Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Üniformana Hastayım

Üniformana Hastayım
 

Başlığa bakınca akla ilk gelen şey bir insanın üniformaya olan tutkusudur. Hatta bu durum fetiş noktalara kadar bile uzanabilir. Böyle bir tutkunun varlığından çok çok sonraları haberim oldu.

Şimdiki nesiller çok şanslı. İnternet gibi bir umman ellerinin altında. Bu şansı iyi ya da kötü yönde kullanmak da kendi ellerinde tabi. Bizim çocukluğumuzda böylesi bir bilgi kaynağı olmadığından kütüphanelerin tozlu raflarında nice ansiklopediler aramışlığımız olmuştur.

Şimdiki nesil üniforma tutkunluğu denilebilecek bu duruma bizden daha vakıflar. En azından benden. Ben nerdeyse yaşlanmaya yüz tuttuğum zamanlarda öğrendiğim bu durumu önce garipsemiş sonra da kanıksamıştım. Şimdiki nesil bırakın üniforma fantezisini nice nice fantezileri biliyorlar ve daha da kötüsü tecrübe etmişlerin oranı da hayli yüksek.

Konumuz o olmadığından hızlıca bir el freni manevrası yaparak kaldığımız yerden devam edelim. Üniforma tutkusu filan deyince işler karışacak, pirincin taşını ayıklamak mümkün olmayacak.

Benim bahsini etmek istediğim mevzu üniformalı ve üniformasız hayatlar arasındaki temel farklılıkların gündelik yaşam dinamikleri üzerindeki yadsınamaz etkisinin ortaya çıkardığı parabolik ve parabolluk durum değildir.

Meramım çok basit. Hatta basit bile denemez. “Behey gafil, madem konu bu kadar basitti, ne diye kafamızı fantezilerle karıştırdın, eşeğin aklına karpuz kabuğunu soktun?” diye çemkirmek serbesttir efendim.

Zira ben okuyucunun zeki, çevik, ahlaklı aynı zamanda sorgulayanını severim :) Hatta hızımı alamadım, ben okuyanın çemkiren, pişkiren ve höşkürenini severim. Evvelce sevmişliğim çok oldu. Alışığım yani.

**

Şimdi burada durup dinlenmekte; konuya girmeden evvel acı bir gerçeği yüzümüze vurmakta fayda var. Eğer bugün kısmetimizde varsa konuya da gireriz. Giremezsek de üzülmeyiz, girdiklerimizle yetiniriz.

Efendim bizim aklımız fesata meyyal; fikrimiz fanteziye teşnedir. Yani buradan hafifmeşreplik anlamı çıkartmayın rica edeceğim. Onu demiyorum. Söylemek istediğim elimiz işteyken bile oynaşmayı düşünebilen, aklımızı sürekli bel hizamızda gezdirmeyi seven bir topluluğuz.

“Hadi len ordan dümbük, sosyolog musun, araştırdın da mı konuşuyorsun?” diye çemkirmek serbest değil. Sosyolog değilim tamam; bu konuda kapsamlı bir kamuoyu araştırması yapmadım ki zaten onu yapmak cesaret ister, kamu oyu araştırırken oyulma tehlikesi de mevcut; ancak bizzat kendimi denek olarak kullandığım zaman bu acı gerçeği öğrendim. Ben de boru değilim ya, sizler gibi bir insanım. Benim aklıma gelen sizin de aklınıza gelmiştir. Hiç gelmemiş gibi yapmayın şimdi.

Yukarıda üniforma tutkusundan bahsederken, şimdiki neslin daha şanslı olduğunu, merak ettikleri bir bilgiyi “şak” diye internetten bulduğunu anlatıyordum. Aniden üniforma tutkusu şekil değiştirerek fanteziye dönüşüverdi. Bunu ben yapmadım. Sizin elektriğinizden etkilendim demek ki. Siz değil miydiniz “yazar toplumun sesidir” diyen. O zaman bu vebal hepimizin.

İşte buradan hareketle aklımızın sürekli haşna-fişneye kaymaya müsait bir hareketlilikte, adeta devamlı hop-tek yapan bir cevval delikanlı gibi olduğunu inkar etmeyelim. Fikrimiz deseniz zaten o da kaydıraktan havuza kayan ergen gibi sudan çıkıp suya giriyor ki gidip gelmekten başı dönmüş.

