Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '06

 
Kategori
Eğitim
 

Üniversitem

Üniversitem
 

Bir üniversite düşlüyorum. Gün gelir düşünceler gerçek olur. Neden olmasın?

Ağaçsız kıraç bir alanda kurmak isterim üniversitemi. Kuruluşunda bir bozkır fotoğrafı gözükecek. Sahipsiz, hatta tahrip edilmiş bir doğa parçası. Suyunu, elektriğini uzaklardan getireceğiz. Çevre düzenlemesini öğrenciler, öğretim görevlileri, çalışanlar birlikte yapacağız.Hiç acele etmeden doğanın uyumuna saygı duyarak. Her öğrencinin, her öğretim görevlisinin, her çalışanın diktiği ağaçlar büyüyecek her yanda. Bir yanda elma bahçeleri çiçekleriyle açacak. Bir yanda yemyeşil çam ağaçları bir halı gibi kaplayacak dağı taşı. Bir yanda selviler yükselecek bulutlara doğru. Çınarlar, gölgelerinde ağırlayacak yaz boyu bizleri. Kitaplarımızı, bilgisayarlarımızı alıp, kuş seslerinin yarattığı armonide kendimizi geliştireceğiz. Şiirler, türküler, şarkılar okunacak şeftali toplarken dallardan. Çevredeki doğal bitki dokusu incelenerek yörenin doğasına uygun ağaçlar, bitkiler, çiçeklerle zenginleşecek çevremiz. Biz yarattık bu güzel doğayı diyeceğiz yıllar sonra. İnsan aklının yapıcılığını sergileyeceğiz doğanın yüzüne. Her öğrencinin, öğretim görevlisinin, çalışanın diktiği ağaçlarla, yarattığı güzelliklerle devamlı yaşayabilecekler burada. Yıllar sonra döndükleri an sevgiyle sarılacaklar yarattıkları dostlarına, bu benim eserim diyebilecekler sevdiklerine...

Bunu sadece ben düşünmüyorum. Yıllar önce yoksunluk anları yaşanırken bu topraklarda Köy Enstitüleri kurulmuş kıraç topraklara. Binlerce ağaç yetiştirilmiş küçücük çocuklarla... Yemyeşil olmuş bozkırlar, emekle, sevgiyle...İstanbul’ da Robert Kolej kurulduğu anlarda bölge kentten çok uzakta, tepeleri çıplak bir bölge imiş. Kuruluş fotoğraflarını gördüğüm an şaşırdım. İzmir Amerikan Koleji kurulduğu an da bu günkü yeri kentten uzakta, boş bir alanmış. Şimdi yeşillikler içinde okul binaları gözükmüyor bile. Çoğu dünya üniversitelerinin ve bizim üniversitelerimizin aynı bakış açısıyla kurulduğu bilinen bir gerçektir.

Koç Üniversitesi’nin yemyeşil ormanların içine ormandan yer açılarak kurulmuş olduğunu görünce şaşırdım. Taş ocağını kapatarak üniversite kurmak, ormana sahip çıkmak güzel bir düşünce ama gönül isterdi ki, Koç gibi arkasında büyük bir gücün adını alan bir üniversitemiz kurulurken örnek bir doğa, çevre yaratma örneğini verebilmeliydi. Şu andaki yeri ise taş ocağı tarafından tahrip olmuş doğayı tamir ve Koç Üniversitesi koruma ormanı olarak ele alınabilirdi. Sanırım yanlış yer seçimi yüzlerce insanın doğaya katkısını ortadan kaldırmakla kalmamış, insanın yaparak, yaratarak mutlu olması da engellenmiştir.

Kent içindeki üniversitelerde ise, doğaya ve çevreye kapalı bir yaşam hüküm sürer. İstanbul’da Beşiktaş merkezi örnek olarak alırsak, burada ve çevresinde: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversite, Boğaziçi Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Dişçilik ve İletişim Fakülteleri, Koç Üniversitesi, Hemşirelik Yüksek Okulu gibi bir ilçe merkezi ve çevresinde bulunan bu kadar yoğun üniversitenin bulunması Beşiktaş için bir güzellik. Bütün bu üniversitelerin bırakalım ülkenin diğer sorunlarını, içinde bulundukları Beşiktaş’ın sorunlarının çözümüne bir katkısı var mı diye düşünüyorum. Bunlardan, Galatasaray Üniversitesi’nin bir duvarı Ziya Kalkavan Denizcilik Lisesi, bir duvarı Kabataş Erkek Lisesi ile bitişiktir. Yan yana sahil boyunca dizilen bu okulların üniversite ile bir tek ilişkisi olmaz. Galatasaray Üniversitesi duvarlarına bitişik, yanındaki iki okula bile bilimsel bir katkıda bulunmayı hiç düşünmez mi acaba. Üniversiteler sadece kampüsü içinde akademik çalışmalarla yetinmemeli, ülkeye ve dünyaya çözümler üreten birer yapıda olmalıdır. Dileğimiz, tek özel üniversite olarak Beşiktaş sahilinde yerini alan, Bahçeşehir Üniversitesi yapacağı projelerle hem çevresine açılacak, hem de diğer devlet üniversitelerine örnek olacaktır.

