Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Ünsal Oskay: İyi dersler sevgili hocam

Ünsal Oskay: İyi dersler sevgili hocam
 

Sınavda iyi bir puan tutturup da Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nu (şimdiki adıyla İletişim Fakültesi) kazanan öğrenciler kayıt yaptırmaya geldiklerinde okulun Dolapdere’deki binasını gördükleri zaman derin bir hayal kırıklığına uğrar, oranın bir üniversite kampüsü olabileceğine inanamazlardı. “Belki ders göreceğimiz asıl bina bu değildir, burası sadece kayıt işlemlerinin yapıldığı bir yerdir” diye kendi kendilerini teselli etmeye çalışırlar, etrafta gördükleri eski öğrencilere asıl kampüsün nerede olduğunu sorarlardı. Onlardan “burası” cevabını alıp acı gerçeği öğrendiklerinde ise hayal kırıklığı yerini büyük bir pişmanlığa bırakırdı; “keşke hukuk yazsaydım, keşke Boğaziçi’nin, ODTÜ’nün felsefe, sosyoloji bölümlerini yazsaydım.”

Ön cephesi Dolapdere Caddesi’ne, arka cephesi Harbiye’nin daracık dik yokuşlu bir sokağına bakan, hiçbir konfor, mimari özellik ve estetik taşımayan, bahçesi falan olmayan, alt katlarında hâlâ tekstil makinelerinin çalıştığı bir fabrika binasının birkaç katı kiralanıp okul haline getirilmişti. Okulun halini görüp hüsrana uğrayan yeni öğrencileri kıdemli öğrenciler şöyle teselli etmeye çalışırdı: “ama çok iyi bir hocamız var!”


O hoca Ünsal Oskay’dı ve “çok iyi” tanımlamasını sonuna kadar hak eden bir öğretim üyesiydi. Akademik birikimiyle, kişisel karizmasıyla, insani nitelikleriyle örnek bir üniversite hocasıydı. “Çok iyi bir hocamız var” sözü ilk duyduğumda beni de teselli etmemişti ama Ünsal Hoca’yı tanıyınca okula ilişkin hayal kırıklığım yavaş yavaş geçti. İnsan sadece ondan ders almak için bile o okulu tek tercih olarak yazabilirdi. Sonuçta iyi okul iyi hoca demektir.


Ünsal Hoca bize sosyoloji ve iletişim kuramları dersi verirdi. Aslında buna ders vermek bile denemez. O iki saatlik ders süresi boyunca muhabbeti güzel, birikimi derin, dili kıvrak, humor duygusu gelişmiş, kalender bir arkadaşın sohbetini dinlerdik. O gün o derste ne işleyeceğini kendisi bile hatırlamaz veya unuturdu çoğu zaman. Thorstein Veblen’le başlayan bir ders 1970’li yılların Yeşilçam’ındaki seks filmleri furyasıyla devam eder, oradan bir şekilde ilkel komünal toplum dönemindeki dini ritüellere bağlanıp bi koşu Ajda Pekkan’ın güzelliğine ve estetik ameliyatlarına uğrandıktan sonra vizyona yeni girmiş bir filmin kritiğiyle son bulabilirdi. O anlatırken biz bir yandan ağzımız açık dinler bir yandan da her söylediğini not almaya çalışırdık.

Okula devam zorunluluğu kâğıt üstündeydi. O nedenle 200 mevcutlu sınıfta çoğu derste hocalar 8-10 öğrenciyle ders yapardı. Ama Ünsal Hoca’nın dersinde oturacak sandalye zor bulunurdu. Sadece ders saatlerinde değil ders aralarında da öğrencileri onu yalnız bırakmaz, çoğu zaman odasına gidip dinlenmek yerine bizimle sohbeti tercih ederdi.
Bize ders vermedi, üniversiteli olmanın, iletişim okumanın anlamını öğretti. Sosyoloji öğretmedi, sosyolojiyi niçin öğrenmemiz gerektiğini ve nasıl öğreneceğimizi öğretti. İletişim kuramı öğretmedi, günümüz dünyasında iletişim kavramının önemini öğretti. “Öğretmedi” dememe bakmayın, kuşkusuz bu kavramlar bir derste teorik olarak ne kadar anlatılabilir, öğretilebilirse o kadarını da öğretti ama o biz öğrencilerine bundan daha fazlasını verdi.

Hangi kitapları okumamız, hangi filmlere gitmemiz, hangi güncel politik olaya hangi açıdan bakmamız gerektiğini öğretti. Akira Kurosawa’nın filmlerini onun ön bilgilendirmesiyle daha da keyif alarak izledik. Joseph Conrad’ı, Gündüz Vassaf’ı ve daha nice değerli yazarı ondan öğrendik. “Cehenneme Övgü”yü onun sayesinde sevdik. Marx’a onun sayesinde daha geniş bir açıdan baktık. Bize bilgi aktarmaya değil, bakış açımızı genişletmeye çalıştı.


Sınavlarında pek zorlanmazdık. En azından kendi adıma ben hiç zorlanmadım. Onun sınavlarından aldığım en düşük not 90’dı. Sınavda kitap açıp soruların cevabını aramak serbestti, ama soruları yorum esaslı olduğundan kitaba gerek kalmazdı, zaten arasanız da bulamazdınız. Derslerde anlatmak istediğini biraz kavramışsanız o soruları da kolayca doğru yorumlayabilirdiniz.


Sözün kısası, öteki hocalarıma da haksızlık etmek istemem ama o okulda ne öğrendiysek en az yarısını Ünsal Hoca’dan öğrendik. Onun öğrencisi olmuş herkes bunu bilir, kabul eder. Zaten o nedenle bugün Teşvikiye Camii basın yayın ve akademi dünyasının yanı sıra, onun her kuşaktan öğrencileriyle doluydu. Üzerinde bir hakkımız yoktu ama yine de usulen hakkımızı helal ettik. İmamın “merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusunu başka türlü cevaplamaya imkân ve ihtimal var mıydı? Elbette “iyi bilirdik”. Sadece “iyi” değil, güzel bilirdik, kalender bilirdik.


Sevgili Hocam, biliyorum cennet fikri sana sıkıcı gelirdi, o yüzden “mekânın cennet olsun” demiyorum; ama sana cehennemi de hiç yakıştıramayız. Mekânın sevdiğin bir yer olsun. Yine Vosvos’unla, scooter’ınla işe gidip gelebileceğin, ders anlatabileceğin bir yer.

...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..