Malum günümüzde sosyal stres dediğimiz genel bir elektriklenme hadisesi de mevcut. İşte akıl ve fikir dediğimiz bu iki şey (Allah kimine az veriyor ne yazık ki) bu stresten bu elektrikten bunalınca kendini korumaya alıveriyor. Bir bakıyorsun etekleri tutuşmuş gibi çarçabuk elini eteğini çekiyor, bir bakıyorsun daldan dala konan serçe misali fanteziden fanteziye konuyor… Tasması yok ki çekip tutasın…

**

Konumuza dönelim diyeceğim de “konu mu kaldı allasen” demeyiniz. Daha konumuz var. Efendim bizzat kendimin yaşadığı ve bazen de şahit olduğu bir konu işleyecektim. Üniforma ile ilgili anılarımı aktarıp sonra da ufak bir tespitte bulunacaktım.

**

Malumunuz günümüzde çalışma hayatı çok hızlı deveran ediyor. Oradan oraya koşuşturmalar, işten-eve, evden-işe ışınlanmalar filan bu hareketliliği anlatmaya yetiyor da artıyor. İşte bu yoğunluk içerisinde insanlar artık eskisi gibi sosyal birliktelikler (ikili ilişkiyi kastetmedim) ve paylaşımlarda bulunamıyorlar. İş arkadaşları sadece iş yerinde görülen, sabah günaydın denilen, akşam da iyi akşamlar denilen konu mankeni durumundalar.

Burada kimseyi suçlamamak lazım. Hayatın akışı hızlandıkça böyle olması kaçınılmaz. Korkarım ki bu daha da artacağa benziyor. İşte hal böyle olunca işten eve kapağını atabilen bir daha dış kapıya yanaşmıyor. İnanmazsınız belki ama bazen kapıyı kilitlemeye gitmek bile istemiyor canım. Artık nasıl bezdiysem…

Böyle olunca da iş arkadaşları ile dışarıda görüşmek artık eskisi kadar mümkün olmuyor, çokları için hiç mümkün olmuyor. Eğer iş yerinizde üniforma kullanımı yaygınsa o zaman arkadaşlarınızı sadece o üniforma ile belleğinize alıyorsunuz. Onun sivil halini gördüğünüzde ya hiçbir şey görmemiş gibi oluyorsunuz ya da gördüğünüze bir anlam veremiyorsunuz.

Sanırım bu en çok askeriyede oluyordur. Bütün gün üniforma içinde gördüğünüz kişiyi sivil görünce bir anlık şapşallaşmanız doğal. Benim defalarca başıma geldi. Hatta bir keresinde arkadaşım “vay, naber” kıvamında bana yanaşınca, “al işte meczubun biri daha, kesin birine benzetti beni” diye düşündüm. Oysaki sabah aynı yerde çalışmışız, kimbilir kaç gündür arkadaşız. (Askerde)

Yine bir defasında işyerinde hep üniformalı gördüğüm bir çalışan (bayan) ile karşılaştım. Uzaktan bana gülümsedi. O zamanlar gençlik de var. “Ulan bendeki de nasıl bir cazibeyse, karşıdan etkiliyorum milleti” diye kasılmak üzereydim ki “Merhaba doktor bey” demesin mi? Demesin diyen dilleriniz dert görmesin ama dedi bir kere :)

Beynim gitti geldi. Kalbim bir iki defa nasıl atacağını da şaşırdı sanırım. Bereket sigortaları yeni değiştirmiştim, şoku hemen atlattım ve hemen hafızamdaki kayıtlı bilgilere ulaşmaya çalıştım. O zamanlar bilgisayarlar yaygın olmadığından verilere en hızlı ulaşma metodunu da bilmiyoruz…

Beynime şu bilgiyi gönderdim:
Karşımda orta boylu güzel bir bayan. Güzel olmasına karşın yüzünde bir ebleklik var gibi. Üstelik nedense çıplakmış hissi uyandırıyor. Ama tastamam da giyinik. Bak bakalım kayıtlarına kimmiş, neciymiş…

Beynimden bilgi kısa süre sonra geldi.
Buna en yakın bilgi kaydında şunları söylediğiniz yazıyor efendim: “Uzaylı Zekiye dizisi bitmeseydi keşke”.

Evet, beynim kısa süreli de olsa şok yaşamış ve etkisini atlatmakta güçlük çekmişti. Bereket yanımda acil durumlar için taşıdığım bir saat vardı. Hızlıca saate baktım, “çok afedersiniz, randevuma geç kaldım, daha sonra konuşuruz nasıl olsa” deyip hemen olay mahallini terk ettim…

Tabi kim olduğunu sonradan (ertesi gün işyerinde görünce) anladım. O gün anladım ki üniforma deyip geçmemek lazım. Kişileri üniformasıyla tanırken aynı zamanda sivil de hayal etmek gerek. Şimdi hayal etmek deyince aklınıza fesatlık gelmesin yine…

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

NOT: Bu risale V-Dergi için yazılmıştır

www.murathacioglu.com

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..