Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '13

 
Kategori
Öykü
 

Unutkan öğretmen

Unutkan öğretmen
 

Saati kurmayı unuttuğu için, eşi uyandırdı.

Evden çıkıp, okula gitmek için, gerekli hazırlıkları yapmaya başladı öğretmen. Yapması gerekenleri, içinden geçirdi. “Önce tansiyon hapı içmeliyim” dedi. Bir hap çıkardı kutudan, masanın üstüne koydu. Bir bardak su almaya gitti. Mutfağın içinde bir tur atıp, geriye döndü. Giyinmeye başladı. Tam giyinmişti ki, traş olması gerektiğini hatırladı, elini yüzüne sürünce. Soyunup gitti banyoya. Yüzüne traş köpüğü sürmek için aldığı kutunun parfüm olduğunu, sıkınca fark etti. Yüzüne traş köpüğünü sürdü, biraz beklemesi gerekiyordu. Yüzündeki köpükle, evin içinde dolaşmaya başladı. Eşi kahvaltıyı hazırlamıştı. Masada çayı görünce, eline alıp bardağı bir yudum çekti. Çay bardağının içi, bembeyaz oldu. Çayın tadı farklı geldi. Ne olduğunu anlamadan eşine;

“Hanım bu çayın içine yoğurt mu kattın?” diye bağırdı. Eşi  “A be herif. Ne yoğurdu? Yüzünde senin ne var, bir baksana aynaya!” diye sitem etti. Öğretmen, yüzünde traş köpüğü olduğunu unutmuştu.

Birden çayı bırakıp banyoya yöneldi. Sinirliydi. Traş bıçağını, bastırarak çekti yanağından aşağıya. Birden zıpladı. Aynaya baktı, incecik bir kan sızmaktaydı yüzünden. Mercimek büyüklüğündeki ben’ini unutmuştu. Ameliyat korkusundan cerrahlara aldırmadığı ben’i kendisi bir saniyede halletmişti, kör bir bıçakla hem de.   Traş bıçağının yüzünü zımpara gibi didiklemesinden, anladı sonra kör bıçakla traş olduğunu. Traş bıçağını değiştirmeyi unutmuştu. Tranşı tamamladı, çıktı banyodan. Geç kalmıştı okula. Giyinmeye başladı. Giyindi. ,Aynaya baktı tesadüfen. Gömleğinin yakası kan olmuştu. Yüzündeki kestiği yere bant yapıştırmayı unutmuştu.

Gömleğini aceleyle çıkardı. Yarasını bantladı. Yeni bir gömlek giydi. Aceleyle çıktı dışarı. Karısı döndürdü kapıdan. “Pantolon giymeden, kravat takmadan mı gideceksin okula?”  Girdi içeriye kravat taktı, pantolon giydi. Pantolonun fermuarını çekmeyi unuttu. Çıktı dışarıya, yağmur yağmaktaydı. Aslında biliyordu yağmur yağdığını, şemsiye almasını unutmuştu. Döndü geriye. Şemsiyesini alıp çıktı dışarıya. Birden hatırladı, tansiyon hapını içmeyi unutmuştu. Tekrar çıktı yukarıya. Kapıyı çaldı, aceleyle girdi içeri. Masanın üstündeki hapı hatırlamadı bile. Zorla bulduğu kutudan, bir hap alıp susuz bir şekilde yuttu. Aşağıya indi tekrar. Yağmur iyice hızlanmıştı. Haydaaa! Şemsiye yukarıda kalmıştı. Islansa da gidip almayacaktı şemsiyeyi. Yağmurun altına girdi. Birden bire ayakları ıslandı. Baktı ayaklarına, ayakkabıları yoktu. Eşinin terlikleriyle çıkmıştı dışarıya. Aklına, okkalı bir küfür getirmeye çalıştı. Hatırlayamadı, küfür edemedi. Tekrar çıktı yukarıya. Ayakkabılarını giydi, indi aşağıya. Yola çıkıp yürüdüğü sırada, eşi seslendi balkondan. “Alooooo! Cep telefonunu unutmuşsun.” Öğretmen, “olamaz çantamda” diyecek oldu. Bakındı sağına soluna, elleri boştu, çantası yoktu omzunda.