Beşiktaş’ı çok iyi bilirim. İstanbul’un en gözde semtlerindendir. Çok hoş, güvenli rahat bir havası vardır. Üniversiteli gençlerin en yoğun olarak bulunduğu bir semttir. Hatta kimi üniversite öğrencileri İstanbul’un başka bir semtini görmeden okulunu bitirir gider. Sahil kısımlarındaki kafeler, çarşı içindeki kafeler, öğrencilerin sürekli mekanlarıdır. Çoğunun yaşamı hep aynı yerlerde geçtiği için bu güzel mekanlar bir müddet sonra gençler için sıkıcı olmaya başlar. Bunun nedeni kendi içine kapalı üniversitelerimizin, sadece akademik çalışmalarla yetinmesi ve yeni projelerle öğrencileri ile birlikte çevreye açılamamalarıdır.

Bozkırı yeşerten benim üniversitemde ise, her sabah gün doğarken çıkılır yola. Güneş oklarını salmadan yeryüzüne, ormanda, kırlarda koşuyla başlar yaşam. Kimse zorlanmaz sabah koşuları için ama bir eksiklik hisseder koşmayanlar kendilerinde. Ertesi gün onlar da başlar her sabah güneşi selamlamaya.

Bilgisayarların başında yorulan beyinler havuza inip, yüzer, dinlenir. Tenisini, voleybolunu oynar, araştırmasını yapar, dersini dinler. Tiyatroda, balede, kütüphanede, internette yaşanır gün boyu. Hafta sonları kent gezileri ile sürer yaşam. Kentin, kültürel, sosyal, eğlence dünyasının tadı çıkarılır ...

Bilimsel ve akademik çalışmalar yanında çevre köylere, kasabalara, kentlere, yerel yönetimlere danışmanlık görevi yapılır. Yöresindeki okulların eğitim kalitesinin artması için düzenli çalışmalar yürütülür. Halkın sağlık ve beslenme konularında sivil toplum örgüleriyle birlikte çözümler üretmek için yeni projeler hazırlanır. Her öğrencinin, her öğretim görevlisinin, her bölümün yarattığı ulusal ve dünya çapındaki projeler gençlerimizin mutlu ve başarılı olmasını sağladığı gibi üniversitemizi seçkin konuma da getirir.

Yaz aylarında ilk iki yıl yurdun uzak il, ilçe ve köyleri seçilerek onların tüm alanlarda aydınlatılması sağlanırken, yurt ve dünya üniversitelerinden bize gelenler konuk edilerek bizim projelerin devamını sağlarlar. Son iki yılda ise öğrencilerimiz dünyanın değişik yerlerinde belirledikleri projeleri gerçekleştirirler. Yaşanan birliktelikler ve kurulan dostluklarla bir dünya eğitim kurumu olduğumuz her geçen gün artmış olur. Bu nedenle üniversitemizin kapısının bir yanında, atamızın, çok sevdiğimiz: “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözü okunur. İnsanın kendisiyle barışık olması, doğayla barışık olması, toplumuyla barışık olması onun mutlu bir birey olarak yaşamasını sağlar. Bunu tamamlayan bir başka söz ise kapının öbür yanında okunur: “Üretmeyi, yaratmayı, paylaşmayı sevmeyen mutlu olamaz.” Aslında bu sözlerle ve yapılan uygulamalarla gence, bir ömür boyu nasıl mutlu ve başarılı olması gerektiğinin kapıları açılır, yolları gösterilir. Gerisi bireyin gayretine bırakılır.

Son yıllarda eğitim çevrelerinde çok kullanılan kalıplaşmış bir söz var: ” Öğrenmeyi öğrenmek.” Öğrenmeyi öğrenmek için önce birey, çalışmayı öğrenmelidir. Çalışmayı öğrenen, öğrenmeyi, üretmeyi, yaratmayı öğreneceği için mutlu, başarılı bireyler olacaktır. Bu ise bireyin kendisiyle, çevresiyle, toplumuyla barışık olmasını sağlayacaktır. İstisnalar bir yana bırakılırsa bu özelliklere sahip bir bireyin mutlu olmaması olanaksızdır. Kendisini boşlukta hisseden, üretimden, doğadan koparılmış günümüz gençliğinin buna çok ama çok gereksinimi vardır. Bu gereksinimi karşılamak, gençlerimizi yönlendirmek de üniversitelerimizin görevidir.

Hasan Barışcan
hbariscan@milliyet.com.tr

 
Toplam blog
: 52
: 4210
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

1952 yılında Sivas- Asarcık Köyünde doğdum. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptım. Kabataş Er..