bir anda kötü bir baba olarak adlandırılırım toplumun gözünde. Bana 50’sinde delirdi derler (zaten hiçbir zaman normal değildi). Ama bir gün mutlaka bunu yapacağım kaç yaşında olursam olayım. Bugünden baktığımda 65-70 yaş gibi gözüküyor; tabi yaşamaya devam edebilirsem.

Bok kokarmış, soy çekermiş; Yetkin de babası gibi kaleci oldu ve işin tuhafı onu hiç yönlendirmeden. Dedem gibi madalyalı yüzücü oldu. Ve gidişata bakılırsa şarkıcı da olacak; gitar dersleri de alıyor. Ecrin de hırslı bir biçimde piyanoya yöneldi. The Yiğits diye bir grup kuracakmışız gibi gözüküyor. Sanatta ortak paydamız müzik olacak. Bugün Yetkin’in genç gitar hocası harika bir klasik gitar parçası çaldıktan sonra ben gitarı aldım, ritimli bir rock parçası besteledim o anda. “Siz” dedi; “tipik bir rock gitaristi gibi çalıyorsunuz.” “Ben” dedim; “ben ne notadan anlarım, ne de gitardan. Kulağımla çalarım gitarı da, piyanoyu da”. Eve döndük, hızımı alamadım ve başladım o anda uydurduğum bir rock şarkısı söylemeye; bir balad: “I shouldn’t have said the truth”. Türkçesi; doğruyu söylememeliydim. Ve bir saat kadar gitar çaldım çılgınca. Haftada bir gün müzik yaptığım için apartmanda kimse ses edemiyor.

Sabahleyin ben de banyo yaptım ama öncesinde tüm çamaşırları küvetin içine düzensizce attım ve üzerlerine deterjan döktükten sonra çiğnemeye başladım ayaklarımla. Şarap yapan güzel bacaklı Fransız kadınlarını hayal ettim çamaşırları çiğnerken. Ve hatta fantezi yapıp onları ortaçağdan kadınlarmış gibi vücuda getirdim kafalarında garip şapkalarıyla. Özel bir adı var mı bilmiyorum. Şapkadan perçemleri düşmüş rengarenk saçlarıyla beyaz tenli kadınlar.

Diyorum ya, güzel bir gündü; gerçekten çok güzel...

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..