Dönmedi geriye öğretmen. Yarım saatlik bir gecikmeyle erişti sınıfına.

Sınıfın kapısına vardığında, düzeltti sağını solunu, girdi sınıfa.

    “Günaydın Çocuklar” deyip masasına oturdu. Yılların verdiği alışkanlıkla cebinden dolma kalemini çıkardı. Kapağını açıp kalemin, tepesine geçirdi. Kalemin aşınmış ucuna şöyle bir baktı. Belki de yüz şişe mürekkebi, yazıya dönüştürmüştü bu kalemle. Bu kalemin sahibiyle birlikte bir ömür tükettiği söylenebilirdi.

Öğretmen, yoklama defterinin o günkü sayfasını açtı. Günlük derslerin adını yazması gerekiyordu. Tabiî ki önce öğrencilerin yoklamasını yapması gerekiyordu. Kaldırıp başını şöyle sınıfın içinde bir göz gezdirdi. Öğrencilerden gelmeyenlerin olup olmadığını, oturdukları yerlerden tespit edip, deftere yazmak için eğildi. Başını kaldırdı sonra, aranmaya başladı. Boş eliyle ceketinin cebini yokladı. Elindeki kalemi diğer eline alıp ceketinin diğer cebini de yokladı. Masanın, sağına soluna bakındı. Elindeki kalemi, defterin arasına bıraktı. Gömleğinin cebini yokladı. Sonra tekrar kalemi eline aldı. Öylece kalakaldı, aradığını bulamamıştı.

Ön sırada kendisini gözleyen bir öğrenci, öğretmeninin bu aranmasından bir anlam çıkaramasa da sordu.

“Öğretmenim ne arıyorsunuz?”  

Öğretmen bu soru karşısında,  derdini söyleyiverdi çaresizce.

“Kalemimi arıyorum.”

Öğrenci iyice şaşırdı bu duruma, hissettirmeden.

“Elinizde ya öğretmenim” deyiverdi.

Öğretmen eline baktı. Aradığı kalem sağ elinde, yazmaya hazır bir vaziyetteydi. Bütün sınıf, pür dikkat öğretmenlerine bakmaktaydı. Bir çocuğa, bir öğrencilerine baktı.  Kısa bir sessizlik oldu. Öğretmen birden bire toparlandı.

“Aradığım kalem, bu kalem değil. Bir kırmızı kalem almıştım, geçen gün. O kalemi aradım. Demek ki evde unuttum,” deyiverdi.

Bu cevap karşısında çocuklar, normal davranışlarına döndüler. Öğretmen yoklama defterini doldururken:

“Of be! İyi kurtardık bu durumu” diye geçirip içinden, imzaladı defteri. Dersten çıkınca, şöyle bir düşündü, birkaç saat içinde başından geçenleri. Olamazdı bu kadar unutmak. Kendi kendisine söylenmeye başladı.

“Elinde tuttuğun kalemi, arayacak duruma gelmişsin artık öğretmen. Senin emekli olman lazım” dedi. Hemen okul müdürünün yanına gitti. Müdürün yanına, niçin gittiğini unuttu. Eline kalemi alınca, hatırladı durumu. Elinden kalemi bırakmadan, tekrar girdi müdürün odasına. Dilekçesini verdi. Emekli olacaktı. Gerekçesini soranlara da söylemedi, hiçbir şey.

Emekli oldu, “çocuklara yararlı olamayacağını hatırladığı için.”

“Yararlı olamayacağım bir işi yapmam” diyebildi, niye emekli olduğunu soranlara.

Birkaç samimi arkadaşına anlattı kalem hikâyesini, hatırladığında.

Sonrada, ilk seçimlerde milletvekili adayı oldu, en kuvvetli partiden. Tesadüfen milletvekili oldu.

“Unutuldu gitti, öğretmen olduğu.”

“Unuttu gitti, öğretmen olduğunu.”

 

 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..