Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Una Historia Fantástica -la parte uno!

Ara Kafe'nin meşhur salatalarında yerken içeri bembeyaz saçlı ama o kadar da yaşlı olmayan tanıdık yüzlü bir adam geldi. Yüzleri asla unutmayan ama isimleri beş dakikada zihnimde buharlaştıran birisi olarak ben, bu zatı bir yerden çakozladığımı fark ettim ama nereden, işte bunu çıkaramadım. Bu saniyeden itibaren yediğim yemek zehir oluyor çünkü zihnim düşük ramli bir bilgisayar gibi, ağır ağır çalışıyor, başka bir işlemi yapamıyor. Salatada ki kavrulmuş dolmalık fıstık ve nar taneleri, o andan itibaren tadlarını zihnime ulaştırmayı başaramıyorlar çünkü zihin ziyadesiyle meşgul.

Kimdi bu adam... Kimdi bu adam... Kimdi bu adam...

En sonunda dayanamayıp gidip yanına sormaya karar verdim. B'yefendi kusura bakmayın ama ben sizi bir yerden tanıyorum ama nereden?" diye sordum. Tam o sırada masaya da Ara Kafe'nin en sevimli garsonu, yani oracıkta cebimde bir tektaş yüzük olsa diz çöküp evlenme teklif edeceğim kadar şirin yaratılışlı, tepsi tepsi yemekeri ve kahveleri ve bilimum tatlıları müşterileri değil de bana ve çocuklarımıza taşıması hayalini kurduğum Esra sipariş alıyordu. Beyaz saçlı adam menüyü indirip beni önce ciddi sonra pek asabi gözlerle süzdü. Dudaklarında bir kıpırdama hisettim. Şöyle diyecek diye düşündüm mesela ;

"Aşk olsun Kerem, ben Mustafa amcan!"

Ama adam şöyle dedi.

"Oğlum, ben Şener Şen'im!"

Esra gülerken kendini tutmak istedi ama dudaklarını büzüp de içinden fışkıran kahkayı zapt etmek istediğinde lama gibi tükürük püskürttü. Tükürükü kafasının üst tarafındaki hafif kellikte hisseden ("vay bee harbiden de Şener Şenmiş lan" diyordum kendime) Şener Şen'in yüzü daha da bir asabileşti. Ben de kusura bakmayın diyerek yanlarından uzaklaştım. Koskoca Şener Şen'i kızdırıp salya içinde bıraktığıma mı, yıllardır geldiğim ve tüm garsonların tanıdığım, beş kuruş bahşiş bırakmama rağmen itibar gördüğüm tek yerde kendimi rezil ettiğime mi yoksa Esra ile harika bir geleceği çöpe attığıma mı yanayım , bilemedim.

Memleket mi, yıldızlar mı yoksa gençliğim mi daha uzak?

Bu sefer değil bahşiş vermek, hesabı bile ödemeden çıkıp gittim. Nasılsa buraya bir daha gelmeyecektim.

***

Uzun bir yürüyüşe ihtiyacım vardı. Taksim'den Şişli'ye doğru yürümeye başladım. Harbiye'de her zaman olduğu gibi travestiler yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı. O kadar "tuhaf" geliyor ki insana, incelemek için bakmak istiyrorum. Geniş omuzlar, kocaman memeler, kürek gibi eller, mimini mini etekler, çalışkan ikiler.. Ama bir bakmaya gör, hemen göz atıyorlar, öpücük gönderiyorlar. Bakması bedava değil yani. Başını öne eğip geçtiğinde "hşş, şeker çocuk, bakmaz o bakmaz bak efendi çocuk" diyenler oluyor. O kadar zorlayanlar oluyorki bir keresinde git eve osbir çek, bıkmadın mı" dedi bir tanesi.

Ne yalan söyleyeyim, bıkmadım. Ama bu tacizlerden sıkıntı geldi. Taksim Şişli arası, hafif yükselen rampası ve geniş kaldırımları ile İstanbul'un en güzel yürüyüş parkurlarından birisi. Ve her yürüdüğümde binbir maskaarlık yapmam gerekiyor.

İşte bu gün de o günlerden birisi olacak diye korkarak Harbiye'ye ulaştım. "Şener Şen'e de ayıp ettik" falan diye düşünürken önce kulağımda bir çınlama, sonra da gözümde bir parlaklık oldu. Hssktr, ölüyorum mu lan yoksa derken önce ışıklar normal seviyesine indi, ardından da mekandaki tüm ayrıntılar yerine geldi. Şoku atlatıp her şeyi doğru düzgün görmeye başladığımda bir tuhaflık fark ettim. Her şey ama her şey çok hızlı hareket ediyordu. Hani bir kamerayı sabitleyip bir sokağın akışını çekerler gün boyu. Sonra tüm görüntüyü yarım saatte izleyebilirsin hani. İşte öyle yani 48 katı falan hızla akıyırdu arabalar, insanlar yanımdan şimşek gibi geçip gidiyordu. Bir tek ben, evet bir tek ben, çınlama ve parlamadan önceki hızımdaydım.

Önce bir süre kıpırdamayıp etrafımı izledim Sonra yavaş yavaş yavaş ve aval aval yürüdüm. Bir vitrinin camına gidip kendime baktım. Ben normal gözüküyordum. Herkese ne olmuştu?

***

Öyle sanıyorum ki Mekan olarak hala Harbiye'de olmakla birlikte, gerçek zamanın dışına çıkmıştım. Çünkü ben o zaman da orada olsaydım, aşırı yavaş hareketlerimle diğerlerine de tuhaf gözüküyor olmaz mıydım? Yani diğerlerine göre 1/48 hızımla ancak gösteri yapan bir adam olabilirdim. İşte bunları düşünürken yolun karşı kaldırımından, uzaktan bir adamın bana el salladığını ve yaklaştığını gördüm. Adam da benimle aynı hızda hareket ediyordu. Şimşek gibi geçen arabaların arasına dalıp hiç birisine çarpmadan benim olduğum kaldırıma geçti ve sakin ve aceleci adımları ile önümde bitti. onu tanımıştım.

***

Dedemdi. Bundan sekiz yıl önce vefat eden dedem.

***

Zamanda oluşan anormallikten ötürü kendimi bir boşluğun içinde bir rüyada gibi hissediyordum. "Dede?" dedim. Hiç korkmadım. Dedem bana "naber lan eşşoğlusu" deyip sarıldı. "Dede ne oluyor ya?" dedim. "Önemli bir şey sayılmaz" dedi. "Şu anda bir hata yapmak üzeresin ve sana müdahele etmek için izin aldım. Hepsi bu"

"Keşke dün gece rüyama girseydin dede" dedim. "Böylesi zor olmuyor mu?"

"Yok" dedi dedem. "İkisi de aynı şey. Hem bu kadar karizmatik olmazdı. Aniden her şey hızlanıyor falan. Nasıl efekt?"

"Valla sizin tarafta efektler aşmış" dedim. "Mevzu nedir?"

"Oğlum bak" dedi dedem. "Sadece şu kadarını söyleyebilirim ; Bir hata yapma üzeresin, dikkat et!" Bugünden hatırlayacağın tek dangalıklığın Şener Şen'i tanıyamamak olsun"

ser contuniued...

"yani devam edecek demek istiyorum"

not ; başlık neden ispanyolca bilmiyorum. ispanyolca da bilmiyorum, sözlükten çevirdim. doğru çevirmişimdir umarım. "fantastik bir hikaye- bölüm bir" demek.
 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..