Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Unut (ama) mak??....

Birinin yokluğuna alışmak mı daha zordur, yoksa birine alışmak mı?

Birine alışmaya çalışmak mı daha çok can yakar, yoksa birini unutmaya çalışmak mı?

Elinden çoktan alınmış, şimdiyse içinde kayıp gittiğini bildiğin bir geçmişin ağlarına takılı kalmak... Ne yol ne ışık ne de minik bir işaret... Sadece zifiri bir karanlık!

O'nu unutmak için çırpındığın her saniye O'na daha fazla saplandığını fark edersin bir vakit sonra... İşte o zaman anlarsın ki bırakmalısın zamana... Ki birini zamana bıraktığında sadece onu bitkisel hayatta yaşatmaya çalıştığını bilmezsin... Er ya da geç o yaşam ünitesinden ayrılmak zorunda kalacak hasta, gözlerini yeniden açması için ufacık bir umut bile yok... Bu durum sadece senin ve yakınlarının boş hayallerine kapılmasına neden olur... Başka hiçbir şey geçmez eline... Bir aşkı zamana bırakmak, onu ölüme terk etmeye eşdeğerdir. Ne kadar zaman gerekir bunu fark etmen için?

"Ruh eşim işte bu adam!" dediğin kişinin vefasızlığı karşısında tüm duygularını kaybedersin. Mantığın kalbine "Artık onu unutmalısın!" diye haykırdığında, kalbinin "Benden bu kadar! Pes ediyorum!" diye yanıtladığını duyarsın...

Nerede o büyük aşk? Nerede kaldı uğruna dünyayı kasıp kavurabileceğin o eşsiz sevgi?

Öyle çok sever, öyle çok karıştırırsın ki onu benliğine, mantığının bu emrine direnecek gücü kalmayıp yenilgiyi kabullenen kalbin, onu öldürebilmek için intihar eder... Bir gece oturup kendini yok edersin içindeki O'nu öldürebilmek için...

Aldığın yaralar ağırdır, darbelerse dayanılmaz... Sen oluk oluk kan kaybettiğin zannederken, o yaralardan kayıp gidenin "siz" olduğundan habersizsindir. Durmak bilmeyen gözyaşlarının sıcaklığını aşkın ateşi diye yorumlarken, hatıraların o içinizi ısıtan sıcaklığını kaybettiğinin farkında değilsindir...

Seçmek zorunda kalırsın doğru olanı, unutmayı... Birini unutmak demek, çocuklarının hatıralarının arasına o koca aşkı parçalara ayırıp saklamayla birebir... Hani şu iki yaşında alınan ayakkabıda duyduğun sevinci hatırlamak kadar belli belirsiz bir yerlere saklamalısın, büyük aşkını bir belirsizliğe atmak...  Birini unutmak demek, onu tamamen yok etmek demek. 

Unutmaya çabalamak dipsiz bir kuyuya düşmeye benzer. Günlerce, aylarca, hatta belki yıllarca sürecek sonsuz bir boşluk hissi yaratır bedeninde. Sonunun ne zaman geleceğini bilmemek iğrenç bir karamsarlığa iter seni, bir daha ayaklarının yere değmeyeceğini bilmek...

Birgün uyanırsın sonra, bir bakarsın ki takvim yaprakları senin yaşadığın o günlerin çok çok ilerisinde. Zamanın nasıl geçtiği anlamazsın kendine gelip o dipsiz kuyunun dibini gördüğünde. Belirsiz düşüşün bittiği için sevinirken sen, kalbinde buruk bir his, tuhaf bir acı duyarsın. Boştur, yoktur, sanki hiç olmamıştır, sanki hiç yaşanmamıştır...

Sanki uğruna kendini, zamanını, onca emeğini ve duygularını hiç etmemişsin gibi...

Kalbinin yıllardır süren savaştan mağlup ayrıldığını bilmek, artık dayanacak gücünün kalmadığından, o koca aşktan geriye içinde tutunacak bir dal parçası bile olmadığını görmek gözlerinden ılık yaşlar akıtıyor...

"O" hayatından gittiğinde mi daha çok ağlar insan yoksa kalbinden gittiğini fark ettiğinde mi? Oturup 2 saniye düşün, unutmak, unutulmak kadar can yakıyor.

Olan sadece sana, senin aşık olduğun o hayali kahramana ve duyduğun büyük aşka oluyor. Başka hiç kimseye değil!... Sen sadece kendini öldürmüş, duygularını kaybetmiş, aşka inanmayan dünyadaki milyarlarca robottan birine dönüşüyorsun. Kendine yazık ediyorsun...

 
Toplam blog
: 7
: 486
Kayıt tarihi
: 04.04.11
 
 

*** ..