Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '16

 
Kategori
Öykü
 

Unutma Beni

Unutma Beni
 

Sıcaktı hava. Oysa sonbahar başlamıştı. Açık penceredeki tül perde hafif rüzgarla ses çıkarmadan küçük hareketlerle dalgalanıyordu. Gece inmiş denize karışmıştı. Deniz küçük, peşi sıra dalgalarla kıyıya sokuluyor, ufak çakıl taşlarını önüne katıp kumsala sürüklüyor, geri çekilirken taşları da içine alıyordu yeniden. Belli belirsiz bir çıtırtı sesi yükseliyordu taşların bir birlerine çarpmasından. Dalgalardan kırılan ay ışığı tül perdenin hafif hareketlerini karşı duvara dalgalanan bir deniz gibi düşürüyordu.

Ertesi günüydü evliliklerinin. Adam bir kucak dolusu çiçek fidesini zor taşıyarak, bahçe kapısını ayağıyla açıp girdi içeriye. Kadın evin önündeki küçük taşlığı yıkamış, masaya kahvaltılıkları yerleştiriyordu. Tek katlı küçük bir evdi. Bahçe içinde. Açık pencerelerinden içeriye denizin kokusu ve ışıltısı giriyordu. Hava deniz ve belirsiz çiçek kokuyordu.

-Gel bak, ne aldım senin için. Sese döndü kadın.

-Ne güzel çiçekler. Adı ne bunların?

-Unutma Beni!..

Kadının mavi gözlerinden, bir belirgin çiçek mavisi coştu geçti...

 Aradan kaç sene geçti? Unutma beni çiçekleri bahçenin duvar diplerini bütünüyle kapladı neredeyse. Bir mavi çümbüşe döndürdü. Gelip geçenin gözünü alamadığı.

Dalgıç derlerdi. Pek konuşmazdı ya, konuştumu dinlenirdi sözü, geçerdi. Üst üste binmiş alın çizgileri, gür kırçıl kaşları altında yeşil harelenmelerle çakan ela gözleri derin ve uzak bakardı. Işıltılı...İsyan etmediği bir kaderi umursamaz taşır gibi iri elleri, tuzun ve güneşin ve rüzgarların yoğurup şekillendirdiği denizci yüzüyle, kaderi denize yazılmış bir adamdı. Bilirlerdi. Kayığı Mutlu mendirekte kıçtankara ise evdeydi mutlaka. Bahçedeki çiçeklerle uğraşırdı. Yoksa denizde, balıktaydı. Çıkmazdı kahveye. Evden Mutluya, denize; denizden eve...Keyfi yerindeyse, inmişse güneş, taşlıkta masada bir kadeh rakı parlatır olurdu. Kulağı portatif radyonun kısık sesinden yükselen türkülerde ve kadının evin içinden gelen akşam yemeği hazırlığındaki küçük sevgi tıkırtılarında.

Dönüp duruyordu, huzursuz. Yarı uyanık. Kalbi kulaklarının içinde vuruyordu sanki. Yastıktan yankılanan sese uyandı. Kalbi kapana kısılmış bir kuş gibi döne, çarpa, ürkek, hızla kanat vuruyordu sanki. Göğsünün orta yerinde tarifsiz, demir atmış bir ağrı, dayanılmaz. Zor nefes alıyordu. Karısının yanından güç bela kalktı. Ayaklarını sürüyerek çıktı taşlığa. Masanın başındaki sandalyeye zor oturdu. Bir sigara çıkardı. Yakamadı. Parmaklarının arasından kaydı gitti sigara. Eli açık kaldı. Düştü göz kapakları...Elinde bir demet unutma beni çiçeği, önünde rengarenk bir balık sürüsü, ayın ışıklarını denizin içine çekerek bir ışıktan yol, bir yakamoz seli gibi derine, daha derine...

Sabah oluyordu. Açıldı göğün mavisi, denizinki de. Duruldu deniz. Ayna gibi oldu. Ayın solgun görüntüsü geldi düştü içine. Yankılandı. Etrafı bir serçe şıkırtısı aldı. Kadının derin solukları yüzeyledi. Eli alışkın, yastığına uzandı kocasının. Boşa gitti. Fırladı kalktı. Bakındı etrafına, yoktu. Çıktı aceleyle. Açıktı sokak kapısı. Telaşlandı, çıktı taşlığa. Adam arkası dönük oturuyordu. Sabahın mavisi düşmüştü kırlaşan saçlarına.Telaş yerini içini dolduran sevgiye bıraktı. Yavaşça yaklaştı, kayan hırkasının açık bıraktığı ensesinden öptü sevgiyle. Hırka kaydı yere düştü. Dalgıçın başı önüne...

Kadının çığlığı sabahı yırttı...

 

 Akın Yazıcı

1 Eylül 2016/Erdek

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..